Gençlik, hayatımızı şekillendirecek çok önemli ve kritik seçimlerin yapıldığı bir dönemdir. Arkadaş, çevre, iş, eş, meslek gibi önemli seçimlerin tamamı veya başlangıcı bu dönemde belirlenir.
Gençlerin yaptığı seçimlerden birisi de, hayran oldukları, sevdikleri ve modellemek istedikleri kişilerdir.
İşte bu amaçla birçok genç belki de dünyevî üstünlükleri tercihinde esas tutar. Sadece şöhret, zenginlik, makam sahibi olmak gibi kriterleri önemser, sanatçılara, sporculara hayranlık duyar. Böylece örnek aldığı kişi veya kişiler belki de sadece dünya hayatıyla sınırlı kalır.
Oysa birçok hususta bize rehberlik yapan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda da bize yol gösterir ve iki hadiste şöyle buyurur:
“Gökten daha önce hiç inmemiş olan bir melek geldi, selâm verdi. Sonra Hasan ve Hüseyin’in Cennet gençlerinin, Fâtıma’nın da Cennet kadınlarının efendisi olduğunu müjdeledi.” (Tirmizî, Menâkıb: 31)
“Cennet ehlinin gençleri şu beş kişidir: Hasan, Hüseyin, Abdullah ibni Ömer, Sa’d bin Muaz, Übey bin Kâb.” (Câmiüssağîr: 4858)
Böylece Resulüllah (s.a.v.) gençleri, bu büyük sahabelerin hayatını örnek almaya teşvik etmiş oluyordu. Çünkü Cennette gençlerin efendisi olmak büyük bir makamdır. Bu makama ulaşan insanların hayatlarını, ahlâklarını, İslâm’a hizmet edişlerini örnek alan gençler onlara yaklaşır ve arkadaş olurlar. Onları seven, onlar gibi yaşayan gençler, Allah’ın inayetiyle Cennette o efendilere komşu olurlar.
Peygamberimizin (s.a.v.) “Cennet gençlerinin efendisi” olarak müjdelediği sahabeler, gençliklerini Allah’a ibadet ve Onun dinine hizmet yolunda ebedîleştirmişler, yaşayışlarıyla bütün gençlere örnek olmuşlardır.
Bunların ibret verici hayatlarından kısa bölümler vererek, onları çok özet de olsa tanımış olalım.
Hz. Hasan (r.a.)
Peygamberimiz (s.a.v.), Allah’ın emri üzerine sevgili kızı Hz. Fâtıma’yı (r.a.) Hz. Ali’yle (r.a.) nikâhladı. Bu evlilikten Hicretin üçüncü yılında Hz. Hasan Efendimiz (r.a.) dünyaya geldi.
Peygamberimiz (s.a.v.) sevgili torununu çok severdi. Onu koklar, öper, omzuna alır taşırdı. Ümmetine de onu sevmeyi tavsiye etmişti. “Allah’ım ben onu seviyorum, Sen de sev. Onu seveni de sev” diyerek, onu seveni Allah’ın seveceğini bildirmişti. Peygamberimizin (s.a.v.) ona olan sevgisi, sadece akrabalık hislerinden kaynaklanmıyordu. Onun sevgisi, Hz. Hasan’la (r.a.) devam edecek mübarek soyundan gelip İslâm’a hizmet edecek nuranî zincir içindi.
Hz. Hasan (r.a.) sekiz yaşında dedesini, altı ay sonra da annesini kaybetmiş, hüzne boğulmuştu.
O cömertliğiyle tanınmış bir sahabeydi. İki defa malının tamamını, üç defa yarısını sadaka olarak verdi. Sadakaya o kadar düşkündü ki, iki ayakkabısı olsa birini bağışlardı.
İbadete de çok düşkündü. Çok namaz kılar, çoğu günler oruç tutardı. Medine’den Mekke’ye yaya olarak tam 25 defa hacca gitmişti.
