Devlet terörü

Yazar İsmet Macit

Bir ülkede adalet olmayınca krallar büyük soyguncu çetesine dönüşür.” Romalı felsefeci St Augustine (MS 354)

Türkiye’de bir hapishanede çıkan isyanda çete kurmak ve yönetmekten ceza almış olan hükümlü şöyle bağırıyordu: “Devlet bana adam öldürttü…” Daha sonra konu ile ilgili yazılan yazılarda devlet yetkililerinin bu yapı ile ilgili görüşmeleri medyaya yansıdı. Bu açıklama herkesin bildiği sır idi. Devlet (yetkilileri) hukukun işlemediği, anayasanın fiilen ilga edildiği dönemlerde; gerek emrindeki organlar gerekse de paramiliter güçlerle ortaklaşa ülkede terör estirirler. Bu durum genellikle otoriter ve diktatoryal rejimlerde ortaya çıkar.

Esasen devlet ile terör hiçbir zaman yan yana gelmeyecek iki kelimedir. Ne var ki devleti yöneten ya da yönetim nöbetini devralan siyasi partiler ve onun toplumsal uzantıları iktidarlarını sürdürmek maksadıyla rutin (hukuk) dışına çıkarak ellerindeki devlet gücünü muhaliflerini bertaraf etmede kullanırlar. Tarih bunun misalleriyle doludur.

Bu noktada devlet terörünün tanımı şu şekilde yapılabilir: Devletin, muhafaza etmekle yükümlü olduğu vatandaşına karşı resmi güvenlik güçleri ya da paramiliter yapılar vasıtasıyla şiddet uygulaması ya da şiddet tehdidi oluşturmasıdır. Devleti ve organlarını bir terör örgütü gibi yöneten idarecilerin en çok sığındığı zahiri sebep “devletin birliği, bütünlüğü ve istikbalidir.” Böyle kaotik bir ortamda fertlerin ya da sosyal gurupların bir değeri yoktur. Suça bulaşmış idareciler bu suçlarını perdelemek için önce bir topluluğu ya da ırkı terör suçlusu ilan edip onlara karşı mücadele ettiklerini söylerler. Ve bu hususta onları amaçlarına ulaştıracak her yol mubah (!) hale gelir. Yargıyı, askeriyeyi, polis gücünü bu hususta istihdam edip kanunları yok sayarak terörle mücadele bahanesiyle tam bir terör ortamı oluştururlar…

Hasılı devletin elindeki kolluk kuvvetleri ve yargı gibi organlar ülkede asayişi sağlamakla vazifeli iken iktidardakiler koltuklarını kaybetmemek için bu güçleri bir çete gibi yönetirler. Halk ise ‘hikmet-i hükümet’ (devlet yapıyorsa vardır bir hikmeti) diyerek sessizlikleriyle bu suçlara ortak olurlar.

Devlet terörü kavramının şekillenmesi ve tanımı Fransız ihtilalinden sonra olmuştur tespiti yapılabilir. Bastille zindanlarındaki isyanla başlayan Fransız İhtilali ve yayınlanan Haklar beyannamesiyle özellikle bireysel haklar güvence altına alınıyor ve birçok evrensel prensip benimseniyordu. Berat-ı zimmet, keyfi emir veren bu emri yerine getirenlerin cezalandırılacağı, hiç kimsenin yasalarda belirlenmeyen suçlar dışında cezalandırılmayacağı…

