Elimizde öyle değerlerimiz var ki, farkında olmadığımızdan onları tam manasıyla veriliş gayesine uygun kullanamıyoruz. Akıl, irade, mantık, beyan gücü, sentez ve analiz yapma özelliği, karar verme mekanizması gibi birçok şey bu kapsamda düşünülebilir.
Nasıl ki durgun sular yosun bağlar, işlemeyen kemikler kireç bağlar, öyle de yerinde kullanılmayan latifelerimiz, duygularımız da dumura uğrar. Sonra sağlıklı düşünemez, görülmesi gerekenleri göremeyiz. Okunması gerekenleri okumaktan, anlamaktan uzak kalırız. Bu durumda bir sistem körlüğü yaşarız. Olayların, perdenin arkasına muttali olamayız. Kabukta kalır, öze inemeyiz de hiçbir şey öğrenmeden, bilmeden, hissetmeden göçüp gideriz bu âlemden.
Bu yüzden “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akl-ı selim sahipleri, sağ duyulu olanlar düşünüp ibret alır’’ (Zümer 9) âyeti çerçevesinde düşünüp aklın ve bahşedilen diğer nimetlerin, değerlerin hakkını vererek yaşama gayreti içinde olmalıyız.
Dikkat edilirse her bir zerrenin, atomun veya hücrenin muhteşem bir ansiklopedi hüviyetinde olduğu görülür. Yani makro âlemden mikro âleme, her bir varlık okunmayı bekler. Bütün bu varlıklar kendileri için var değiller, onlar sahip oldukları bütün özellikleri ile Rablerini haykırırlar. Rablerine ait sonsuz hikmetlerin görünmesine vesile olurlar. Belli ki onlar da bir şekilde bu gerçekleri bizim duymamızı, anlamamızı arzu ederler. Çünkü onlar lisan-ı halleriyle Allah‘ın varlığını ve birliğini haykırırlar. Bizlerden ise yüce yaratıcının büyüklüğünü fark edip Allahu Ekber ile tekbir etmemizi, sübhanallah ile takdis etmemizi, elhamdülillah ile hamd etmemizi isterler.
Yine dikkat edilirse insan, kâinat ve Kur’an üçlüsünde, bütün hakikatlerin sırlarının ince ince işlendiği müşahede edilecektir. Kur’an-ı Kerim çok yerde insana, kâinat üzerinde tefekküre kapı aralar.
“De ki: Rabbimin (bütün isim ve sıfatlarının tecellileri ve O’nun icraatı olan) kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsaydı, hatta onlara bir o kadar daha ilâve etseydik, bütün bu denizler biterdi de Rabbimin kelimeleri yazmakla tükenmezdi” (Kehf 109) diyerek nimetlere, “Görenle görmeyen (âmâ) bir olmaz. Karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak, dirilerle ölüler de bir olmaz!” (Fâtır 19-22)
“Yine O, yedi kat göğü birbiriyle tam bir uyum içinde yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir boşluk, bir düzensizlik göremezsin. Çevir gözünü bir bak, bir kusur, bir çatlaklık görür müsün?’’ (Mülk-3) diyerek ilme ve bilmeye, “Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah’ındır. O, her şeye güç yetirendir” (Maide 120)
Allah’ın sonsuz kudretine ve “Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmanlarını arttırır ve Rablerine tevekkül ederler” (Enfal 2) âyet-i kerimesi ile de bütün bunları bilen, düşünen ve îmanla nurlananların tevekküllerine işaret eder.
Bu girişten sonra gelin beraberce fikri bir seyahat yapalım bugün.
Yıllar önce akademik bir çalışma için pasifiklerde güzel bir ülkeye, Japonya’ya giden bir arkadaşımın heyecanla anlattığı hikayesini paylaşayım sizlerle:
“Üniversitenin kampüsünde 3-4 arkadaş ile beraber oturuyorduk. Yanı başımızdan bir hanımefendi geçiyordu. Bizim yabancı olduğumuzu fark etti ve bize nereli olduğumuzu sordu. Biz de “Türkiyeliyiz” dedik. “Dininiz nedir?” dedi. “Müslümanız” dedik. “Dininizin çok değer verdiği, bir bilim insanı olarak benim de çok değer verebileceğim, sizin de özellikle çok önemsediğiniz bir cümle bana söyleyebilir misiniz?” diye sordu. Şaşırdım. Fazla vaktinin olmadığını söyledi. Hemen bir şey söylemeliydim. O anda tepeden tırnağa heyecana kapıldım. Aklıma Kur’an-ı Kerim’in ilk inen ayetleri geldi. Onu bildiğim kadarıyla söylemeye çalıştım:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!”
“O, insanı rahim duvarına yapışan yapışkan bir maddeden yarattı” (Alak 1-2).
Kadın dikkatle dinledi ve “Çok önemli konular var burada, okumak, O’nun adıyla okumak, yaratılış gerçeği, insanın muhatap alınması, çok ilginç” dedi ve müsaade isteyerek ayrıldı. O an aklıma çantamdaki Fountain dergisi geldi ve henüz uzaklaşmamış olan kadına dergiyi uzattım ve “Bir de bunu inceleseniz” diyebildim.
15 gün sonra kurumda soy ismimle anons ediliyordum. Baktım o hanımefendi beni bekliyor. Bir masaya oturduk 2 saat kadar soru-cevap şeklinde sohbetimiz oldu. Dergiyi geri verdi. Her bir satırın altı çizilmiş gibiydi. Ama başyazı ikişer defa çizilmişti ve bana ısrarla başyazarı sordu. Ben de anlattım. Dünyada cehaletin önüne geçebilmek için eğitim seferberliği yapan, öncülük eden bir fikir ve aksiyon insanı, ömrünü insanlığa adamış büyük bir rehber olduğundan bahsettim.
Hanımefendi “Okuduğunuz o Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetleri ve verdiğiniz bu dergi 15 gündür bana yeni bir bakış açısı kazandırdı ve bu dine, Müslümanlığa karşı içimde ilgi uyandı ve bu dine nasıl girebilirim diye düşündüm” dedi. O anda güzel bir şeye vesile olmanın nasıl bir sevinç hasıl ettiğini tarif edemem sizlere.
Kur’an-ı Kerim’in bir ayeti, “Oku” nelere vesile oluyordu. Sonra Kelime-i şehâdetin manası üzerinde durduk. Bildiğim kadarıyla dinimi anlatmaya onu temsil etmeye gayret ettim o anda. Gözleri ışıl ışıldı. Kelime-i şehâdet getirdikten sonra o hanımefendi döndü bana dedi ki:
“Bundan sonra daha çok okumalıyız değil mi? Çünkü dinimiz öyle emrediyor.”
1 yorum
[…] Daha Çok Okumalı Değil Miyiz? | MEHMET YILDIZ […]
Yoruma Kapalı