Babasının vefatından sonra Müslümanlar ona biat ederek kendilerine halife seçtiler. Sonraki günlerde ona biat edenler 40 bini buldu. Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke, Medine şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu. Ancak Mısır ve Şam halkı onun halifeliğini tanımadılar. Zaten onlar daha önce Hz. Muâviye’ye biat etmişlerdi.
Müslümanlar arasında birlik temin edilememişti. Nitekim halifeliğin yedinci ayında iki tarafın da ordusu Medâyin’de karşı karşıya geldi. Hz. Hasan’ın ordusu çok güçlüydü. O kadar ki, Muâviye tarafında bulunan Amr bin As (r.a.), Hz. Hasan’ın ordusunu görünce, “Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki orduyu yok etmedikçe geri dönmez” demekten kendini alamadı.
Ancak Hz. Hasan Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. Bunun için Muaviye’nin yaptığı teklifi kabul ederek, iki şartla halifelikten vazgeçti. Bu şartlar, bundan böyle halifelerin Müslümanlar tarafından seçilmesi ve oğlu Yezid’i veliaht tâyin etmemesi ile fakirlere sadaka olarak vermek için her yıl bir miktar para göndermesiydi.
Hz. Hasan’ın güçlü olduğu halde sırf Müslüman kanı dökülmesin diye hakkından vazgeçmesi, büyük bir fedâkârlık örneğidir. Bu şekilde Peygamberimizin de (s.a.v.) bir mûcizesi ortaya çıkmış oluyordu. Peygamberimiz, bir defasında torununa hitap ederek, “Bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Yakında Allah’ın oğlum vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah edeceğini umuyorum” buyurmuştu.
Hz. Hasan Hicretin 49. Yılında, 46 yaşında iken zehirlenerek şehit edildi.
Hz. Hüseyin (r.a.)
Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek neslini devam ettirecek olan ikinci torunu Hz. Hüseyin (r.a.) Hicretin dördüncü yılında dünyayı şereflendirdi. Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), kızı Hz. Fâtıma’nın evine daha sık gidiyor, onları sevip okşuyordu. Onlar hakkında, “Hasan ve Hüseyin benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır” buyurmuştu.
Bir gün Peygamber Efendimiz onun hakkında, “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah’ı seven Hüseyin’i sever. Hüseyin torunlardan bir torundur” demiştir. Peygamberimizin vefatından sonra babası Hz. Ali’nin (r.a.) terbiyesi altında büyüyen Hz. Hüseyin’in bütün hayatı sadelik içerisinde geçti. Bütün insanlığa örnek olacak bir hayat yaşadı.
Hz. Muâviye’nin vefatından sonra oğlu Yezid’in halifeliğini kabul etmedi. Çünkü Yezid, zâlim ve fasık birisiydi. Allah’ın emirlerine uygun hareket etmiyordu. Hz. Hüseyin’in böyle birine biat etmesi düşünülemezdi. Onun Yezid’e biat etmediğini gören Kûfeliler, Hz. Hüseyin’i dâvet ederek ona biat edeceklerini söylediler. O da yanına yakınlarını ve çocuklarını alarak Kûfe’ye hareket etti.
Yezid, Hz. Hüseyin’in bu hareketine çok kızdı. Kûfe Valisi Ubeydullah bin Ziyad’a bir ordu hazırlamasını emretti. Yezid’in taraftarları onu susuz, taşsız ve ağaçsız bir yerde konaklamaya mecbur etti. Yezid’in adamları ise suyun başını tuttular. Hüseyin (r.a.) bunların kendisini öldürmeye kararlı olduklarını görünce, yanındakilerin ayrılmasını istedi. Ancak yakınları bunu kabul etmediler.
Hz. Hüseyin’in bütün barış teşebbüsleri neticesiz kaldı. Gözü dönmüş güruh, mutlaka onu şehit etmek istiyordu. Hemen saldırıya geçtiler. Hz. Hüseyin’in yanındakiler ve kendisi şehit edildi. Onun başını keserek Yezid’e gönderdiler. Tarih Hicretin 61. yılını gösteriyordu. Bir gün sonra Gadiriyye Köyü halkı şehitleri defnettiler. Hz. Hüseyin’in kabrini gizlemek istedilerse de, ondan yayılan hoş koku kabrini belirledi.
