DERLEYEN: ERDEMLİLER YOLU AKADEMİ
وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
“Muhacirlerden ve ensardan o ilkler ve bir de ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdırlar. Allah onlara, altlarından ırmakların çağladığı, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe sûresi, 9/100)
Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, Sahabe Efendilerimiz hakkındadır.
Sahâbe efendilerimiz; Peygamberimize gösterdikleri bağlılık ve teslimiyet, ona verdikleri destek, vefatından sonra da İslâm’ın yayılması ve doğru anlaşılması için, yaptıkları olağan üstü çalışmalar sebebiyle dinimizde çok önemli bir yere sahiptirler. Onların büyük bir kısmı, daha önce yaşadıkları şirk hayatından Allah ve Resûlü’nün terbiyesi sayesinde kurtulmuş, bizzat Resûlullah’tan öğrendikleri İslâm’ı güzel bir şekilde yaşamışlardır. Bundan dolayı Efendimiz, ümmetinin onları örnek almasını tavsiye etmiş, sahâbe çizgisini, getirdiği dinin devamı olarak göstermiştir.
Ashab-ı kiramın İslâm’ı yayma ve Resûlullah’ı koruma uğrunda yaptığı fedakârlıklar kendilerinden sonra gelen nesilleri imrendirecek ve hayrette bırakacak niteliktedir. İslâmiyet onların bu davranışları sayesinde kök salıp yayılmış ve sonraki nesillere ulaşmıştır. Resûl-i Ekrem ve O’nun şahsiyeti hakkında bütün bilinenler sahâbenin naklettiği tespitlerden ibarettir. Eğer sahâbîler olmasaydı bugün Kur’ân-ı Kerîm dahil Hz. Peygamber ve İslâm’la ilgili güvenilir bilgi bulunmayacaktı. Kur’ân-ı Kerîm’in sûre ve âyetlerinin iniş sebepleri, hadislerin vürûd sebebi, Kur’an hükümlerinin pratik hayata tatbiki ve açıklanması ile Resûl-i Ekrem’in peygamberliği süresince yaptığı icraat, ashabın aktarımlarıyla bilinmektedir. Eğer ashab olmasaydı bugün İslam dini diye bir din olmazdı.
Kur’ân-ı Kerîm, ashabı “كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ” “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” diye tanıtır bize (Ali Imran; 110). Sahâbîler ümmet içinde en değerli ve faziletli nesildir. İslâm karşıtları tarafından tehdit ve işkencelerle, hatta ölümle karşılaşan, yurtlarını, mallarını, eşlerini ve çocuklarını terk edip başka yerlere hicret etmek zorunda kalan sahabiler olmuş, ancak inançlarından, Allah’a ve Resulüne olan bağlılıklarından tâviz vermemişlerdir. Cenâb-ı Hak ashâbı Kur’an’da övmüş ve onların mutedil, dengeli bir topluluk olduklarını, Allah ve Resulü’ne iman edip tam teslimiyet gösterdiklerini ve büyük sevap kazandıklarını, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğunu ve sonsuz kalacakları cennetin onlar için hazırlandığını bildirmiştir. Ayetler, kendileri ihtiyaç içinde bulunmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ettiklerini ve sonsuz kurtuluşu hak ettiklerini, gerçek müminler olarak bağışlanacaklarını ve âhirette cömertçe rızıklandırılacaklarını haber vermiştir. Peygamber Efendimiz de bizzat fedakârlıklarını gördüğü ashaptan bahsederken onları “insanlık tarihinin en hayırlı nesli”, “ümmetin en hayırlıları”, “cehennem ateşinin yakmayacağı kimseler” ve “cennetlikler” diye tanıtmış, ayrıca ümmetin onlara ikramda bulunmasını, iyilik etmesini ve ashabını çekiştirmemesini, onları suçlamamasını istemiştir. Allah Resûlü (s.a.s):
لاَ تَسُبُّوا أَصْحَابِي، فَلَوْ أَنَّ أَحَدَكُمْ أَنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ، ذَهَبًا مَا بَلَغَ مُدَّ أَحَدِهِمْ، وَلاَ نَصِيفَهُ “Ashabım hakkında uygunsuz sözler söylemeyin! Eğer, sizden birinin Uhud Dağı kadar altını olsa ve bunun tamamını Allah yolunda infak etse, bu, onların bir-iki avuçluk infakına, hatta yarısına bile karşılık gelmez.” Buyurmuşlardır. (Buharî, Fedâilu’l-ashâb 5)
Peygamberimiz’in ahirete göçünden sonra ilim öğreterek İslâm’ı yaymak için çeşitli yerlere hicret etmiş ve bazı merkezlere yerleşmiş, doğdukları yere geri dönmemişlerdir.
Rivayetlere göre Şam’a 10.000’den fazla, Humus’a 500 fazla sahâbî yerleşmiştir. Mısır’da yaşayan sahâbîler üzerinde duran Süyûtî 300’den fazla sahâbînin buraya yerleştiğini tesbit etmiş; Tâif, Yemen, Yemâme, Bahreyn, Medâin, Merv, Nîşâbur, İsfahan ve Semerkant gibi yerlere de sahâbîler gitmiş ve bir kısmı buralarda vefat etmiştir. Bazı sahâbîlerin Hindistan’a, Çin’e ve Endülüs’e ulaştığı belirtilmektedir. İstanbul’da bugün sahâbe kabri olarak ziyaret edilen otuz civarında yer bulunmaktaysa da bunlardan sadece Ebû Eyyûb el-Ensârî ile Ebû Şeybe el-Hudrî’nin burada şehid olduğu kaynaklarda geçmektedir.
