Şu muhteşem kâinat kitabındaki âhenk, eşyânın birbirine destek olması ve birbiriyle baş başa, omuz omuza vererek bir bütün teşkîl etmesiyle devam etmekte; her türlü yıkılım ve tahrîb ise birbirine zıt akımların çarpışmasından meydana gelmektedir. Cereyanlar arasındaki müsâdemenin şiddeti nispetinde de tahrip fazla olmaktadır.
İnsan cemiyetleri de öyledir; duygu, düşünce, tasavvur birliği ile bir araya gelmiş ve aynı terbiye ile ruhta kemâle ermiş bir toplum, fevkalâde bir nizam içinde ve istikbâl va’dedicidir. Farklı düşünce ve mütâlâalarla gelişmiş ve iyi bir terbiye görmemiş yığınlar ise, içinde ihtirasların, kinlerin, nefretlerin kol gezdiği bir kargaşa ve huzursuzluk topluluğudur ve bu topluluğun hayır adına va’dettiği hiçbir şey de yoktur. Böyle bir ‘telâtüm-ü emvâc’ içinde ferdin kararını bulup oturaklaşması, milletinde sükûnet ve istikrara kavuşması ise zorlardan zor, belki de imkânsızdır. Ve hele, toplumun ana müesseseleri, çalkantının ‘merkez-üssü’ durumunda ise… Evet, işte o zaman cemiyyet, bütün bütün nizamsız ve dolayısıyla da binbir fezaat ve ürpertinin oynaşıp-kaynaştığı bir kaos haline gelmiştir. Oysaki kâinattaki ilâhî nizam ve âhenk gibi, insan cemiyetlerinin de düzenli olması, hem tabiattaki ‘âlemşümûl’ armoniye uyulması bakımından, hem de fıtrat kanunlarıyla çatışılmaması açısından lüzumlu ve zarûridir. Kâinat kitabındaki umûmî âhenge uymayan her hareket bir fiyasko, bu yanlış hareketin kurbanı olan toplum da bir talihsizler yığınıdır.
Bu itibarla, ard arda neticesiz tazyiklerin, misilleme adıyla karşılıklı tecavüzlerin ‘fâsit dâire’ler teşkîl ettiği bir cemiyette, anlaşmazlıkların, kararsızlıkların ve hele, kalb ve rûh yetersizliklerinin meydana getireceği kargaşa; öyle korkunç bir kasırga hâlinde etrafı saracaktır ki, onun dehşetinden kimse, ne olup bitenleri ne de onların gerçek sebeplerini düşünme ve araştırma fırsatını bulamayacaktır. Ve tabîi bu arada, peşi-peşine cereyan eden müsademelerden, millet ağacı tekrar ber-tekrar sarsılacak; yer yer yuvalar yıkılıp gidecek; fertler de şaşkına döneceklerdir. Bâri, bu korkunç yıkılım karşısında, inanç ve düşünce plânında toplumun imdadına koşanlar, nizam anlayışına, yenilenme inancına, iknâ kabiliyetine, ihlâs ve samimiyete sahip olsalardı! Heyhât, ne gezer!.. Aslında, bunların hemen hiçbiri, ne berrak bir dünya görüşü ne bir ilk plân ve sistem, ne de bir mukadderat endîşesiyle bu işin içine girmiş değillerdi. Belki, büyük bir kısmı itibariyle, tehlikeyi, bu ilk sezen ve irkilenler dahi, fevkalâde hissî, fevkalâde kindar ve nefsânîlikleri uğruna her türlü tegallübe, tasalluta, tahakküme ‘evet’ diyebilecek kadar ham ruhlu kimselerdi…
Ne acıdır ki hiçbir düşünce ve anlayışla izahı kâbil olmayan bu kavgada, daha doğrusu bu curcunada; en çok gadre uğrayan ve devamlı sarsıntıya maruz kalan da masûm halk yığınları oluyordu. Yüzlerce yıllık harsı ve tarihî değerleriyle kaynaşmış, bütünleşmiş bu saf-yığınlar, nereden gelip nereye gittiklerini, kimin hesabına hareket ettiklerini bir türlü kestiremeden, dalâletten dalâlete sürükleniyor ve fevkalâde bir şaşkınlık içinde yüzüp gidiyorlardı. Ve hele, kendisinden ışık ve işaret beklediği münevverinin, mâzî ve mefahirini inkâr edişi, nesepsizliğe pey çekişi onu, bütün bütün yolsuzlaştırıyor, soysuzlaştırıyor ve uğursuzlaştırıyordu. Nihayet, binbir kötü niyetle toprağımızın bağrına serpilen yümünsüz tohumlar, boy atıp gelişince, cemiyyet de her kesimiyle müsademeye hazır ‘düşman-kamplar’ hâline geldi.
Bir tarafta, her türlü ‘ibâhîliği’ hoşgören ve bir çırpıda bütün mukaddeslerini silip geçen, bütün millî değerlerini tezyif eden uğursuz ve serâzât bir güruh ki bunların eline düşen ferd, hiçbir kayıt altına girmeyen bir serseri; yuva, ‘Hollywood’ artistlerinin barındığı bir payvon; toplum da binbir maskaralığın kol gezdiği bir karnaval vaziyeti arz ediyordu. Böylece de zaten asırlardan beri içtimâî erozyonlarla aşındırılmış millî rûh bu uğursuz ellerde, tamamen felce uğratılarak yatağa düşürülmüş oldu. Keşke, bu menfî hareketler karşısında, kendi rûhuna sahip çıkmak isteyenlerin davranışları, yürekten, yiğitçe, merhametli ve müspet olsaydı!.. Heyhât!.. Bunlar da; bir kısmı itibariyle beklenen dengeyi kuramadılar ve topluma emniyet telkin edemediler.. aksine, bunlar da aşırılığa, kısmen aşırılıkla mukabele ederek, pek çok güzel, doğru ve yararlı şeylere kıydılar. Bu kör döğüşünde, nice defa hak, hem de yine hak uğruna katledildi. Kaç defa, yanlışlar doğru, doğrular da yanlış gösterilerek kitleler aldatıldı ve yığınlar birbirine düşürüldü. Yer yer hasım kamplar arasında patlak veren kavgalar, her iki zümreyi de eritip tükettikten başka, millî bünyede de kapanması güç rahneler açtı.
Evet, bu umûmî curcunada, her an yüzünü ekşitip dişlerini gıcırdatan ve karşısındakinin gırtlağına sarılmak için bahaneler arayan gözü dönmüş ‘mülhit-ruh’ zaten bu güne kadar zararlı ve tahribkâr olmuştu. Buna karşılık, müdafaasını mâkûl bir sisteme bağlayamamış ve kine ‘kin’le; öfkeye ‘öfke’yle mukabele eden saf-derûn toy ruhlar da muvazeneyi koruyamamış, yanlış hareketlere girerek hasımlarının eline koz vermişlerdi. Ve işte böyle, bir tarafta bütün millî değerlerini red, mâzî ve mefâhirini inkâr eden ve yabancılaşa yabancılaşa tamamen mâhiyet değiştirmiş; hürmetsiz, sevgisiz, tarihsiz, inançsız ve iştahlarının esirî sefîl varlıklar; beri tarafta da bu hilkat garîbelerine karşı, bir ölçüde öfkeyle, tecavüzle, mukabele eden, mücadele rûh ve düşüncesini henüz kavrayamamış heyecanlı delikanlılar… Millet, yıllar yılı, bu zıt akımlardan meydana gelen dalgalarla pençeleşti; girdapları göğüsledi, tekrar tekrar hırpalandı ve defalarca ümitsizliğe terk edildi…
Şimdi, bütün milletçe, bu zararlı akımları ‘nötr’ edecek; hakikate saygılı, Hakk’ın hatırını her şeyden üstün tutan, akıl, iz’an ve insaf sahibi; dimağı aydın, gönlü nurlu, rûhu çok yukarılarda pervâz eden ve atalarımızdan tevârüs ettiğimiz bütün millî değerlerimize, örf ve âdetlerimize, sanat ve kültürümüze, ahlâk ve terbiyemize saygılı ve hürmetkâr bir hasbîler kadrosu beklenmektedir. Bu kadro, asırlardan beri bizi ayakta tutan milletin rûh kökünü ve tarihî değerlerini devirici olmayacak; bilâkis onlara, gelişen dünya şartları karşısında canlılık kazandıracak ve onları millî bünyenin birer parçası sayarak sahip çıkacaktır. Millet benliğinin, böyle kahrolup gitmekle yüz-yüze bulunduğu bir dönemde, onun kurtarılma vazifesini üzerine alan, ‘mukaddes çile’nin sahibi bu kutsiler ordusu, yıllardan beri, içten içe toplumu kemiren dâhilî kokuşma ve sürtüşmeleri bertaraf ederek, yığınlar arasında bir ‘sulh çizgisi’ te’miniyle, bugüne kadar her kullanışında cemiyetimizi dâğidar eden, her iki zümrenin köhne metotlarını, zararlı taassuplarını, inhisarcı düşüncelerini ortadan kaldırıp, en olgun insanlara yaraşır şekilde, her hayrı alkışlayacak, her kötülüğü de tesirsiz hâle getirecektir.
Cemiyetin baş ağrılarının had safhaya vardığı; gerçek düşmanlık ve düşmanlarımızın apaçık ortaya çıktığı; bağlı bulunduğumuz dünya ile aramızdaki diyalogun her gün biraz daha kuvvet kazandığı bu günlerde, milletçe fevkalâde ümitli ve dirileceğimiz inancını taşımaktayız.
Sızıntı, Nisan 1983, Cilt 5, Sayı 51