Onun şehit edildiği gün güneş tutuldu. Gökyüzü kıpkırmızı kesildi. Halk Kıyametin kopacağını zannetti. Onun şehit edilişine sadece insanlar değil, cinler de ağladı.
Peygamberimiz, torunlarının fazileti hakkında şöyle demiştir:
“Hasan ve Hüseyin benim oğullarımdır. Onları seven beni sevmiş olur. Beni seveni Allah sever. Allah kimi severse onu Cennetine koyar. Kim onları sevmez ve düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur. Bana düşmanlık edeni Allah sevmez. Allah kimi sevmezse onu Cehenneme koyar.”
Abdullah ibni Ömer (r.a.)
Hz. Abdullah, Hz. Ömer’in (r.a.) oğludur. Babası Müslüman olduğunda 5 yaşlarında bir çocuktu. Bu yüzden hiç puta tapmamıştı. Medine’ye hicret ettiğinde 13 yaşındaydı.
Abdullah 15 yaşına geldiğinde Bedir Savaşı için hazırlanan orduya katılmak istiyor, kabına sığmıyordu. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.), yaşı küçük birkaç kişiyle birlikte onun da orduya katılmasına izin vermedi. Bu durum onu çok üzdü. Bu hususta şöyle der:
“Beni ufak tefek bulduğu için savaşa katılmama müsaade etmedi. Sabaha kadar ağlayarak, üzüntü içinde kıvranıp uykusuz geçirdiğim başka bir gece hatırlamıyorum.”
Hz. Abdullah yaşının küçük olduğu gerekçesiyle Uhud Savaşına da katılamadı. Fakat bundan sonra Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Büyük kahramanlıklar göstererek, Resulüllahın takdirini kazandı.
Hicretten sonra kendilerini sadece İslâmiyeti öğrenmeye veren ve başka işle meşgul olmayan “Suffe Ashabı”na dâhil oldu. Kısa zamanda Suffe Ashabının mümtaz şahsiyetleri içinde yer aldı. Ebû Hüreyre’den (r.a.) sonra en çok hadîs rivayet eden sahabedir.
Hz. Abdullah’ın mescitte kaldığı günlerde gördüğü bir rüyâ bütün gençlerimize örnek olacak niteliktedir. Rüyâsında iki melek kendisini alarak Cehenneme götürmüştü. 3 defa “Cehennemden Allah’a sığınırım” diyerek duâ etmeye başladı. O sırada onları başka bir melek karşıladı ve Abdullah’a (r.a.) “Korkma” dedi. Abdullah bu rüyayı kız kardeşi Hafsa (r.a.) Vâlidemiz vasıtasıyla Peygamberimizden (s.a.v.) sordurdu. Resulüllah, “Abdullah ne iyi birisidir. Bir de geceleyin namaz kılsa” buyurdu. Bundan böyle Abdullah geceleri pek az uyumaya başladı. Teheccüd namazını hiç terk etmedi.
Sünnete harfi harfine uyardı. O kadar ki, herkes o ne yaparsa sünnetten olduğunu bilirdi. Hattâ bir keresinde saçlarının tamamını kestirmiş, etrafındakilere de, “Ey insanlar bu sünnet değildir. Saçlarım bana eziyet verdiği için kestiriyorum” demek zorunda kalmıştı.
Çok cömertti. En sevdiği şeyleri Allah yolunda fedâ etmekten çekinmezdi. Fakirlere, yetimlere, kimsesizlere çok yardım ederdi. Hicretin 73. yılında 86 yaşında iken vefat etti.
Sa’d bin Muaz (r.a.)
Sa’d bin Muaz, ömrünün sadece altı yılını Müslüman olarak geçirmesine karşılık o kadar büyük hizmetlerde bulunmuştur ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun kendisine “Ensar içinde en sevgili kişi” olduğunu belirtmiştir.