Şimdi o yıldızlardan bir tanesini kısaca zikredip hutbemizi bitirelim. Sa’d b. Muaz; O İslâm öncesi ve sonrası hayatında hep örnek bir tavır sergilemiştir. Her şeyden önce o fıtraten çok temizdi. Doğru bulduğu şeye çok iyi bağlanır ve bağlandığı şeyden de bir daha kopmazdı. Onun için de başlangıçta, putperestlerin gelip kendisinden ders alacağı kadar iyi bir putperestti. Mus’ab b. Umeyr, İslâm dinini tebliğ için Medine-i Münevvere’ye geldiğinde, Sa’d b. Muaz hemen kılıcını alıp Mus’ab’ın başını almak için harekete geçti.. geçti ama Mus’ab, iyi bir mürşitti. Çarçabuk Sa’d b. Muaz’ın ruhuna girdi ve başını almaya gelen insanı, söz ve davranışlarıyla beş on dakika içinde yola getirdi. Evet Mus’ab’ın, ruhlara girmesi, bakışlarının muhatabını sakinleştirmesi ve tesir altına alması müthişti. Onun, Sa’d b. Muaz´a neler söylediğini bütün ayrıntısıyla bilemesek de bildiğimiz bir şey var ki o da şudur, “Ben sana Kur’ân okuyayım, eğer beğenmezsen kellemi al.” demesi ve ardından da o eşsiz Kur’an’ı seslendirmeye başlamasıydı. Kim bilir Kur’ân’ı nasıl içten ve samimî okumuştu! Orada okunan Kur’ân, Sa’d b. Muaz’ın başını öylesine döndürmüştü ki, kılıcını kınına koydu, dosdoğru kabilesinin yanına döndü ve biraz sonra da bütün kabilesini getirip, Müslüman olduk hepimiz diyerek Mus’ab’a teslim etti.. Zaten onun İslâm’a girdikten sonra sergilediği hayat dillere destandır. Allah Resûlü yeri geldi İslam için mallarını istedi, verdi, yeri geldi başka bir şey istedi, onu da verdi.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, kendisi için ayağa kalkanlara “Acemlerin büyüklerine kalktığı gibi ayağa kalkmayın!” dediği hâlde, Sa’d bin Muaz (radiyallahu anh) meclise girerken “Kavmin Seyyid’i için ayağa kalkın!” buyurmuştur.
Resûlullah, (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Buvât Gazvesi’ne giderken Sa‘d b. Muâz’ı Medine’de yerine vekil bıraktı. Bedir Gazvesi’nden önce Efendimiz, Sa‘d b. Muâz’a ensarın savaşa katılıp katılmama konusunda ne düşündüğünü sordu. Sa‘d, Medineliler’in Akabe’de verdikleri sözde durduklarını, Resûlullah’ın hiçbir emrine itiraz etmeyeceklerini söyledi.
Hendek savaşının sonlarına doğru düşmanlar tarafından atılan bir ok Sa‘d’ın koluna isabet ederek damarlarını parçaladı. Hz. Peygamber çok kan kaybeden Sa‘d’ın tedavisiyle bizzat ilgilendi ve kendisini Mescid-i Nebevî’nin yanındaki hasta çadırına nakletti. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisini ziyaret için çadırına girdiğinde, o, yaralı yerde yatarken şöyle dua ediyordu: ‘Allah’ım, Müslüman olduktan sonra bugüne kadar senin dâvân için çalıştım. Ve şimdi Mekkeli müsrikleri bir kere daha Medine’den püskürttük. Öyle zannediyorum ki bunlar bir daha bizim karşımıza çıkmayacaklar. Eğer, Allah Resûlü onlarla bir kere daha hesaplaşmayacaksa, benim yaşamamın bir mânâsı da yok, emanetini alabilirsin.’
Evet sahabe anlayışına göre; bir insan, irşad yapmıyor, bulunduğu yerde dini adına hizmet etmiyorsa, o abes yaşıyor, dolayısıyla hayatta kalmasının da bir mânâsı yok demektir. Allah (celle celâluhu), Sa’d b. Muaz’dan emanetini alır, fakat bütün gök ehli, ruhaniler bu hadiseyle sarsılmıştır. Allah Resulü buyururlar: “Arş, Sa’d b. Muaz’ın ölümüyle titredi.” Demek ki yerdekiler gibi göktekiler de dünyada olup biten hadiseleri takip ediyor ve onun ölümüne üzülüyordu.
Aziz Kardeşlerim; Sahabe-i kiram, İslâm’a sahip çıkmanın çok pahalı olduğu bir zamanda kendi özgür iradeleriyle dine sahip çıktılar. Bugün sıra bize gelmiş bulunmaktadır. Şu an sahnede bizler varız. Allah bizlere de tıpkı sahabe gibi, İslam’ı hakkıyla anlayıp yaşamayı, ona sahip çıkıp asrın diliyle muhtaç gönüllere götürmeyi b nasip etsin. Şu zor zamanda çok basit sebeplerle dine hizmet etmekten el çektirmesin. Allah bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.
CUMA HUTBESİ | Sahabe Efendilerimiz word form
CUMA HUTBESİ | Sahabe Efendilerimiz pdf form