“Cliff-hanging” diye bir kelime var İngilizce’de. Kelime kelime çevrilse “uçuruma asmak” şeklinde çevrilebilir. Merakta bırakmak, bir hikayeyi en heyecan verici yerinde kesmek demek. Sinema ve radyo tiyatrolarında anlatının muhatabı merak içinde bırakacak şekilde kesildiği yere “cliffhanger” diyorlar — “uçurum askısı”. Çocukluğumun “Arkası Yarın” radyo tiyatroları böyle askıda bırakırdı hikayeyi, bizi, hayatı… Sadece ertesi günü iple çekmez, gün boyu türlü türlü senaryolar yazardık kafamızda… Kurmacanın kurmacasını yaptırırdı bize uçurum askıları…
Hocaefendi Hazretlerinin anlattığı bir Büyük Anlatı’nın meftunlarıyız hepimiz. Herkesin bu büyük anlatıdan bir kısmeti, bir kahramanı, bir favori sahnesi vardır. Ve herkes de Hocaefendi’nin vefatıyla bir “uçurum askısında” bulmuştur kendisini. Benim favorim, tartışmasız, Yeryüzü Mirasçılarının Vasıfları’ydı… Hayatımın son beş yılında yaptığım bütün okumaları 1994 yılında yazılmış Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken yazısında zikrolunan sekiz vasfın etrafında yaptım. Makale daha yazıldığında “uçurum askısında” bitmişti: “… sanat düşüncemizi sekizinci vasıf olarak hatırlatmak îcab ederdi. Ancak şimdilik belli mülâhazalara binaen, Jülvern gibi: ‘Bir kısım çevreler bizim kriterlerimiz içinde henüz böyle bir yolculuğa hazır değiller’ deyip böylece bu mütalâamızı da noktalıyoruz.”
Daha yazıldığında, sanat düşüncesine takılıp kalmıştı kafam… Hoş riyazi düşünce de az gizemli bir vasıf değildi… Müslüman aklının prangalarından kurtarıldığı hür düşünce vasfı münferit dâhilerin başa çıkamayacağı kadar dev bir hedefti… Evrensel metafiziğin inşasıyla kemale varacak aşk vasfı mirasçının kalbine arzla arş arasında mekik dokutuyordu… Mirasçının vasıfları sekizle de kısıtlı değildi. Kalp kafa izdivacı, aksiyon düşünce salih döngüsü, temkin ve teyakkuz düşüncesi ve daha nice vasıf takip eden yazılarda ele alınmıştı. Ama askı sanat düşüncesine takılmıştı…
Oraya takılıp kalmıştım ben de… “Şimdilik” demişti… Onuncu yılında bir fırsatını bulmuş, “Vakti gelmedi mi?” diye sormuştum. Eminim başkaları da sormuştu. Yirminci yıl civarında Cemal Türk Ağabey şahit olmuştu, “Riyazi Düşünce ve Sanat Düşüncesini müstakilen ele alacak birer yazı yazmak istiyorum,” dediğine. Oysa, başta Yağmur Dergisinde yayınlanan beyan yazıları olmak üzere sanat düşüncesinin farklı yönlerini işleyen yazılar kaleme almıştı Hocaefendi Hazretleri… Ama, işte, sözün hepsini, sözün muhatapları henüz buna hazır olmadıkları için söyleyememiş; söz, askıda kalmıştı…
“Belli mülâhazalar,” dediği neydi; böyle bir yolculuğa hazır olmayan “bir kısım çevreler” yol arkadaşlığının gereğini yerine getiremeyecek dostlar mıydı, yoksa dindarların böylesi bir yolculuğa çıkmasını bile kaldıramayacak düşmanlar mıydı bilemiyorum. Bildiğim, yapılabilseydi, ve yapılabildiğinde, bu yolculuğa rehber olacak “bizim kriterlerimizin” henüz derlenmiş olmadığı. Hocaefendi Hazretlerinin, Jules Verne’nin Arzın Merkezine Seyahat romanının kahramanı Axel’e çılgın amcası Otto Lidenbrock’u yerkürenin merkezine yolculuk fikrinden vaz geçirmek için söylettiği “muasır bilim böyle bir yolculuğu kabule hazır değil” sözüne atıfta bulunması da bu kriterlerin kolay derlenebilir, kolay içselleştirilebilir kriterler olmadığını gösteriyor.
