Cuma Hutbesi | Ölüm ve Ümit

Yazar Hizmetten

DERLEYEN: ERDEMLİLER YOLU AKADEMİ

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ

     ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟ 

Hiç şüphe yok ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra da büyük duruşmanın olacağı kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizle dâvalaşacaksınız. (Zümer, 30,31)

أَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ

Efendimiz (s.a.s); “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” (Tirmizi, Zühd:4)

Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, Ölüm ve Ümit hakkında olacaktır.

Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve kat’iyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Oysaki ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, kabir de bir topraklaşma çukuru, bir yalnızlık ve vahşet hücresi değildir. Kabir; aydınlıklara açılan bir kapı, insanı nuranî âlemlere taşıyan bir koridor ve ruhun ötelere yükselmesi adına bir rampadır. Hizmet şuuruyla imanlarını ibadetlerle, ibadetlerini de ihsanla derinleştirip ebedî bir mutluluğa tam hazırlanmış olanlar, yürürler kabir koridorundan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, tasavvurları aşkın saadetlere.

Ölüm, yaratılırken belli bir plan, program, hikmet ve maslahata göre yaratılan insanın, yine bir plan ve programa bağlı olarak bir buuddan başka bir buuda intikali, bir hâl değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-ı aslîsine dönmesidir.

Zâhiren mevt; çözülmedir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir. Gerçekte/hakikatte ise mevt; vazife‑i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir(Birinci Mektub, İkinci Sual)

Ahiret yurduna geçiş olan ölüm, tıpkı hayat gibi Allah’ın yeni bir yaratmasıdır. Furkân-ı Hakîm’de;

اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ “Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur).” (Mülk; 2.)

 أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍHer nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız…” (Nisa/78) Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır...” Cuma; 8.)

Yaşadığımız fani dünyada, her yüz yılda bir kuşak ve nesil ölüyor, yerine yeni bir kuşak ve nesil geliyor.

“Gelir bir bir, gider bir bir, kalır Bir.

Gelen gider, giden gelmez, bu bir sır.

Ölüm, bizim için, her zaman ruhun dolaşıp durduğu çok buudlu bir mekâna ve çok derinlikli bir zamana, Cenâb-ı Hakk’ın “Haydi şimdi bütünüyle bana gel!” demesinden başka bir şey değildir. Zaten canı, Can Sahibinin aldığını bilenler için ölüm, düğündür bayramdır.  Şair bu hakikati şöyle ifade eder;

Cânımı cânan istemiş, minnet cânıma,

Can nedir ki vermiyem cânânıma. (Fuzuli)

İnsanoğlunun önünde müthiş bir gün var. Resulü Ekrem (s.a.s) üzerimizdeki mesuliyetin ağırlığını bize intikal ettirirken şöyle buyuruyordu: “Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. (Müslim, Fezâil 134)

Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Ailelerinizin sıcak döşeklerini terk ederdiniz, yediğiniz şeyler gırtlaklarınızdan aşağıya inmezdi, içtiğiniz suyu rahatlıkla yudumlayamazdınız. Yüksek sesle Allah’a yalvararak dağlara çıkardınız.” (Tirmizî, Zühd 9) Resûlullah’ın ashâbına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar.

Ayet-i kerimede; فَلْيَضْحَكُواْ قَلِيلاً وَلْيَبْكُواْ كَثِيراً جَزَاء بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ Öyleyse kazandıkları günahların cezası olarak az gülsün, çok ağlasınlar!” denmektedir. (Tövbe; 82.)

Hz. Ömer (r.a)’in yüzüğünde كَفَى بِالْمَوْتِ وَاعِظًا “Nasihatçi olarak ölüm yeter” diye bir yazı vardı. Ve yine O, “Hesaba çekilmezden evvel nefsinizi hesaba çekin.” Derdi.

Hazret-i Ali (r.a) de şöyle buyurur: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Sizler âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın evlâtları olmayın. Zira bugün amel var, hesap yok; yarın ise hesap var, amel yok.”

Bir mezar taşına, dünyanın fani olduğunu ifade eden şöyle bir yazı vardı:

Ne gezersin benim gibi,

Bende gezdim senin gibi,

Ben olamam senin gibi,

Sen olacaksın benim gibi.

Aziz Müminler;

İslam, insanlara hayatın en ümitsiz anlarında ya da en zor zamanlarında dahi ümitvar olmayı öğütler. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın rahmet kapılarının sonsuz olduğunu ve hiçbir günahın bu kapıları kapatmaya yetmeyeceğini hatırlatır. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Zümer 53). Bu ayet, müminlere en zor anlarda bile Allah’a olan inançlarını korumaları gerektiğini vurgular. Ümitsizliğe kapılmak, Allah’ın merhametini göz ardı etmek demektir ve İslam’da ümitsizlik, insanın kendi imanına zarar vermesi olarak görülür.

Ümit, İslam tasavvufunun da temel değerlerinden biridir. Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi’de ümidin kaynağının, Allah’a yakınlık olduğunu belirtir ve şöyle der: “Ümitsizliğin ardında nice ümitler var. Karanlığın ardında nice güneşler var.” Mevlana, sıkıntıların geçici olduğunu ve Allah’a sığınarak insanın her zorluğu aşabileceğini hatırlatır. O, insanın içindeki karanlığı aydınlatacak olan şeyin ümit olduğunu anlatır.

Aynı şekilde, Yunus Emre de, Allah’ın kullarını her durumda koruyup kollayacağını, yalnız bırakmayacağını ifade ederek şöyle der: “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.” Bu söz, insanın her zorlukta yeniden doğarak ümidini tazelemesi gerektiğini, Allah’ın rahmetinin her zaman yeni başlangıçlara kapı araladığını anlatır.

Ümitsizlik, şeytanın insanı saptırmak için kullandığı en büyük tuzaklardan biridir. Şeytan, insanı Allah’tan uzaklaştırmak için vesvese verir, onu umutsuzluk ve karamsarlığa sürüklemeye çalışır. Kur’an’da şeytanın bu yönü açıkça ifade edilir: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri emreder. Allah ise size kendisinden bağışlanma ve bolluk vaad eder.” (Bakara 268).

İslam’da iman, ümit ve teslimiyet bir bütündür. Hayatın getirdiği tüm zorluklara rağmen Allah’a güvenen bir mümin, her karanlıkta bir ışık bulmayı bilir. Mevlana’nın dediği gibi, “Bu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen, o da sana yankısını öyle gönderir.” İnsan ne kadar ümitli ve Allah’a bağlı yaşarsa, o kadar huzur bulur ve o kadar sıkıntıları kolay aşar.

Allah’a dayanan insan, ümitli olmayı başarır ve bilir ki “dünya bir imtihan yeridir.” Ümit, bu imtihanları aşmada en güçlü kılavuzdur.

Merhametli Rabbimizden niyazımız; ümitle her türlü zorluğu aşmayı bize ihsan etsin, vefatımızla da ebedi saadet saraylarının kapılarını, sorgusuz sualsiz bize açsın.

Cuma Hutbesi | Ölüm ve Ümit   WORD

Cuma Hutbesi | Ölüm ve Ümit    PDF

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy