Bir Uzun Temennî | Abdullah Aymaz

Yazar Mizan
2020 Mart Çağlayan dergisinin başyazısının başlığı: “Tarihi Tekerrürler Devr-i Dâimi Aralığına Bağlı BİR UZUN TEMENNİ” dir.
 Bu yazı hepimiz için hem bir zihin tazeleme hem de ümit ve şevk meselesi…
Çünkü EYYAMULLAH olarak ifade edilen Cenab-ı Hakkın takdiriyle insan grupları üzerinde dolaştırılan zaman parçalarının hikmetleri ele alınarak, fıtrat konuşturularak ilahi kanunların açılımı yapılmaktadır.
 Bu asrın ilk çeyreğinden sonraki müjdelenen güzel ve ihtişamlı günlere dair bir tadımlık gibi gelse de çok ince mesajlar veriliyor: “Ne var ki, hepimiz, gamın da tasanın da tutunamayacağını çok iyi biliyoruz. Hele bir de bu ölçüde olsun ufuklar aydınlanıp AK-KARA birbirinden ayrılsın, gayri yol boyu çekilen sıkıntılar hemen hafifleyiverecek. Mesafeler cehd-ü gayrete güler yüz göstermeye başlayacak. Tepeler dümdüz ve düzlükler de pürüzsüz hale gelecek; derken mefkure ile yolculuk iç ice giriverecek ve gaye ufkunun göz kamaştırıcılığı karşısında meşakkatin zerresi dahi hissedilmeyecek…
Şimdilerde az dahi olsa, eller gönül ipine uzanmış gibi ve her yanda ruhun solukları duyuluyor. Akıl kalble omuz omuza. Düşünce, o baş döndüren enginlikleriyle ilhamla sarmaş-dolaş. Mantık, vahyin önünde bir çömez gibi iki büklüm. İlim dine dellallık yapıyor; bilgi marifetin dümen suyunda; laboratuvar mabede çırak yetiştiriyor; iradeler, imanın sunduğu ab-ı hayatla dipdiri ve çelik gibi; gözler basiretin dolaştığı aynı ufuklarda dolaşıyor ve her yanda fiziğe rağmen metafizik baharlar tülleniyor. Öyle anlaşılıyor ki artık, kar-buz ne kadar şiddetli de olsa ruhlarda tutuşturulmuş bulunan sonsuzun harareti karşısındada çok fazla tutunamayacak ve fırtınalar ne kadar sertçe de esse, beşerî fıtratların tabiî temayüller fanusu içinde parıldayan meşaleleri -Hak müsaade etmezse- asla söndüremeyecektir. Gerçi, pek çoğumuz itibarıyla hala bazen kan kırmızı bir renge bürünerek değişik endişelerle tir tir titrediğimiz, bazen de şiddetli rüzgarlar karşısında telaşa kapıldığımız da oluyor; ama buna mukabil, filizinden dışarı fırlayan güller gibi her tarafa sımsıcak gülücükler saldığımız ve daldan dala sıçrayan bülbüller gibi bahar türküleriyle coştuğumuz da bir gerçek. Gönüllerimizde ümitlerin, emellerin harekete geçtiği, önümüzde Hızır çeşmesinin çağlayanlarının duyulduğu ve tepemizde “yed-i’beyza”nın dolaştığı apaçık. Bu mülahazalara oldukça erken uyanmış ruhlar, kendi gönüllerinin serhaddine dayanmış gibi oldukça emin ve uzaktan uzağa olsa da Cennet kokularını hissetmenin heyecanıyla pürneş’eler…
Evet, bugün olup-biten hadiseleri, kalb ve ruh rasathanelerinden temaşa edebilenler adeta bir nevruz sevinci yaşıyormuşçasına gönüllerinde sürekli bir toy-düğün neşvesi, yüzlerinde nevbahar çisentisi, ufuklarında farklı bir edayla pırıl pırıl güneş ve ayaklarının dibinde de her tonuyla yemyeşil bir zemin. Himmet ve gayret çağlayanları, ilahî lütuflar mecrasında ve ummana doğru gürül gürül çağıldamakta, hem de hiçbir engebeye takılmadan; karşılarına çıkan mâniaların bazılarının üstünden aşarak, bazılarının da kenarından-köşesinden dolaşarak arkalarında bıraktıkları en güzel hendesî çizgilerle kaderî Programların kendilerine yüklediği misyonu bütün teferruatıyla temsile çalışmaktalar. Onlar yürüyor, yollar onlara selam duruyor. Yürüdükleri her yerde aşılmaz gibi görülen engeller onların karşısında secdeye kapanıp dümdüz kesiliyor; kesiliyor ve adeta bu kutluların ayaklarına yüz sürüyor.
Aslında bu durum, kıvamındaki ruhların her zamanki hali: Bunlar sürekli bir buhurdanlık gibi tüter ve çevrelerine kokular saçarlar. Bir “öd” ağacı gibi yanar, iniltileriyle herkese yanmadaki zevki duyururlar. Yerinde aslanlar gibi kükrer, karakterlerinin gereğini sergilerler; yerinde bülbüller gibi şakır, ruhlara neş’e ve inşirah salarlar. Onların alınlarına, aziz ve mütevazı olma damgası iç içe vurulmuştur; ne ezilmenin zilletini bilirler ne de ezme ceberutu gösterirler. Hele bunların Rabbileri karşısında tevazu kanatlarını yerlere kadar indirip bir mahviyet sergilemeleri vardır ki, doğrusu görmeye değer. Hasılı bunlar, aslan tavrıyla güvercin töresini iç içe yaşamaya muvaffak olmuş öyle yiğitlerdir ki, onları iç derinlikleriyle tanıma bahtiyarlığına erenler bir daha da onlardan ayrılmak istemezler.”
   Onun için bize düşen, geleceğe ümitle bakmak… İnsanlık kalesinin bin senelik tahribinden sonra bize düşen tamir vazifesinin şuurunda olarak yapmamız gerekenleri, üzerinde meşveretle kafa yorarak ortaya koyup onların gerçekleşmesi için ciddi gayret göstermektir.

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy