İnsan, bazen sosyal medyanın bunaltıcı atmosferine kaptırınca kendini, Akif gibi, “Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!” diyesi geliyor. Öylesine bunaltıyor ki, birden dilinize ‘Her yer karanlık, mahşer mi Ya Rab!’ türküsü dolanıveriyor. Adeta Cenab-Hakka isyan olur endişesini taşımasanız, “Bu kadar da olmaz ki Yarab!..” diyesiniz geliyor. Demem o ki bazen boğulacak hale geliyoruz ve Keçecizade İzzet Molla’nın dediği gibi, “Ben usanmam gözümün nuru cefadan, amma / Ne kadar olsa, cefadan usanır, candır bu!..” diyoruz.
Nasıl demeyeceksin ki? Bakınız geçirdiği felçten sonra yatalak hale gelen ve asgari ihtiyaçları ancak iki bakıcıyla giderilebilen 86 yaşındaki Mustafa Said Türk amcaya yapılanlar karşısında nasıl ‘Ben usanmam gözümün nuru cefada’ diyeceksiniz.
Yunanistan’dan geri itildikten sonra çocuklarıyla birlikte Edirne’de gözaltına alınan ve daha sonra ev hapsi kararıyla serbest bırakılan Hatice Karaca’nın, aldığı hapis cezası (6 yıl 3 ay) Yargıtay’da onanmış. Ardından da hemen tutuklanış. Eşi de kendisinden üç gün önce tutuklanmış. Her ikisi de Aksaray Cezaevine gönderilmiş. Geride Ender (10), Zeynep Betül (7), Fatma Sena (7) adında üç çocuk bir başına kalmışlar. Gel de şimdi ‘Bu kadar da olmaz ki Yarab!..’ deme.
Bütün bu hüzünlerin üstüne bir de hiç beklenmedik taziye haberleriyle sarsılıyorsunuz. Daha üç gün önce bir WhatsApp gurubunda beraber olduğumuz Ahmet Çelenli hocamız şöyle bir mesaj paylaştı: “Beldemizdeki kardeşlerimizden Matematik-İstatistik Hocası Dr. Yusuf Bilgiç Hoca’mız, Cuma gecesi geç saatlerde rahmet-i rahmana kavuştu. Cümle ihvanımızın, bahusus tanıyanların başı sağ olsun. Cenaze namazı yarın Islamic Center of Rochester’da öğle namazının akabinde kılınıp Avon’daki Müslüman Mezarlığında toprağa verilecek.”
Ondan birkaç gün evvel de Saraybosna Uluslararası Burç Üniversitesinin akademisyenlerinden Ceylani Akay’ın vefat haberi ile sarsıldık. Kendisi dört kişiyle birlikte bir trafik kazası geçirmiş ve yoğun bakımın ardından vefat etmiş. Cenazesi çalıştığı Uluslararası Burç Üniversitesinin yakınında bulunan Sokolovic merkez camiinde kılınmış. Vasiyeti üzerine 26 yıldır yaşadığı Saraybosna Hrasnica’daki Kovaci mezarlığına defnedilmiş.
Hani bir söz var, ‘bıçak kemiğe dayandı’ şeklinde. Ben diyorum ki bıçak kemiğe değil “sinire” dayandı. Hepiniz bilirsiniz diş doktorları sinir tedavisi yapmadan önce morfin yaparlar. Zira sinire dokunan bıçak acısı, dayanılması en zor acılardandır. Maalesef zalim zulme doymuyor, hain de hıyanet etmekten dur olmuyor. Bıçak kemiği çoktan geçti. Sinir uçlarımıza dokundu. İş böyle olunca sessiz kalamıyor ve bazen isyan noktasına varacak şekilde sesimizi yükseltmek istiyoruz.
Ama ne diyelim ki, biz de Sultan Mahmud’un yüzüğü üzerinde yazan, “Bu da geçer Ya Hû” sözünü dilimize virdizeban eder geçeriz. Zira acıların en merkezinde bulunan Hocamız, yaşanan bunca acıya rağmen, “Bu da geçer Ya Hû” diyerek her şeyi sinesinde eritiyor. O öyle olunca bize de ona iktida etmek düşüyor.
Sözün özü, arkamızda bıraktığımız gölgelerimize takılıp “Her yer karanlık, mahşer mi Ya Rab!” türküsü söylemek yerine, parlak yüzünü üstümüze çevirmiş; “Biraz da bana bak” diyen güneşe doğru yürüyüşümüzü devam ettirmeliyiz. Leylak, erguvan ve zambak kokulu baharı hiç yoktan var eden Allah’ın, bu kıştan sonra da mavi-mor rengarenk baharı yeniden yaratmaya muktedir olduğunu düşünmeli ve, ‘Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler’ deyip O’na sığınmalıyız.
Not: Sultan Mahmud’un yüzüğündeki o sözün hikayesi de şöyledir. Bir gün Sultan Mahmud vezirlerini toplayıp; “Bana öyle bir yüzük yaptırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem umudumu tazelesin, neşeliysem rehavete kapılmamam gerektiğini hatırlatsın.” der. Önceleri hiç kimse, böyle bir yüzük yapmayı başaramaz. Daha sonra ülkenin dört bir yanına haber salınır. Sonunda sade bir yüzükle Sultanın huzuruna çıkılır. İşte, Sultanın son derece hoşuna giden bu yüzüğün üzerinde o meşhur söz vardır.