”Bunlar geldiğinden beri burda namaz kılıyor, polis camilerden adam mı topluyor?”

Yazar Mizan
ŞERİF KOCA İLE RÖPORTAJ
-Kendinizden bahseder misiniz?
 
-36 yaşındayım, yüksek mimarım Kayseriliyim, İstanbul’da yaşıyorum. Evliyim ve iki oğlum var, biri 9 diğeri de 4 yaşında. Türkiye çapındaki ulusal büyük markalara mimarlık ve uygulama yaptım. Birçok marka elimden geçti. Florya’da ve Kayseri’de yaşıyorum, yoğun bir çalışma tempom vardı. Büyük markalara hizmet verirken aynı zamanda kendi inşaatlarımla da ilgileniyordum. Sanırım Allah biraz dinlenmemi istedi ama çocuklarımdan uzak, bu üç sene bana artık ağır gelmeye başladı.
Birçok hobim vardı, iyi gezerdim, her hafta sonu ailemle geçirirdim. Bu yüzden hapis hayatı bana daha acı verdi. Özgür ruhlu bir tarafım vardı. Çevremdeki arkadaşlarım bu gezmeli, tozmalı hayatımı görünce hayatı sen yaşıyorsun derlerdi. Çıkar çıkmaz soracağım, “Hayatımın bu bölümünde yaşamak ister misiniz?” diye.
 
-Gözaltı sürecinizi anlatır mısınız?
-Hangisini?
-Nasıl yani, kaç defa alındınız?
-2 defa.
 
