EMİN OSMAN UYGUR
Bizler ateş dolu cenderelerden çıkıp gelmiş insanlarız. Kimine göre yok olması gereken gereksizler kimine göre sürgünde açan çiçekler kimine göre de içi nur dolu zindanlarız. Biz kinle dolu gözlerin kalplerini hasetten çatlatan yedi veren başaklarız. Asırlar vadisinde dünya hayatını oyun eğlence görenlerin kesip atmak istediği zeytin renkli yapraklarız. Henüz çok taze, çok yakın mesafelerden gelen darbelerle kanayan yaralarımız. Cehlimizden değil o saf duruşlu aldanmalarımız, “Sizinle beraberiz” diyenlere kapıları açık bırakmalarımız. Kula minnet değildir, kurşunlanan akşamın ardından gelen gözyaşlarımız.
Kimimiz evdeydik gömüldüğümüzde kimimiz sözleri kelepçeli sorguda. Kimimiz yolda vuruldu yüreğinden kimimiz denizlerde dalgalara yenik düştü nefesinden. Baskınlar yapıldı otomatik silahlarla ellerimizdeki dualara, düşlerimizdeki umutlara, raflarımızdaki kitaplara. Kinimiz yok kimseye ama unutmayız tipinin yüzümüze yüzümüze vurduğu şubat ayazlarını. Unutmayız o en karanlık akşamın vahşi bir temmuza bakan yamaçlarını.
Düşmanı iyice tanıdık, dostu kendimiz seçtik. An geldi kendimizden an geldi fikrimizden geçtik ama yolumuzdan vazgeçmedik. Hatalar ettik, hatalarımızı kabul ettik. Her defasında bin tövbe ettik. Yoldaydık, yorgunduk, hastaydık. Halimizi fanilere izhar etmedik. Yolda bir dost kalbini kırmaktan ne de çok imtina ettik. Bu yüzden sözün nezaketlisini, dilin letafetlisini tercih ettik. Allah’tır O ki, emreder, nehyeder, affeder, azap eder, teklif eder, takdir eder ama O sözü ne de güzel söyler. Söz söylemeyi de takva dışında kimsenin kimseye üstün olmadığını da O’nun Resulünün talimi ile öğrendik. O yüzden Allah için sevmeyi, saygı duymayı ve Allah için yaşamayı en önemli ölçü bildik. Hamd sadece O’na aitti ve sadece O’na hamd ettik.
Aklın akıldan üstün olabileceğini, her bilenin verasında daha iyi bir bilenin olabileceğini yine O’nun kelamından öğrendik. Bu yüzden “aklım” deyip takılmaktan, “bilgim” deyip şaşırmaktan uzak kalmayı tercih ettik. Fanilerden gelen olur olmaz övgüleri ceza, yergileri mükafat addettik. Övgü nihayet insana yakışan bir şey değildi, ona meftun olan insan, gereksizce eğildi. Ama ihsanı unutmadık; vermeyi, ikram etmeyi her alanda makbul bildik. Sözü de ikram ettik yerinde, adım atmayı da başat olmayı da. İnsanlara söz hakkı vermeyi marifet bilmedik. Zaten söz hakkının bizde olduğunu da ihsas etmedik. Öyle bir şey olduğunu da düşünmedik. Böyle bir şeyi gündemde bile tutmadık. Mesela Yasin’i güzel okuyorsak nefse bir şey gelir diye hepsini okumayıp taksim ettik veya böyle güzel işlere taksim edildik. Sözün hakikatini, söz kesme sevdasına feda etmedik. Söz şöyleme aşkıyla sözü uçurumlara terk etmedik.
İman etmeyince cennete girilmeyeceğini, “birbirinizi sevmedikçe” şartında gördük. Kardeş olmayı öğrendik yolda, sevgiyi bahşeden Rabbin merhameti ile. Sonra her işte Allah’ın rızasını aramayı, sonra da kardeşlerin sahip olduğu meziyetler, başarılar, güzellikler ve nimetler konusunda sanki hepsi bize aitmiş gibi memnun olmayı. Yolda bizimle yol yürüyenlere kızmak şöyle dursun, ima ile bile farklılık hissi vermemeyi vazife bildik. İma edenlere kırılsak da sarıp sarmalanıp gönülsüzce yola devam ettik. Fikir alıp fikir vermeyi, kendimizi yenilemeyi, daha iyi olmayı, yolun bereketini sürekli kontrol mekanizması içinde olma düsturunda bildik. Böyle ortamlarda söylenenlere gülüp geçmedik. Her fikri altındır deyip aldık, yerinde kullanılmaya bıraktık. Kimsenin karşısına “olmaz kayalıkları” şeklinde dikilmedik.
Bütün bunlar olurken kaderin bize bir şeyler fısıldadığını fark ettik. Yeni vadiler yeni arayışlara yeni inkişaflara açılıyordu. Her şey eskiyordu düşünceler, kelimeler gibi. Adım adım takip etmek gerekiyordu yenilikleri, terk etmeden öze dair güzellikleri. İnsanlar gibi fikirler de eskimese insanlık nasıl yenilenirdi ki? Zaten hayatta olmak da böyle bir şey değil miydi?
Yaşamak değil yaşatmak yenilenmekti. Bu yüzden yaşarken yaşatmayı seçtik. Güzellikleri paylaştık, iyilikleri elden ele uzattık. Hoşumuza giden bir hayrı, salih işi kendimiz ifa etmek mümkünken bir başkasının yapmasından daha büyük huzur ve memnuniyet duyduk. İşleri kendimize bağlamadık. “Ben varsam olur” değil “ben olmasam da olur, hatta daha iyi olur” diye düşündük. “Ben gidersem her şey yok olur” hayırsız felsefesinden fersah fersah uzak durduk.
Hz. Fatıma validemizin işittiği o mübarek sözleri kulaklarımıza küpe ettik. “Başınızın çaresine bakın” sesi her defasında kalp vadilerimizde yağmurlara eşlik edip yankılandı. Konuşurken Allah’a yakınlık ve O’nun rızası çizgisinde konuştuk. Susunca da yine bu yüzden sustuk. Sözümüz, sesimiz fanilere yakınlık rahatlığına dönüşmedi. Bu yüzden tepkilerimizde itidali tercih ettik. Öfke, olursa, Allah için olurdu. Buna da kimse bir şey demezdi, bu kimseyi rahatsız etmezdi. Nefsimize dair öfkemizi içimize gömdük, karşıya sözün tatlısını verdik. Yusuf’u kuyuya atıp eve gelen oğullarına karşı bağırıp çağırmadan sabr-ı cemil diyen elçiyi dinledik. Asa sahibi nebinin firavuna kavl-i leyyin ile gittiğini gördük. Kur’an ifadesi ile insanlara yumuşak davranmayı Allah’ın merhametinin eseri bildik. “Katı yürekli, kaba biri olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi” ilahi ihtarını kendimize aldık. Bu yüzden kusurları affetmeyi, hata edenler için mağfiret dilemeyi ve onlarla işlerimizi görüşmeye, konuşmaya devam etmeyi vazife addettik [Tevbe 9:128]. Çünkü zaten biz hep hata edip duruyorduk ve hatalarımızın Allah tarafından affını bekliyorduk. Bir zaman İsrailoğullarının dedikleri gibi kendimizi Allah’ın sevgilileri olarak addetmiyor, aksine kedimize ebedi kurtuluş için yola çıkmış, çare arayan faniler olarak bakıyorduk.
Bizler gücü zulme dönüştürmeye yatkın bir coğrafyanın çocuklarıyız. İsmi konmasa da insanları köleler olarak kabul etmeye alışkın bir toplumun dallarıyız. Kaba kuvvetle olmasa da bir sözle bile ezmeyi ihmal etmeyen bir geleneğin ahir zaman artıklarıyız. Zulmü firavuna has görüp nefsini hatasız görmeyi marifet tozuna bulaştırıp satanlar ülkesinin kaçkınlarıyız. Her yerde görülebilir böyle şeyler ancak hak ve hakikat ufkunun üveyiklerinde bir mana ifade etmez. Onlar açarlar kanatlarını nice maviliklere de bulurlar yine yeni zümrütten tepeler. Elbette insanlık tarihinde bu da yeni bir şey değildir. Her devirde böyleler olagelmiştir ve zulme maruz kalanların gideceği adresler de o bahara yakın duran yeşili bol vadiler olmuştur.
Bundandır belki ortak çizgilerde muhatap olduğumuz her insanı, aziz biliyoruz. Onları kendi nefsimize takaddüm ediyoruz. Onları her halleri ile, kabiliyetleri ile, niyetleri ile bir fikir bahçesi, bir gönül ezgisi, hakiki bir kardeş sevgisi olarak idrak ediyoruz. Bundandır belki geceler tanımadığımız, görmediğimiz o marifet ufuklulara dualar ediyoruz. Bundandır belki bir su kıyısında çaresiz kalanlara çığlık olup yankılanıyoruz.
Bununla birlikte kimsenin hayatına müdahale etmek gibi bir hakkı da kendimizde görmüyoruz. Paylaşılacak güzellikler varsa herkesi haberdar etmenin telaşıdır bizimkisi. İyilikleri herkese mal etme çabasının tatlı yorgunluklarının arkasına gizlenmiş dualardır en iyisi. Çoğu zaman beceremesek de elimize yüzümüze bulaştırsak da iyidir niyetimiz, ancak hadi olsun adımız mahallenin delisi.
Yazmak kolay dediğini duyar gibiyim. Sen de biliyorsun ki konuşmak, yazmaktan daha kolay. Zor olan dostum, yaşamadığını, hissetmediğini yazmak. Sen bana bakma, zaten bu satırlar kendimin sesi de değil, umum vicdan için satırlara diziliştir bu. Ümit kıpırtıları arkasında saklı cennet vadisine giden yolda bir hisleniştir bu. Kimde güzel haslet varsa onunla renklenmeye çalışırız, kimde örnek hayat varsa gücümüz yettiğince peşine takılırız. Rahatını, konfor alanını terk edemeyenlerle uzaktan bakışırız. Kim “hu” dan başka ses etmezse seher esintisinde sesine ney rengi ekleriz. Rengarenk bir baharı bekler gözlerimiz. İşte düşen damlalar ve kıpır kıpır yüreğimiz. Bize enfes kokulardan mest olmuş çiçek çiçek bir bahar gerek. Sevgiyi selama katıp salmak istiyorum deryalara. Ne olur anlasan da pırıl pırıl güneşin arkasında koskoca bir mavi olsan karanlıklara. Elimi vicdanıma ısmarlayıp hali hatıra katmak istiyorum. Ne olur duysan da ipekten bir ses olsan cennetlere akıp giden ırmaklara. Bir de nefes almak istiyorum dalıp hilkatin aktığı tılsımlı rüyalara.
Çok şey mi istedim bilmem ki?