Hz. Sa’d, Medine’nin iki büyük kabilesinden biri olan Evs’in Eşhel kolunun reisi olmakla birlikte, umumî manada Evs’in idâresi de onun üzerinde idi.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine’de İslâmiyetin yayılması için Mus’ab bin Umeyr’i (s.a.v.) görevlendirmişti. Hz. Mus’ab vasıtasıyla Müslüman olan Hz. Sa’d, hemen Eşheloğullarını topladı ve onlara şöyle dedi:
“Ey Eşheloğulları! Beni nasıl tanırsınız?”
“Sen bizim efendimiz, en ileri görüşlümüz ve en güvenilir adamımızsın” dediler.
Sa’d bunun üzerine şöyle devam etti:
“Ben de size söylüyorum ki, sizler de benim gibi Allah ve Resulüne iman edinceye kadar, ben içinizden erkek veya kadın hiçbir kimseyle konuşmayacağım.”
Bu konuşma hemen tesirini göstermiş ve o günün akşamına kadar erkek ve kadın tüm Eşheloğulları Müslüman olmuştu.
Hz. Sa’d, Bedir ve Uhud Savaşlarına katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Hendek Savaşında büyük bir yara alan Sa’d bin Muaz (r.a.) için mescidin içinde çadır kurulmuş, kanları akarken orada namazını kılmış ve bu hal üzere vefat etmişti. Hz. Sa’d, namaza büyük önem verir, asla terk etmezdi. Onun vefatı üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), “Sa’d’ın cenazesi üzerine Rahmânın arşı titremiştir. Sa’d bin Muaz için daha önce yeryüzüne ayak basmamış yetmiş bin melek inmiştir” buyurdu.
Sa’d bin Muaz’ın cenazesi taşınırken münâfıklar, “Ne de hafif bir cenaze” diyerek alaya aldılar. Bu sözler Peygamberimize (s.a.v.) ulaştığında, “Onun cenazesini muhakkak melekler taşıyordu” buyurdu.
Peygamberimiz onu çok sever, vefatından sonra da onun meziyetlerini ve manevî makamını yâd ederdi.
Übey bin Kâb (r.a.)
Kur’an’ın en güzel şekilde okunmasında büyük hizmetleri olan Übey bin Kâb (r.a.), Peygamberimizin, “en güzel Kur’an okuyan”, “Kur’an okuyanların efendisi”, “Ensârın efendisi” gibi iltifatlarına mazhar olmuştur.
İkinci Akabe biâtından önce Müslüman olmuş, Resûlüllahla birlikte bütün savaşlara iştirak etmişti.
Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine, “Ey Übey! Allah bana, sana Kur’an okumamı emretti” buyurdu.
Übey, “Allah benim adımı zikretti mi?” diye sordu.
Peygamberimiz, “Evet, Mele-i Âlâdaki isminle ve nesebinle zikretti” diye cevap verdi.
Übey de, “Öyle ise okuyunuz ey Allah’ın Resulü” dedi. Sonra bu İlâhî lütuf ve teveccüh karşısında duygulanarak gözyaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı.
Hz. Osman (r.a.) zamanında Kur’an okuma hususunda farklı görüşler ortaya çıktığında, Kureyş ve Ensardan 12 kişilik bir heyet teşkil edilmiş, Hz. Übey bu heyetin başına getirilerek Kur’an’ı okumuş ve Zeyd bin Sâbit de yazmıştı. O, bu hizmetiyle Kıyâmete kadar amel defterine sevap yazdıracak muazzam bir vazifeyi başarmıştı.
Hicrî 35 yılında Medine’de vefat etti.
Rabbim bütün gençlerimize, Cennet gençlerinin efendileri olan bu sahabeleri örnek almalarını ve Cennette onlara arkadaş olmalarını nasip etsin.
Kaynak:Cemil Tokpınar | TR724