İhtilal ’in liderlerinden Maximilien Robespierre, 29 Eylül 1791’de, İhtilal’in sona erdiğini ilan etti. Artık gerek Fransa’da gerekse Fransa dışında halkların egemenliği rüzgarı esecek, demokrasi ve hukukun üstünlüğü iklimi oluşacaktı ancak öyle olmadı. İhtilal sonrası ülkede tam bir devlet terörü fırtınası esti.
Fransız ihtilali Liberté, égalité, fraternité; (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) sloganı ile yola çıkmış olsa da ihtilali gerçekleştirenler tarafından bir devlet terörüne dönüştürülerek adeta zıddıyla anılır hale geldi. Kardeşlik sloganı ile yola çıkıp özgürlüğü hedefleyen ve bunu eşiklik ilkesiyle yapmaya niyetlenen ihtilalciler icat ettikleri giyotinle anılır oldular. Tarih bir taraftan bu devrimcileri sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırma adına canlarını ortaya koyan mücadeleciler olarak, diğer taraftan aynı isimlerin devrime karşı çıkan her sınıftan insanın idam etmesini yazmıştır. İşte Fransız İhtilali böyle bir tenakuz dünyasında çalkalanıp durmuş; devrimin yerleşmesi adına devlet terörünü meşru gören anlayışıyla binlerce masum insanın ölümüne sebep olmuştur. Devlet asayişi sağlayıp temel hak ve özgürlükleri koruma altına alması gerekirken elindeki organlar ve devlet dışı sosyal guruplar vasıtasıyla ülkede tam bir terör ortamı oluşturdu..
İhtilalden sonraki gelişmeler tam bir trajediye dönüştü. Bir tarafta tüm dünyaya örnek olacak bir temel hak ve özgürlükler mücadelesi, diğer tarafta ihtilalin edinimlerini muhafaza etmek için ortaya çıkan ‘devlet terörü’. Jakobenler ihtilal sonrası öyle bir oluşturdukları kaotik ortam ve estirdikleri terör İhtilali gölgede bıraktı.
1793-94 yıllarını kapsayan bu “devlet terörü” döneminde şiddet had safhaya çıktı. Gücü elinde bulunduran Kamu Güvenliği Komitesi,  kurulan mahkemelerde siyasi muhalifleri ağır şekilde cezalandırmaya başladı. Cumhuriyet’e karşı işledikleri suçlar nedeniyle hapse atılan 500 bin kişiden, 1.200’ü kadın olmak üzere, yaklaşık 16 bin ila 17 bini giyotinle infaz edildi. 20bini ise daha yargılanma imkânı elde edemeden hayatını kaybetti.

Terör kelimesi daha çok devlet dışı aktörlerin ve unsurların yasa dışı faaliyetlerle güvenliği tehdit eden eylemleri için kullanılmıştır. Buna rağmen dünyanın hemen hemen her bölgesinde devletler tarafından uygulanan terörizmin, devlet dışı aktörlerin uyguladığı terörizmden daha ölümcül ve yıkıcı olduğu görülmektedir. Devletlerin uyguladığı terörizm, sahip oldukları silah, ekipman, istihbarat bilgisi ve personel sayısı bakımından göreceli üstün ve devlet dışı aktörler ile kıyaslanamayacak seviyededir.

Terör tanımının devlet için değil devleti yönetenler için kullanılması gerektiğini öne sürenler olmuştur. Genel bir tanım olarak terörizm, fiziksel etkilerden ziyade psikolojik etkileri olan bir şiddet biçimidir. Amacı yıkım değil, korku ve kaos ortamı oluşturup hukuku askıya almaktır. Terör yöntemleri devlet(i yönetenler) tarafından kullanılabildiği gibi bu devletlere karşı savaşan gruplar tarafından da kullanılabilir. Bu noktada terör kavramı burada sadece ‘devlet dışı aktörler’ için kullanılmalıdır; Devlet terörü terimini, korku ve dehşet ortamı oluşturmaya yönelik devlet aktörleri ve yöneticilerinin eylemi için tamamlayıcı bir terim olabilir.

Devlet terörünün diğer terör eylemlerine nazaran tespitinin ve kovuşturmasının zor olmasının temel nedenlerinden birisinin devletin yaptığı terör eylemlerini duyur(a)mayışıdır. Terör gurupları hedeflerine yürürken yaptıkları eylemleri kamuoyunun dikkatini çekmede kullanırlar. Yani eylemleri bir tanıtım aracına dönüşür. Devlet eliyle gerçekleştirilen terör eylemlerinde böyle bir tanıtım ve “üstlenme” imkansızdır. Bu eylemlerin devlet organları vasıtasıyla yapıl(a)mamasının sebebi de aynı saiktir. Zira devletler uluslararası baskı ve meşruiyetlerinin sorgulanacağından endişe ederler.

