Deprem ve Hakk’a Teveccüh

Yazar Mehmet Yavuz Şeker

Türkiye bir defa daha depremle sarsıldı. Binlerce insanımız vefat etti, ondan çok daha fazlası yaralandı. Son durumu henüz bilmiyoruz. Memleketimizin başı sağ olsun. Büyük geçmiş olsun. Allah hayatta olanlara acil şifalar versin, göçük altında kalanları kurtarsın, hepimizin yardımcısı olsun.

İşin ihmal yanı elbette önemlidir. Cenab-ı Hak, sebeplerle icraatını yapar. Onlara riayet etmemek, o sebepleri yaratan Allah’a saygısızlık olduğu gibi aynı zamanda dünya hayatı adına birçok problemin de ortaya çıkmasına vesile olur. Sebeplere uymayan ise vebale girer. Halk nazarında da Hak katında da sorumlu hale gelir. Deprem olur, ama sebeplere tam uyulmadığından ötürü yıkılan binayı yapan mesul olur. Ona burada da ötelerde de yaptığı ihmal sorulur, sorulmalıdır. Bu, işin bir yönü.

Biz müminler, böyle durumlarda vefat edenlerin şehit olduklarına, maddi kayıplarının da sadaka hükmüne geçtiğine inanırız. Bununla birlikte, böyle durumlarda insanın Allah ile olan irtibatıyla alakalı bir derinlik söz konusudur ki biz işin bu yönüne özellikle dikkatleri çekmek istiyoruz.

Yani, zahiren çok zor durumda olan, hayatlarının en sıkışmış ve muhtaç dönemini yaşayan kardeşlerimiz, Hak katında belki de şimdiye kadarki en kerim ve yüksek seviyelerini idrak ediyor olabilirler. Şöyle ki:

Hz. Bediüzzaman ibadetleri anlatırken bir defasında şu tespitte bulunur:

“İbadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malumdur. Menfi kısmı ise hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp halis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, halistir.” (Lem’alar, İkinci Lem’a)

Üstadın bu tespitine göre iki kısım olan ibadetlerin bir kısmını namaz, oruç, Kur’an okuma, evrad-u ezkar gibi malum ibadetler teşkil etmektedir ki görüldüğü üzere Hz. Bediüzzaman bunları “müsbet” kelimesiyle tanımlıyor.

İbadetlerin diğer kısmı ise hastalıklar ve musibetler olup yine onun tanımlamasına göre bunlar “menfi” ibadetlerdir. İnsan hasta olunca veya başına bir musibet gelince zaafını düşünür, aczini hisseder. Sesi kısılır örneğin. Her zaman çıkan ses, çıkmaz olur. Aynı gırtlak, ses telleri, aynı ağız olmasına rağmen o ses, çıkmaz bir türlü. Azıcık hadiseleri okuyabilen bir mümin hemen idrak eder ki kendi yaptığını zannettiği konuşma gibi en basit görünen bir işi bile yapan aslında kendisi değildir. O sesi çıkaran, çıkması için ağzı, dili, dudağı yerli yerince yaratan birisi vardır. İşte tam bu an, o her şeyi yaratan Yüce Allah’a teveccüh, O’na yöneliş, O’nu derinden idrak vaktidir ve çok değerlidir. Belki de Cenab-ı Hak, kuluna bu rahatsızlığı, bu şuura uyansın ve Kendisine yönelsin diye vermiştir. Kul bu bilince uyanıp Hakk’ka yönelince de maksat hasıl olmuş, şer gözüken hastalık, kulun düzgün duruşuyla hayra dönüşmüştür.

Hz. Bediüzzaman, işte böylesi bir durumda Hakk’a yönelen bir müminin bu yönelişini “ubudiyet” olarak değerlendiriyor ve bu tür kulluğun halis olduğundan hareketle, riyanın da giremeyeceğini ifade ediyor. Yani hastalık ve musibet vesilesiyle Hakk’ka teveccüh eden, O’nu düşünüp O’na yalvaran bir mümin, çok ihlaslı bir şekilde namaz kılıyor, Kur’an okuyor gibidir. Yüce Allah’ın rızasına uygun işler yapıyor, yaratılış gayesini gerçekleştirme adına çok önemli adımlar atıyor demektir.

Zira Rabbimizin bizlerden istediği şey, hayatımızı yaşarken hep O merkezli olmaktır; O’nu hatırda tutarak, O’na müteveccih, O’nunla beraber, O’nun huzurunda olduğumuz bilinciyle yaşayabilmemizdir. Bu da en başta ibadetlerle ve ibadetlerin bir kısmını teşkil eden hastalıklarla, farklı farklı sıkıntı ve musibetlerle olur. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, hastalık ve musibetler, Cenab-ı Hak tarafından, bizi kendimize getirme, çeki düzen verme, günahlarımıza keffaret, gafletimizden uyarma, Rahmani bir ihtar, Hak katındaki değerimizin artması gibi hep bizim lehimize olarak gerçekleşmektedir. Hadiseleri bu şuurla karşılayan mümin, şer gibi gözüken şartları hayra çevirmiş, kaybetme kulvarında Allah’ın izniyle kazanmıştır.

Böyle bir durumda şeytan ise elbette hiç boş durmaz. Kendisi Hakk’a teveccüh edemediği için hiç kimsenin bunu yapmasını istemez ve hemen harekete geçer. Vesvese vererek insanın bu duruşunu bozmak, Yüce Allah hakkında birçok şey aklına getirmek ister.

Bizler ise Rabbimize hüsnü zan besleyen, her zaman O’nun yanında, O’nun tarafında olan inananlarız. Şeytan ise bizi kendi safına çekmek için her türlü argümanı kullanan büyük bir düşmandır. Onun vesveselerine kulak vermemek, safımızı sağlamlaştırmak, bu gibi musibet vakitlerinde çok daha önem arz etmektedir. Bu da işin bir diğer yönüdür.

Hayatımızı sürekli şükür ve sabır yörüngeli, hep huzurda, dolayısıyla hep kazanma kuşağında geçirebilmemiz niyazıyla…

 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy