İnsanoğlu olarak, zahiren sebeplerle örgülenen, dünya dediğimiz bir madde âleminde yaşıyoruz. Dinamik bir yapıya sahip olan bu dünya hayatında, insan da maddi yapısı itibariyle dinamik bir süreç içerisinde. Bebeklikten gençliğe, gençlikten yetişkinliğe, yetişkinlikten yaşlılığa bu değişim devam edip gidiyor. Fiziki yapısı itibariyle değişen insanın, hayatı da dinamik bir yapıya sahip ve devamlı surette değişiyor. İnsan, bir gün iyi bir gün kötü, bir gün hasta bir gün sağlıklı, bir gün kolaylık içinde bir gün zorluk içinde…
Peki, bu dinamik süreç içerisinde insan ruh sağlığını nasıl koruyacak? “Anlam” ile.. İnsan, içinde bulunduğu değişken hallere, başına gelen olaylara, karşılaştığı durumlara yüklediği tutarlı ve olumlu anlamla ruh sağlığını koruyabilir.
İki insan düşünelim. İkisi de aynı olayla karşılaşmış olsun. Biri başına gelen o olaya olumsuz anlam yüklesin, diğeri ise olumlu anlam yüklesin. Görülecektir ki, olumsuz anlam yükleyen, hem olayın ağırlığı hem de olaya yüklediği olumsuz anlamın ağırlığıyla beraber, karşı karşıya kaldığı olaydan, diğer insana göre çok daha fazla etkilenecektir. Bu da o insanın ruh sağlığını olumsuz etkileyecektir.
Daha da somutlaştıracak olursak; suçsuz yere hapse girmiş iki insanı ele alalım. Birincisi hapiste oluşuna “Nereden başıma geldi bu, buradan çıkamayacağım, burada öleceğim…” diyerek olumsuz anlam yükleyerek, hem hapishane şartlarının ağırlığı, hem de belki de hiç yaşamayacağı bu düşündüğü ve dillendirdiği düşüncelerin ağırlığıyla daha fazla ızdırap çekecek, ruhsal ve fiziksel olarak kötüleşecektir.
İkincisi ise, “Ben suçsuzum, ama başıma gelen bu olay, benim kişisel bir takım hatalarım yüzündendir, hem benden önceki bir çok insan inandığı değerler uğruna çeşitli sıkıntılara maruz kalmıştır. Bu olay benim için hayırdır. Ben şimdi burada çok fazla zamana sahibim. Bu zamanı maddi-manevî gelişimim adına çok iyi değerlendirmeliyim…” diye düşünüp hapiste oluşuna olumlu anlam yükleyerek ruhuna ve bedenine gereğinden fazla ızdırap çektirmemiş olacaktır.
Anlamı, sahip olduğumuz değerler besler. İdeali olan bir insanın, idealine duyduğu “inanç” bir değerdir. Bu idealine ulaşmak için yürüdüğü yolun gerektirdiği bir takım özellikler değerdir. Bağlılık, vefa, dürüstlük, aldatmama, yalan söylememe… gibi.
Hepimizin bildiği şu cümlelere bakarak, ne demek istediğimizi daha iyi anlatmış olacağız: “Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hatta bir bahtiyar mazlum adam idam olunurken, bedbaht zalimlere demiş: Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum…” (Sözler, 13. Sözün 2. Makamı) Bu cümlelerde, hapishaneye ve ölüme yüklenen anlamın, insanın olaylara bakış açısını olumlu manada tam tersine çevirdiğini görüyoruz. Sahip olunan değerler anlamı besliyor ve böylelikle ruh ve beden sağlığı korunmuş oluyor.
Tüm bunları söylerken, karşılaştığımız olumsuz olaylara, olumlu anlam yükleyerek, pasif bir teslimiyet içine girelim demiyoruz. Tam aksine, olumlu anlam yüklemenin yanı sıra, yaşanılan olumsuz olaydan kurtulma adına bütün sebeplere riayet edilmeli ve elden ne geliyorsa yapılmalıdır. Bunun örneğini de, yukarıdaki cümlelerin sahibinin mahkeme savunmalarında ve hayatında görmek mümkün.
İbrahim Hakkı Hz.’nin dediği gibi, “Her işte hikmeti vardır, abes fiil işlemez Allah”. Olaylara “hikmet” nazarıyla bakabilme de, olumlu anlam yükleyebilme adına çok önemli ve gereklidir. Olayları bir bütün olarak, öncesiyle ve sonrasıyla değerlendirebilme perde arkasını görmeye çalışma, olumlu anlam yüklerken bize çok büyük katkı sağlayacaktır.
Negatif ve kötümser düşünme gibi, pozitif ve iyimser düşünme de bulaşıcıdır. Çevremizdeki insanların olumlu, pozitif ve iyimser düşünen insanlar olmaları, olaylara olumlu anlam yükleyerek ruh ve beden sağlığımızı koruma adına çok büyük katkıları olacaktır.
Bu bağlamda yeniden düşünecek olursak; hapse girmemiz tüm dünyamızın başımıza yıkılması mı, her şeyimizi kaybetmemiz mi, yoksa hem peşinden koştuğumuz bir ideal uğruna bedel ödeme hem de kendimizle başbaşa kalıp maddi-manevî yükselme mi? Ülkemizi terk etmek zoruda kalmamız, bir daha geri dönememecesine bir sürgün mü, yoksa yeni başaklar verme adına toprağa -yani aslımıza- bir hicret mi? Malımızın gasp edilmesi, fakir, perişan bir duruma düşmek mi, yoksa “istediğine verip, istediğinden alma” yetkisine sahip olanın emanetini geri alması ve üstelik bunu sadaka sayması mı?
Ne dersiniz? Zaman hızla akıp geçiyor. Peki, biz bu zamanla beraber nasıl akıp gidiyoruz? Ruh ve beden sağlığımızı kaybetmeden, başkalarının da ruh ve beden sağlığını korumalarına yardımcı olarak mı yol alıyoruz ya da yaşadığımız olaylara olumsuz anlam yükleyerek, kaldıramayacağımız bir yükün altına mı giriyoruz. Bu ikincisine mahkum değiliz.
Hizmetten | Psikolojik Danışman Kerem Şahin