Zordu başlamak bu yazıya. Çünkü başlamadan belliydi yetersiz kalacağı kelimelerin. Öyle bir hayat ki yazmak yetmeyecekti besbelli. O yaşama şahit olmak gerekti çünkü. Zira biliyorum, anlatırken ‘fedakarlık’ desem yetmeyecekti mesela. Fedai’ydi desem tam ifade edemeyecektim. Bu nedenle değeri ölçüsüne anlatamayacak olmaktan affınıza sığınıyorum!
Bir hayat düşünün. Hakka adanmış bir hayat! Gecesiyle gündüzüyle adanmış hem de. Bir zamanın Rabia-tü’l Adeviye’leri gibi.
Bir çok insanın kalbinde yer edinebilmiş, yüreklerine dokunabilmiş, bir çok insana manevi anne olabilmiş bir insan.
Kaf dağı kadar ağır yükün altına girmiş, yaptığı her şeyin bilincinde ve kararlı.
Vefalı, hasbi, her zaman şuurlu ve becerikli, sadakat ve samimiyetin temsilcisi.
Faziletli, ahlaklı, erdem sahibi ve iyilik denince akla ilk gelenlerden.
Öyle ki yanında emniyette olduğunuzu hissettiğiniz, asla incitmeyecek, kırmayacak bir insan.
Nasıl desem? Yüzüne, haline, duruşuna bakınca Allah’ı hatırlatıyor denir ya, işte öyle, bambaşka biri…
Aynur Abla…
Öyle bir ömürki anlatmak istediğim; son günlerinin şu süreç denen imtihan günlerine denk geleceğini bilmişçesine koşturmacayla geçen bir ömür… Dolu dolu hizmetle geçen bir ömür… Temmuz sonrası çoğumuzun korkuyla ve şaşkınlıkla evlerine sığındığı günlerde eşinin ve gözünün nuru oğlunun aranmasına rağmen hizmet deyip, geri durmayı aklından geçirmeyen bir ömür!
Hastalığına rağmen koşturmaktan bir an bile dur olmayan bir ömür… Tanıdığı herkese yetişmeye çalışan bir ömür… İsmini duyduğu herkese tüm zorluklara, tehlikelere rağmen ulaşmaya çalışan bir ömür…
Aynı davaya baş koyduğu kardeşlerinden birinin ifdesiyle;
‘Öyle bir güzel yürek tanıdım ki ben… Yüreği gibi yüzü de güzel bir yürek! En zor anlarınızda yanınızda, en ihtiyacınız olduğu anlarda kıyısındasınız. Arkanızı yaslayacağınız; yanında ” bu da nasıl olacak” diye hiç bir şey için sıkıntıya düşmeyeceğiniz bir dost… Bir kişiye daha iman hakikatlerini duyurabilmek adına gecesini gündüzüne katan bir yürek… Yalnız sözün gelişi değil gerçekten gecesini gündüzüne katan… Gecesini Rabbiyle geçiren, gündüzünü Rabbini anlatacak bir kişi çıkar mı diye koşturarak geçiren bir yürek…
Ama hani Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ya Rabbimiz “Her nefis ölümü tadacaktır” diye ve o gün gayb aleminde saklıdır ya hani… Allah’tan başkası bilmez. Bence Aynur abla hissetmişti… Emrî Hakkın vakî olacağı günün genç yaşında olacağını sanki biliyordu. Yoksa insan 45 yıllık ömrüne ardından bunca hüsnü şehadet olacak olayı biriktirip nasıl sığdırsın? Aslında bir ihtimal daha var: Hayatını her an ölecekmiş gibi geçirmek… İşte tıpkı Aynur Abla gibi!
Muaz bin Cebel hazretlerine soruyorlar:
-İmanın ne kadar kuvvetli Ya Muaz?
-Vallahi bir adım attığımda diğerini atarken, acaba ölecek miyim diye düşünüyorum, diyor.
İşte imanla yoğurulmuş, her anın kıymetini bilen o ana şükreden bir ömür!
İlk ameliyatından sonra hemen vazifesine dönen, ağrısıyla, sancısıyla, kendi derdiyle kimseyi meşgul etmeyen, ama herkesin derdiyle meşgul olan bir yürek…
Son anlarına kadar koşan küheylan…
Hizmet kardeşlerinin ifadesiyle “Hizmetin Yıkılmaz Kalesi”
Ah Aynur abla!
“Yorulmaz mıydın hiç?” diye düşünüyorum!
Anlıyorum ki
yorulurdun…
Ama belli ki anlatmaktan değil, susmaktan yorulurdun.
Koşmaktan değil, dur olmaktan yorulurdun.
Dertten değil, yeterince dertlenememek düşüncesinden yorulurdun…
Ah Aynur abla!
Nasıl yetiştin onca şeye?
Nasıl yetiştirdin birbirinden değerli o pırlanta evlatları?
Nasıl hoşnut edebildin bunca kalbi?
Nasıl incinmedin, incitmedin kimseyi?
Of demeden, yoruldum demeden, şikayet etmeden…
Nasıl dayandın onca ağrıya, sancıya?
Ne diyeyim ki?
Sükutun dağlar gibi…
Ah Aynur Abla!
Düşünürdüm, ölüm yakışmaz kimseye…
Lakin sen ölümü güzel olanlar zümresindensin!
Yine bir hizmet kardeşinin ifadesiyle;
“ve o gün, yoğun bakımdan çıktı, normal odaya geçti” haberini beklerken “Ablamız vefat etti!” haberi geldi. O an ne düşünsem bilemedim! Bendeki eksikliğini nasıl dolduracağımı düşündüm önce, sonra hizmetteki yerinin nasıl dolacağını düşündüm! Evlatlarını, eşini düşündüm… Acaba son dakikalarında kendisi ne düşünmüştür diye düşündüm. Ne kadar çok insan vardır ardından gözyaşı dökecek diye düşündüm. Ama en çok da o son görevi nasıl yerine getireceğimi düşündüm. Ertesi gün “Bu yiğide ablamızın cenazesinde ben de vardım Ya Rabbi, şehitler zümresine yazmışsan ben de onunlaydım!” demek için ordaydım. Hani Üstad Hazretleri Mektubat’ta merâtib-i hayatı anlatırken dördüncü tabaka-i hayatın içinde anlatır şüheda hayatını!
Hep etkilemiştirbeni oradaki bir cümle “şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için…” İşte bu cümle doğrultusunda yaşanmış bir ömrün son anlarına şahit olmak için ordaydım. Ben sana hakkımı helal ettim, sende ettin mi diye sormak için ordaydım! Hani insan bir ölüm haberini alınca inanamaz ya gözümle görüp inanayım diye ordaydım! Ama acıyla gittiğim cenazeden şükrederek döndüm. Pırlanta gibi evlatlar yetiştiren birini tanıdım diye şükrettim. Ardından herkesin iyiliklerini anlattığı birini tanıdım diye şükrettim. O evlatlar ki bir an bile isyan etmediler. İçlerinin yangını gözyaşlarını çağlayanlar gibi akıttı ama tek kelime yanlış söz ağızlarından çıkmadı. Onlara bakınca dedim ki işte Aynur Abla’nın çocukları!
Cenaze namazı için camiye gidilirken eşi yanıma gelip “abla isterseniz arkadaşınızın yüzünü son kez görebilirsiniz ” deyince ne desem bilemedim! Neyle karşılaşacağımı kestiremedim! Hayalimdeki gibi kalsın istedim önce, ama sonra pişman olmaktan korktum! Bende
gittim camiye… Tabutu bulunduğumuz yere getirildi ve kapak açıldı… Kefeni sıyrılınca altında ‘destimali’ göründü… Vasiyet etmiş yüzüne örtülmesini… Sonrasında gördüğüm sima bende kalsın! Bembeyaz tebessüm eder gibi bir sima… Ben bu kadar ifade edeyim varın siz hayal edin…
Ve evlatların vedası… İlk anından son anına kadar Aynur Ablanın evladı olduklarını herkese gösteren pırlantalar… Kimse onlara senin verdiğin sevgiyi veremez! Ama senin bu vatanın evlatları için hatta dünyanın dört bir yanındaki evlatlar için yaptığın fedakârlıkları Rabbim asla zayi etmez! Ve mutlaka onların iyiliğine dua edecek birileri olur. Biz senden razıydık! Rabbim de razı olsun inşallah!
Razı olsun inşallah…
Ah Aynur Abla!
Ağırdı ölümün! Bize zor geldi!
Ama dünyaydı… Gelip geçiciydi… Yalandı… Oyun ve oyalanmaktan ibaretti.
Tek gerçek vardı:
İmtihandı… Tarlaydı… Ekme zamanıydı…
Ve sen…
Ve sen çok güzel tohumlar ektin!
Hasadın ise cennet nimetleri olsun inşallah!
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?(NFK)
Son Söz
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne
Mahlukatın var olduğu
yüzü suyu hürmetine
Evrenin Efendisinin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi yatağında.
İltica etmişti sanki Kainat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden bir haberdi sanki
Bir an oldu aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma’yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
-Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
-Merhaba ey refik-i ala!
Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
-Kim derse ”O öldü”, öldürürüm!
Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.
Sonra Sıddıyk olan yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına aline
Ebu Bekir dedi:
-Ey nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapm
aktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Layemuttur
Ey nas, susun!
”İnna Lillah ve inna ileyhi raciun”
Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
-Hayatında güzeldin
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin… (ERDEM BAYAZIT)
…
İnanıyoruz ki en güzel yol üzerine yaşadın
Ölümü Vuslat olarak karşılayanlardansın
Kim bilir belki de…
Peygamber Efendimiz buyurdular;
Şehîtler beştir:
1- Tâundan (vebadan) ölen,
2- Karın (yani iç) hastalığından ölen,
3- Suda boğulan,
4- Yıkıntı altında kalıp ölen,
5- Bir de Allah yolunda şehît olandır.” (Buhârî, Ezân, 32)’
Hadis-i şerifine mazharsın!
Allah Cennetinde Efendimiz’e komşu eylesin!