Fazlaca gizem katmak mümkünü muhal kılar. Bunun farkındayım. Ama şunun da farkındayım: Söylemek istemeseydi, sözünü etmezdi. Söyleyemedi, çünkü “Biz bu kriterlere, bu yolculuğa hazırız” sözünü söyleyemedik.
Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır böyle bir şey olsa gerek…
İşte bir başka hizmet alanından otuz yıl sürmüş şefkat yörüngeli sabır çilesi: Kendisi daha Edirne’de olduğu 1960 yılında bazı Cumartesileri yolunun üzerinde olan sinagoga uğrayıp, arka sıralarda oturarak hazanların (Yahudilikte müezzinin vazifesini yapan sinagog görevlisi) Mezâmir’den (Zebur) Saba makamında okudukları ilahileri dinlermiş. Aynı evi paylaşan, aynı yolu yürüyen Suat Yıldırım Hocamız, bu yol üzerinde bir sinagog olduğunu bile fark etmediğini yazıyor hatıratında. En yakınından saklamak zorunda kalmış diyalogun bu ilk tecrübelerini. Ancak otuz yıl sonra, otuz yıl muhabbet fedaili, müsamaha, hoşgörü, tolerans diyerek zemini hazırladıktan sonra bu diyalog yolculuğuna çıkmaya hazır hale gelebilmiş talebeleri…
Yazılmamış sanat düşüncesi paragrafının üzerinden otuz yıl geçti. Hocaefendi Hazretleri son sözünü söyleyip, pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da “uçurum askısında” bizleri uçurum askısında bırakarak ayrıldı aramızdan. Belki zaten, kader planında, sonraki kuşakların vazifesi olan bir dizi ufuk projeyi Hızıriyet makamının işaret oklarıyla gönüllerimize düşürmüş olarak ayrıldı. Respect Graduate School’dan Beytullah Çolak’ın kalbinin “İbrahimî Dinler Üniversitesi”nde takılı kaldığını biliyorum mesela… Risale & Hizmet Araştırmaları Merkezi’nden Deniz Yolcu’nun Uluğ Bey İslami Araştırmalar ve Kongre Merkezi’nin geleceğini dert edindiğini… Tefakkuh Okulu’ndan Hatice Keskin Hocanın İslam fıkhının tenkihi projesini askıdan indirme hayalleri kurduğunu biliyorum…
Bazı filmlerde “uçurum askısı” gibi görünen ama “açık uçlu son” olarak adlandırılan bitişler olur. Bu ikisinin arasındaki fark senaristle seyirci arasında tesis edilmiş olan “bu filmin devamı var” anlaşmasından ibarettir.
22-23 Şubat tarihlerinde Respect Graduate School bünyesinde toplanan Sanat ve Estetik Divanı, “bu film burada bitmedi” diyor. Emine Eser’in genel danışmanlığında, Çağrı Adil’in koordinatörlüğünde ve Asiye Betül’ün moderatörlüğünde toplanacak olan Divan’da Mehmet Aydınlı, Erkam Aydın’ın makalesiyle Mualla Aytekin, Dr. Mehmet Refii Kileci, Dr. Ali Karatay ve Dr. Mehmet Gümüşkılıç ve sunum yapacak. Divan’ın ikinci gününde yapılacak müzakerelerle oluşturulacak bir yol haritası teklifi de kamuoyu ile paylaşılacak. Ben de bu programda simültane çeviri desteği vererek bu rüyanın bitmediğinin ilan edilmesine yardımcı olmaya çalışacağım.
Sanat ve Estetik Divanı’na katılmak, bu duyuruyu etrafımıza yaymak, fikirlerimizle sonuç bildirgesinin şekillenmesine katkıda bulunmak Hocaefendi Hazretlerine ve onun büyük anlatısına, Hizmet Mefkûresine olan vefamızın gereğidir. Sanat ve estetik düşüncesini uçurum askısından indirmek, Hizmet mefkûresini bir açık uçlu sona mahkum etmemek biraz da buna bağlı…
* Sanat ve Estetik Divanı’na buradan kaydolabilirsiniz: https://shorturl.at/Y5afY