-Nasıl oldu?
-2015’te iş adamlarıyla beraber dernekte maç izliyorduk, polis ansızın bastı baya kalabalıklardı. Uzun bir arama sonrası hepimizi alıp Vatan’a götürdüler. Uzun nezaret sürecinden sonra çıkarıldığımız mahkemece serbest bırakıldım. Nezarette 10 kişiden fazla  kaldık. Kapıya en yakın yere yattım. Bir yanlışlık olduğunu, hemen bırakacaklarını düşündüm. Bırakın devlete karşı suç işlemeyi, trafik cezam bile yoktu. Hayat boşluk kabul etmiyor, bir gece önce ünlü iş adamlarıyla İzlanda-Türkiye maçını seyrederken, bir gün sonra azılı suçlularla beraber nezarette kalıyordum. Nezarette enteresan bir suçlu vardı. Magic voice lakaplı bilgisayar korsanı. Dolandırıcıymış. Sesten tanı sistemiyle bankalardan milyonlarca para çalmışlar. Diğer bir suçlu torbacıların başı bir adam.  Adapazarı’nda helikopterle basmışlar bu suçluyu. Kumarhane işleten herif çok daha enteresandı. Kahvehanelerde, özel yerlerde  kumar organizasyonları yapıyormuş. Kalabalık bir grupta Sarallar çetesiymiş, bir de biz her şeyden bihaber çaylaklar. Devamlı  dua edip vakitlerde namazımızı kılıyorduk. Hatta kaza namazları da kılmaya başladık. Bir ikindi vakti biz cemaatle namaz kılarken torbacıların başı olan adam bağırdı:
-Lan memur aloo baksana bir buraya.
Polis,
– Ne var ne oluyor? diye sorduğunda bu adam bizi göstererek.
-La bunlar geldiklerinden beri namaz kılıyor. Devlet ne zamandır camiden adam toplamaya başladı? Diye sordu. Doğruydu aslında tespitti ama herkes güldü.
Ertesi gün bilgisayar korsanını sorguya götürdüler. Geri geldiğinde üstü başı dağılmış ama gülüyordu ne oldu diye sorduk,
-Aslında ben bilgisayar mühendisiyim. Bir suça karıştım sabıkalı oldum. Sonra iş başvurularımın hiçbirisi kabul edilmedi. Okul birincisi, başarılı bir programcıydım. Bankalara size danışmanlık yapayım, güvenlik açıklarınızı kapatayım dedim kabul etmediler. Ben de o gün artık karanlık tarafa geçmeye karar verdim. Parrod denen kopyalama cihazıyla kart kopyalama ve ses kopyalama  işlerine başladım. İşler baya büyüdü en son Ethem Sancak’ın beş yıldır bankada hareketsiz duran 750 bin lirasını indirdim. Sonra bunlar peşime düştü. Telefon kullanmazdım. O yüzden hiçbir delilleri yoktu. Polisler sorguda son zamanlarda kullandığım iPhone 5’imi getirip şifreyi gir biz de sana yardımcı olalım dediler. Hakkımda delil olacak tek şey de önümde duruyordu. 6 defa yanlış şifre girince telefon kendini formatlıyordu. 3 defa onlar yanlış verdiğim şifreyi tuşladı, verin ben gireyim deyip 3 defa da ben yanlış şifre girince telefon kendini formatladı, delil melil kalmadı. Polisler o sinirle biraz hırpaladılar ama olsun 1 -2 sene yatar çıkarım ben. Dedi meğer bu yüzden gülüyormuş. Böyle enteresan anılar sonrası mahkemede denetimli serbestlikle bırakıldım.
Yaklaşık bir yıl sonra sözde darbeden hemen sonrası beni almaya gelen polisler yanlışlıkla başka adresteki teyzeyi basmışlar. Daha sonra telefonla bana ulaştılar, ben de avukatımı alıp emniyete gittim. Neden kaçtığımı sordular, kendim geldim dedim. “Adresi yanlış yazmanız benim suçum mu? Ben evdeydim.” dedim. Daha önce aşina olduğum süreç gene başladı.
Nezarete attılar, bu sefer küçük hücredeydim. Hücre arkadaşlarım ise kadere bak ki daha önce bizi sorgulayan polisler benimle beraber nezaretteydi, suçlular ise dışarıda. Mali şubenin yeni komiseri beni çağırdı, o gün gerçekten futbol mu seyrettiğimizi sordu. O gün bizi basan polisin nezarette olduğunu ona sorabileceğini söyledim. Futbol seyretmenin neresi suçtu? O gece Türkiye maçını seyreden milyonlarca insan neden bizimle nezarette değildi suç ise? Mr. savcıyı dahi göremedin, tutuklanmak üzere sulh ceza hakimine gönderildik. Hâkim çok kısa bir zaman diliminde bizi dinlemeden tutuklanmamıza hükmetti ve gitti. Ellerimize kelepçe vuruldu ve direkt Silivri’ye götürüldük. Uzun süren kayıt sürecinden sonra terör örgütüne üye vasıflı kimlik kartımı elime verdiler ve koğuşuma gönderildim.
-Silivri günleriniz nasıl geçti? Az değil üç seneye yakındır buradasınız.
-Evet, koğuşun en eskisi benim. Şimdiye göre ilk zamanlar daha kötüydü OHAL dönemiydi, görüşmeler bu kadar kolay değildi mesela. Birçok şey daha kısıtlıydı OHAL’in kalkmasıyla bazı haklarımız verilmeye başlandı. Siz gene şanslısınız iyi zamanda geldiniz. İlk geldiğim zaman koğuşta 2-3 masa ve 3-5 sandalye vardı nöbetleşe kullanıyorduk. Buzdolabı, TV yoktu, zamanla imece usulü aldık. Yaklaşık 6 gün sonra kapalı görüş yapabildim. Kalın cam, elimde telefon ahizesi, bir elim camda dokunabilme ümidi ile görüşmemizi yaptık. O dönemde açık görüş 2 ayda bir, telefon hakkımız 2 haftada birdi. 2 ay gibi bir zamanın ne kadar uzun bir zaman olduğunu açık görüşü beklerken öğrendim.  Şaşalı yaşantımdan sonra aksi  istikametteki bu cezaevi hayatı tabii ki de daha  fazla acıtıyordu. Kelimelerimi bile tehlikeli gören sistem mektup hakkımızı bile elimizden almıştı OHAL döneminde. Garip olan şu ki bize bu kısıtlamaları yapan yönetim adli suçlulara her hafta görüş, diledikleri gibi mektup haklarını veriyorlardı. Mahkemelerde yazan adalet  kavramının sadece sözlükte kullanılan bir terim olduğunu öğrendim. “Adalet mülkün temelidir.”  yazısı bana temelsiz bir gökdeleni anımsatıyordu artık.
Cezaevinde adli suçlular her türlü sosyal haklarını tam kullanabilirken biz ise sadece nefes alabileceğimiz bir mekânda yaşamaya çalışıyorduk. Diğerleri katil, tecavüzcü, uyuşturucu satıcısı iken biz iş adamı, doktor, mühendistik. Bize bu yapılanları inanın hiç anlayamıyorum. Anlayan biri varsa da lütfen anlatsın.
İnsan haklarının çoktan çürüyüp gömülmüş olduğu yerde kalıyoruz biz. Tabiri caizse delirmemiz, yok olmamız için koyulduğumuz  bu cezaevinde inancım gereği vaktimizi boş geçirmiyor, kitap, Kur’an okuyarak bilgimizi artırıyor ve ideallerimiz, hayallerimiz için  spor yaparak bedenimizi diri tutmaya çalışıyoruz. Daha önce yoğun iş tempomdan dolayı çok vakit ayırmadığım, ki kendime bu konuda çok kızıyorum, şu an Kur’an okumayı öğrendim. Tefsir, meal, ilmihal gibi derslerle dini inancımı adeta yeniden inşa ediyorum. Bir ara çok bunalmıştım, artık kaldıramıyordum bu cezaevi hayatını. Avluda Kur’an okurken dalmışım, rüyamda salonda bir telefon ve ince bir erkek sesi fisebilillah diye 3 defa tekrarladı. Ama ben ne anlama geldiğini bilmiyordum. Etrafımdakilere sorunca Akşemseddin olduğunu söylediler. Daha sonra bu sihirli kelimenin ne anlama geldiğini öğrenince hapis hayatım daha da  kolaylaştı benim için, yalnız değildim bunun farkındaydım. Fisebilillah, Allah rızası demekmiş. O günden sonra neden buradayım sorusunu kendime hiç sormadım. Çünkü biliyordum ki Rabbimin rızasını kazanmak için buradaydım. Sınırsız bir hayat için sınırlı bir zaman dilimini burada geçirmiş olmam aslında çok da büyütülecek bir mevzu değildi.
Cennet ucuz değil lakin cehennem de lüzumsuz değil. Diğer bir arkadaşın rüyası beni çok daha fazla etkilemişti. Sabah ağlayarak kalktı, uzun bir süre konuşamadı, şoktaydı. Sonra kendisine gelince anlattı. Efendimiz(as) imam, kabenin önünde cemaat yapmışız, Efendimiz dönüp, “Herkes burada mı?” diye soruyordu. Baktım tüm koğuş “burada” dedi ve namaza durduk. Bu tarz rüyalar bize umut veriyordu. Çok zamanlar rüyalara inanmazdık ama birisi bizzat ben gördüm, derse ciddiye alırdık. O kadar manevi rüyalar görüldü ki koğuşumuzda tek tek anlatsam zaman yetmez. Diğer bir arkadaş Efendimizle Hz. Ali’yi görmüş, koğuşları gezip teftiş ediyorlarmış. Bu tarz manevi rüyalar çok doğaldı, hiçbir günahın olmadığı ve 24 saat zikir, ibadetle geçen koğuşta rüyalarımızda başka ne görebilirdik ki? Ya ailemizi ya da mübarek zatları görmemiz çok doğal.
Bayramlar çok hüzünlü geçiyor. Burada 6 bayram geçirdim ve umarım bir sonraki bayramımı ailemle geçiririm. Ramazanda hayatımda ilk kez hiçbir gece uyumadan iftar, namaz, Kur’an, teravih, sahur, gece namazı, zikir sayım yapıldıktan sonra sabahları  az  bir uyku  ile  manevi  dünyam  için  harikulade  bir  Ramazan yaşadım. Son 10 gününde Efendimizin sünneti olan itikaf yaparak zaten dünyadan soyutlanmışken TV, gazete gibi dünyevi şeyleri de kaldırıp tamamen soyutlanarak manevi olarak dolu dolu geçirdik. Bayram çok farklıydı. Güzel bir kahvaltı hazırladık. Sabah bütün koğuşlardan bayram ezanı duyuluyordu. Bayram namazımızı kıldık ve sarılarak bayramlaştık.  Kahvaltımızı yaptıktan sonra ilahiler, şiirler, hapishane türküleri ve tabii ki de bayram gözyaşları… Avlu 5 metre uzunluğunda duvarlarla kaplı bir çukuru andırıyordu. O çukurda 3 yıl boyunca çok anılarım oldu. O son bayramım olsun derken 6 bayram geçirdim. Bayramdan 4 gün sonra açık görüş yaptık. Ailemin hepsi gelmişti. Bir nevi ailemizle  bayramlaşmak gibi oldu. Küçük oğlum beklemekten yorulmuş kucağımda uyudu kaldı. Görüş bitti, ben uyandırmaya kıyamadım.  Farklı bir ruh hali o görüşler. Gerçekten ifade edemem. Allah mutlak adildir ve her şeyi görendir.
Bu 3 sene zarfında çok kitap okudum. 22 ay sonra halı saha hakkımızı verdiler. İlk defa gökyüzünü tel örgüsüz görüyordum. Çok mutlu olmuştuk o an. Zaman gelip geçiyor işte. Projeler yapıyorum, zamanımı değerlendirmeye çalışıyorum. Çok arkadaşı uğurladım, çok arkadaşa hoş geldin dedim bu üç sene zarfında. Sanırım bir 300 kişi gelip gitmiştir koğuşumuzdan. Ben de hancı gibi burada kaldım. Bazı arkadaşlar şakalaşıyor en son sen çıkacaksın gibi, çıkarken anahtarı paspas altına koymayı unutma diyorlar. Hayırlısı diyorum. Bir gün evet mutlaka bir gün çıkacağız. Ama unutacak mısın, diye sorarsanız kesinlikle unutamayacağım. Çok şey yaşadım, çok şey gördüm bu yaşımda. Ama Rabbime şükürler olsun gene de. Veren o, alan o, neyin hesabını sorabiliriz ki?.
 
-Teşekkür ederiz. Geçmiş olsun.
 
Yazar notu: En eskimiz olduğu için saygı duyardık. Çok bilgili kültürlü bir arkadaşımızdı. Çok kitap okurdu. Sabahları uyumaz belgesel kanalında araba, ev programlarına bakardı sadece. Gazete okumayı severdi. Hiç sinirlendiğini görmedim, hep güler yüzlü olurdu. Çok eski ve çok mahkeme gördüğü için savunmamıza yardımcı olurdu. Avukattan daha iyi savunma hazırlardı bize. Biz de karşılığında kavurma hediye ederdik almasa da. Ayak topunu, voleybolu çok severdi. Yenilgiye tahammülü yoktu. Ama kendisini gerçekten çok severdik. Bu kitabın basılacağı bugünlerde tahliye olduğunu öğrendim nihayet. Mahkemesi devam ediyor.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy