15 Temmuz gecesi başladı büyük keder
Zindanlara hapsetti sonunda bizi kader
Kadere boynum kıldan incedir elbet, lâkin
Görmedim hiç ömrümde böylesine büyük kin
Hayatım boyunca ben hep ilkeli yaşadım
Hakk’ın hatırı için sırtımda dert taşıdım
Kusursuzum diyemem hatalarım olmuştur
Zararım ele değil kendime dokunmuştur
El açmadım ağyare yeri geldi doymadım
Yavrumun kursağına haram lokma koymadım
Bilerek hiç kırmadım bir ağacın dalını
Yemedim yedirmedim şu milletin malını
Gece gündüz çalıştım, hiç şikâyet etmedim
Makam, para uğruna hiç menfaat gütmedim
Din ve vatan uğruna çabaladım yıllarca
Elimden geldiğince karınca kararınca
Aylarca dağda gezdim askerde neden, niçin?
Canımı siper ettim ülkem ve bayrak için
Güneydoğu iyi bilir, şahittir buna mâzi
Onca yiğit yanımda oldu şehit ve gâzi
Hiç utanmadan bana ‘teröristsin’ dediler
Aslanları boğdular kızıl ve ak kediler
Bir gün hışımla gelip evimizi bastılar
Ne var ne yok savurup bir kenara attılar
Belli ki bu tezgâhı çok evvelden kurdular
Kalem tutan elime kör kelepçe vurdular
Yasa, hukuk demeyip sahte suçlar yıktılar
Cani gibi götürüp bir kodese tıktılar
Evet, attılar beni lağım kokan kodese
Kalın demirleriyle benziyordu kafese
Aç bırakıp günlerce ana, avrat sövdüler
Yetmedi hayvan gibi acımadan dövdüler
Kimseye yapılmadı bu kadarı ki bence
Karanlık dehlizlerde bin bir türlü işkence
Diyarbakır ve Mamak görmedi böyle vahşet
C5’te yaşanmadı bunca zulüm ve dehşet
Kimisi şehit oldu, kimisi sakat kaldı
Ne gündeme taşındı, ne medyada yer aldı
Masum kadınları da atmışlardı bir yere
Merhamet edilmedi bebeklerine bile
Gördüm ki bazısının yüzünde yara bere
Bu zulmü müşrik yapmaz sizin kökünüz nere
Hüzünlü gözler ile olanları seyrettim
Tüm mazlumlar adına Allah’a dua ettim
Ve sonra çıkardılar düzmece mahkemeye
Safsata ve yalanı sordular soru diye
Umrumda değildi ki hakkımdaki ithamlar
Türlü türlü iftira, türlü türlü bühtanlar
Mesnetsiz suçlamanın benim için hükmü yok
İddia denen şeyin aslı yok delili yok
Ama karar verildi, tüm yürekler kararmış
Nasipte zindanlarda çile çekmek de varmış
Hâkim denilen zalim ak sürüden koyundu
Karar zaten belliydi mahkeme bir oyundu
‘Tutuklandın, götürün, atın!’ dedi zindana
Yaka paça itildik gece vakti Sincan’a
Hapiste yıkılmadım, dayandım pek çok şeye
Başıma gelenleri anlatmadım kimseye
On kişilik koğuşa attılar kırk beş kişi
Karınca ezmeyenin neydi burada işi
Koğuş dedikleri yer sanki karanlık tabut
Onca mahpus içinde nefes almayı unut
Burası kara zindan, etrafı kalın duvar
Çığlığını yalnızca Rabb-i Rahim’in (CC) duyar
Avlusu da çok yüksek, belki sekiz-on metre
Bir tek ağaç görünmez engeldir kaba sütre
Her yanı çıplak beton bitmez küçük ot bile
Kaç zamandır hasrettir yeşil gözüm yeşile
Her nasılsa köşede büyümüştü bir çiçek
Kopardı gardiyanlar ‘Burda yasak!’ diyerek
Volta atarım her gün mesafe on bir adım
Koşmayı unuttu şu yaralı ayaklarım
Bulutları izlerim hasretin efkârıyla
Yâre selam yollarım kuşların kanadıyla
Akşamleyin kapanır kalın demir kapılar
Karanlığa gark olur soğuk ıssız yapılar
Zindanda günler kısa geceler öyle uzun
Sabahlar olmak bilmez ranzaya sığmaz dizin
Bakılmaz ne semaya ne yıldıza ne aya
Hayal bile kurulmaz izleyip doya doya
Kimi zaman duyulur dışardan garip sesler
Nâralar, bağırışlar, homurtulu nefesler
Acımasız duvarlar bazen üstüne gelir
İtikadın olmasa, diyor ki: ‘Çıldır, delir!’
Çok zamandır uykuyu demli çayıma kattım
Aylarca izbe yerde, beton zeminde yattım
Bin türüne çilenin hücrede şahit oldum
Yine de huzurumu kara zindanda buldum
Her hâlime şükrettim, anladım dünya ne boş!
Karanlığın içinde ışığı görmek ne hoş!
Onca dert arasında kalpte Kur’an neşesi
Rabb’ime sığınınca zindan cennet köşesi
Dedim sonra kendime: ‘Dişini sık, sebat et
‘Çektiklerin inşAllah günahına kefaret’
…
Mahpusluk kolay değil, dâvânın boyun borcu
Her kişinin değil bu, er kişinindir harcı
Herkesin var bin derdi her biri ayrı çetin
Her nasılsa çoğunun hâli mağrur ve metin
İstisnasız tümünün ekmeğiyle oynanmış
Ya malına çökülmüş ya da işten atılmış
Her gün biri girerdi, her yaştan her meslekten
Savcı, polis ve esnaf, gazeteci, öğretmen…
Her mahpusun var elbet ayrı bir hikâyesi
Hâlimizi iyi bilir kimsesizler Kimsesi (CC)
Bir komiser Ali vardı baba oldu içerde
Oğlunu göremedi aklı kaldı dışarda
Yine bir haber geldi, dediler ‘Annen öldü!’
Garip Ali kederden seccadeye gömüldü
Açtı Kuran’ı hemen akıttı gözyaşını
Hakk’a döktü içini kaldırmadı başını
Tahsin amcanın belki altmış beş idi yaşı
Hastaydı zulmettiler hücreden çıktı naşı
Doktor Levent suskundu, eşi de içerdeydi
Aklı iki kızında, halleri acep neydi?
Hüseyin öğretmendi, yakışıklı, zekiydi
Ona iftira atan namussuzun tekiydi
Düğününden kalan bir, dolardı ‘suç’ konusu
Çıksa alkış alırdı! ‘ayakkabı kutusu’
Bir gün kapı açıldı, attılar bir rütbeli
Tutmuyordu dayaktan ne ayağı ne eli
Günlerce konuşmadı duvara baktı dik dik
Kaç yiğide kıydılar, bu mu idi yiğitlik!
Sâlim’in hikâyesi farklı değil kanımca
Morglarda aranmıştı on dokuz gün boyunca
Mehmet Bey savcı idi, düşünceli, dalgındı
Herkesten daha fazla babasına dargındı
Babası partiliydi, öfkeyle saldırmıştı
Bizzat iftira edip oğlunu aldırmıştı
Bu yüzden hep söylerdi acı bir tebessümle
‘Bu devirde güvenme sakın babana bile!’
Ahmet abi esnaftı hayırsever insandı
Tek suçu iyilikti çevresine ihsandı
Çoluk çocuk okusun adam olsunlar diye
Okul yaptırıp vermiş bu millete hediye
Doğruymuş kalmaz imiş hiçbir iyilik cezasız
Şöyle derdi çok zaman: ‘İnsanlar ne vefasız!’
Mustafa başarılı ODTÜ’lü mühendisti
Bir iftira yüzünden iki yıldır hapisti
İsmail Bey cerrahtı, uzmandı alanında
Birkaç kişi var yoktu Türkiye’de dalında
Çekememişti onu sözde arkadaşları
Allah düşmana versin böyle meslektaşları
Düşman imiş bu toplum başarıya, iyiliğe
Bir millet ulaşır mı haset ile dirliğe!
Gülsem mi ağlasam mı nakliyeci Halim’e
Hikâyesi özettir hukukun şu hâline
‘Sen Bylock yüklemişsin’ diye çıkışmış hâkim
Anlamamış mevzuyu şaşırıp kalmış Hâlim
Demiş ‘Hâkim Bey, evet, ben pazarda beklerim’
‘Taşınacak ne varsa kamyonuma yüklerim’
Abdurrahman dedenin yoktu kimi kimsesi
Kulağı az duyardı kısıktı biraz sesi
Ona da sormuş hâkim ‘Sende de varmış Bylock’
‘Sağol’ demiş, ‘Evladım, yemem benim karnım tok’
Hâkim kızmış, bağırmış, ‘Bylock diyorum bylock!’
‘Ha! Kalp ilacım mı? Evet, adı Belok zok’
Ya Hüseyin dedenin hâline ne demeli?
Kederden titriyordu hem çenesi hem eli
Hacca giderim diye üç-beş kuruş ayırmış
Faiz bulaşmaz diye Bankasya’ya yatırmış
Bu yüzden acımadan çekiştirip itmişler
Karanlık, rutubetli bir kodese atmışlar
Memleketin halini düşünüp üzülürdü
Mubarek sakalından gözyaşı süzülürdü
Hâlit harbi adamdı, âmâydı iki gözü
Mahkemeyi delirtmiş pervasız bir kaç sözü
Hâkim sormuş, ‘Örgütte görevin neydi söyle?’
‘Keskin nişancı!’ demiş ‘Tüfek tutardım şöyle’
Hâkim küplere binmiş ‘Dalga geçme bak!’ demiş
Hâlit rahat durmamış cevabı yetiştirmiş
‘Bakamam, ben âmâyım, bu dünyada gözüm yok’
‘Hakîkati görürüm, yine de hepinizden çok
Anlat anlat bitmez ki zulümler cana yetti
Mazlumların feryadı arzı, arşı titretti
Bazısını basmışlar düğünün gecesinde
Kimini de almışlar baba cenazesinde
Kimini getirmişler hastane odasından
Haline acımayıp tutmuşlar yakasından
Hiçbiri direnmemiş uzatmış da kolunu
Metanetle tutmuşlar mahpushane yolunu
Kimini çok ezmişler eş-çocuğun önünde
Hesabı verilir mi bunun mahşer gününde
Dememişler ne onur, ne izzet, ne haysiyet
Düşman ordusu yapmaz böylesine eziyet
Yaradan der kitapta: ‘Kulum sabret, dua et!’
Mazlumların şu âhı aheste çıkar elbet
Ağır ceza yargısı ağır eza etti hem
Bütün zalimler için yaşasın bin cehennem!