Devlet terörizminin temel hususiyetleri şu şekilde sıralanabilir:

Devlet terörizmi sistematiktir,
Şiddet ve şiddet tehdidi içermektedir,
Politiktir,
Devlet temsilcileri ya da devletin kaynakları ile çalışan yandaşlar tarafından uygulanmaktadır,
Korku yaratmak amaçlanmaktadır,
Mağdurdan daha geniş bir gruba mesaj iletmek için amaçlanmıştır,
Söz konusu mağdur kitle silah veya örgütlenme yapısı içinde değildir.

Uygulamada devlet ve devlet dışı aktörlerin aslında aynı stratejileri kullandıkları (kaçırma, infaz, işkence, bombalama vb.) ve politik bir amaç için harekete geçtikleri görülmektedir. Özünde devlet ve devlet dışı aktörler terörizmi araçsal olarak özdeş şekillerde ve benzer nedenlerle kullanmaktadır.

Türkiye’de 15 Temmuz sözde darbesinden sonra ülke içerisinde 30, ülke dışından ise 100’e yakın insan kaçırıldı. Bunun yanında tutuklulardan ya da kaçırılan insanlardan birçoğu insanlık dışı muameleye maruz kaldı. İşkence altında ve hapishanelerde ölenler oldu. Devlet yetkilileri ya da organları vasıtasıyla işlenen bu suçlar tam da terör suçudur. Devleti yöneten siyasi klik ve yandaşları beslendikleri devlet imkanlarının ellerinden gitmemesi için ülkede terör estirdiler estirmeye devam ediyorlar. Suça ya da suçlara bulaştığı tespit edilen yandaşlar ivedilikle bir havuz kanalına çıkıp bayrak önünde vatan millet edebiyatı yapıyorlar. Adeta cürümlerini bayrakla perdeleyip ırkçı söylemlerle halka unutturuyorlar.

Oluşturulan böyle terör ortamında muktedirlerin ilk yaptığı iş adalet mekanizmasının felce uğratılmasıdır. Devlet terörüne maruz kalan mazlumların tek çaresi artık uluslararası kamuoyudur. Günün şartları içinde bu teröre dur diyecek bir ses yükselmemiş ve ulusların çıkarları insanlığın üzerinde görüldüğünden devlet terörü ile gerektiği gibi mücadele edilmemiştir. Buna misal olarak AİHM’nin yapılan başvurularda ‘iç hukuk yollarını tüketin’ diyerek meseleyi ötelemesi verilebilir. Evet dünya alem biliyor ki Türkiye’de hukukun içi boşaltılmış ve mahkemeler iktidar partisinin şubesi gibi çalışır hale gelmiştir. Böylece ülkede hukuk kalmamıştır ki iç hukuk yolları tüketilmiş olsun.

Sözde darbe bahanesiyle bir milyona yakın insan soruşturma geçirmiş, 100 bine yakın insan zindanlara yollanmıştır. Bu rakamın yarıya yakınının kadın ve çocuklardan oluştuğu düşünülecek olursa ülkede nasıl bir devlet terörü estirildiği daha iyi anlaşılır.

Başka bir yazının konusu olmakla birlikte “devlet terörünün panzehrinin halkların ve mağdurların demokrasi ve hukuk platformlarında bir araya gelerek ortak acıların izalesi için omuz omuza vermeleridir” tespiti yapılabilir. Toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği parlamenter sistem, etnik ayırıma tabi kılınmadan ülke için bir arada çalışacak insanların birlikte gayreti devlet (yöneticilerinin) terörünü sona erdirecektir.

Demokrasiden geriye dönüşün olmadığının bilinciyle temel hak ve özgürlüklerin garantiye alındığı, hukukun üstünlüğün yaşandığı ‘insan’ merkezli bir devlet yönetim anlayışının kurulması dilek ve temennilerimizle…

Çağlayan Dergisinin Ocak-2023 sayısından alınmıştır

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy