Zindanda Ramazan

Yazar Hizmetten

NURULLAH KAYA

‘Vakit girdi’ diye seslenince koğuşun nöbetçileri, aminlerle iştirak edilen iftar duasına son verirdi Eyüp abimiz. Zindandaki iftar vaktinin oluşturduğu atmosfer bu duayla bizleri ötelere alıp götürürdü. Rutubetli dört duvar arasında yaşanan ızdıraplar bedenimizi tutsak etse de zaman dilimlerinin sultanı sayesinde ruhumuz özgürleşirdi. Özgürlüğün birçok tarifinin yapıldığı yorgun dünyamızda, bir yönüyle bizi özgürleştirense ibadetlerin kollarında geçirdiğimiz anlardı. Yıl içine serpiştirilmiş mübarek zaman dilimleri ise bu noktada bizi özgürlüğe götüren yegane mihmandarlarımızdı.

Kutlu zaman dilimlerinin sultanı Ramazan ayı, Türkiye’de tutsak edildiğim zaman dilimi içinde bizler için bulunmaz bir hazineydi. Herkes elinde küreklerle gücü ölçüsünde çıkarmaya çalışıyordu bu hazineden. Daima bahanelerle mızmızlanan kaskatı kesilmiş yüreğim ve doymak bilmeyen günahkar nefsim zindanın Ramazanlarında hizaya girmeye başlamıştı. Bu eşsiz hazinenin kıymetini bilemesem de bu davanın kahramanlarıyla aynı safta olmanın mesruriyetiyle moral buluyordum. Dünyayı ellerinin tersiyle iten yiğitoğlu yiğitler bugünlerde yine bir Ramazanı idrak ediyorlar.

Ben, bu ramazan ayında dışarıdayım. Kalktığım sahurların, açtığım iftarların tadı tuzu yok artık. Gönlüm gözüm hep zindandaki Ramazanlarda. Sık sık uzaklara bakarak dalıp gidiyorum. Hatimleri, teheccütleri, gözyaşlarıyla edilen duaları hatırladıkça iç çekiyor, bir kap soğuk çorbayla başlanan iftarların lezzetini düşlüyorum. Bir yandan da bugün yediğim çeşit çeşit sıcak yemekleri, soğuk içecekleri önümde görünce de sanki günah işliyorum gibi hissediyorum. Kardeşlerim kim bilir orada ne yapıyorlar, acaba ne yiyorlar ne içiyorlar diye kıvranıyorum. Parası bitenlerin yemeklerin yanında bir kuru soğanı alamayacaklarını düşündükçe ızdırabım ikiye katlanıyor. Sudan soğana her şeyin parayla satıldığı hapishanelerde iftarlar nasıldır acaba soruları beynimi kemirip duruyor. Artık hislerimi de yazamıyorum, düşündükçe göğsüm daralıyor.

Orada Ramazan’ı dolu dolu geçiren hizmet erlerinin ruhlarının ufkuna nasıl da yürüdüklerine defalarca şahit oluyorum. Oruç aşığı melekleşmiş insanlar vardı orada. Pazartesi perşembeyi aksatmadan niyetli geciren bu dimağlar, Muharrem’i, Recep’i, Şaban’ı ve Ramazan’ı iple çeker, kandil gecelerini fırsat bilir hemen her müjdeli anı kollarlardı. Kalbin zümrüt tepelerinde gezinen bu insanları zindanın duvarlarımı mahkum edecekti. Öyle ki onlar için üç ayların yaklaşması bambaşka bir sevinç kaynağıydı. Bizler oturup malayani konulardan dem vururken oruçlaşmış bu simalar, üç aylarda neler yapacaklarını konuşur, hangi ibadetlerle derinleşeceklerini hesap ederlerdi.

Oruçla bütünleşen bu meleküti insanların hallerini tarif etmek bana düşmez. Ben, sadece kalemimin yettiği ölçüde kırık dökük cümlelerimle gördüğüm manzarayı sizlerle paylaşayım istedim. Artık bunu da yapmak çok zor gelse de kardeşlerim için diş sıkmaya devam ediyorum.

Zindandaki karanlık gecelerin aydınlığıydı teheccüt

Birçoğumuz sahura kadar uyumazdık. Lakin teheccütün derinliğine dalmaya niyetlenenler, belki yarım belki de bir saat kadar uyurdu. Ah Ramazan geceleri. Neler neler gizlerdi içinde. Çoğu zamanda karanlık zindandaki karanlık gecelerin aydınlığı oluverirdi Ramazan’daki teheccütlerimiz. Gece namazlarının rekat hesabı olurmuydu hiç. Teheccütün lezzeti bambaşkaydı. İple çekerdik onun vaktini. Dışarda ihmal ettiğimiz bu güzide ibadetin ne de gerekli olduğunu orada keşfettim. Yaradan’a yaklaşma anlarının kollandığını zaman dilimiydi teheccüt. Mevlaya iç dökme anlarıydı teheccüt. Fetih Suresi’in okunduğu bambaşka bir namazdı teheccüt. Akabinde gece dualarımızı ederdik. Ellerde zeytin çekirdeğinden yapılmış emektar tespihler, dillerde Ya Fettah, Ya Latif, Ya Kahhar, Ya Adl… isimleri.

Zamanın akıp gittiği Ramazan gecelerinin bir başka vazgeçilmezi sahurun demli çayıydı. Sahurun çayını, bir kuru ekmekle olsun yudumladıkca kral sofralarındaki yemeklerden dahi lezzetli gelirdi insana. Bazen de gündüzden gelen pideleri çay suyunun buharıyla ısıtıp yediğimiz olurdu. Zindanda sahur işte, zenginliğimiz bin bir çeşit sofralarımızda değil 46 kişilik koğuşumuzdaydı. Yiğit bir komutanımız vardı. O da zeytin ekmek yemeği çok severdi. Hatta dolabındaki zeytin kutusundan az da olsa hiç zeytin eksik olmazdı. Bir de ezik meyvelerden su şişelerinde yaptığı sirkesi. Orada olan razı olacaksın olanı da en iyi şekilde kullanacaksın. Sahurumuz sona erince cemaat bir kez daha toplanırdı koğuşun meydanında. Sabah namazının vaktini beklerken gecenin sessizliğinde tefekkür etmeye çalışırdık. Eğer sular akıyorsa nöbetçilerimiz de sahur bulaşığını yıkardı. Yan koğuşta davudi sesiyle çok güzel ezan okuyan biri vardı. Sesi, bizim bloktaki tüm koğuşlardan duyulurdu. Önce onu dinlerdik. Sonra da sabah namazı için toparlanırdık. Uzun tesbihatla güneşin ilk ışıklarını karşılardık. Çok sürmez, gardiyanlar günün ilk sayımı için gelirlerdi. 1, 2, 3… Sağdan ve soldan sayarlardı. Bazen yanlış sayar tekrar tekrar denerlerdi. 46’ya kadar saymak zor işti tabi! Gecenin yoğunluğu ve yorgunluğuyla göz kapaklarımız kapanmaya başlardı. İşrak namazının akabinde istirahat için nemden çürümüş süngerlerimizin üzerine çekilirdik. Öğle namazına yakın koğuşta yeni bir hareketlenme başlardı. Öğle namazı ve tespihatı sonrası kısa da olsa bir okuma yapardık. İftar için ayrıca sıcak yemek gelmediğinden öğle gelen yemekleri itinayla beş litrelik plastik su bidonlarının içine koyardık. Günlük temizlik, mektup, dilekçe, savunma vb. rutin işlemlerimizi ikindiye kadar bitirmiş olurduk. İkindi namazı bizim için mukabele vaktiydi. Hava güzel olduğunda masa ve sandalyeleri avluya çıkartırdık. İçimizden tilaveti güzel olan arkadaşlarımız günün cüzünden parça parça okurdu. Açık havadaki Kur’an-ı Kerim ziyafetinin tadına doyum olmazdı. Bazı ayetlerin günümüze bakan yönleri kimi zaman gırtlaklarımızda düğümlenir kimi zaman da yarınlar için ümidin kanatlarıyla kanatlandırırdı. Mukabelemiz hiç bitmesin isterdik.

Ömrümün en eşsiz, en leziz Ramazanı

Zaman zaman gardiyanlar koğuş baskınları yapardı. Seccade olarak kullandığımız battaniyeleri, temiz çarşafları toplarlardı. Kur’an-ı Kerim okumak için arkadaşların plastikten yaptığı rahleleri toplar çöpe atarlardı. İbadet araçlarımızı el uzatarak bizleri tahrik edip motivasyonumuzu bozmaya çalışsalar da başarmazlardı. Kur’an-ı Kerim’i elinden düşürmeyen kardeşlerimiz bir köşeye çekilir okumalarına devam ederdi. Bir iki hatimle yetinmeyen arkadaşlar adeta Kur’anlaşırlardı. Biz de yemek masalarını tekrar eski yerlerine koyar akşam gelen yemekleri alır ve iftar hazırlığına başlardık. Hepimizin bir sırası vardı. Bazen salata yapar bazen de cacık hazırlardık. Mevcut malzemeyle elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdık. Maharetli bazı arkadaşlar sayesinde yenmesi zor yemekleri yenebilir hale getirirdik. Hapishane yemeklerini koyduğumuz plastik kapları sıcak suda bekletir biraz olsun ısıtmaya çalışırdık. Zaman zaman pide gelirdi ve çocuklar gibi mutlu olurduk. Aslında ne sahur kahvaltılıklarının zayıf yanı ne de iftar yemeğinin soğuk olması bizim için sorundu. Çünkü şükürler olsun ömrümüzün en lezzetli, en doyurucu, en eşsiz Ramazanlarını geçiriyorduk. Şeytanı kıskandıracak iftiraları, tarihin en büyük yalanlarını, kadın, çocuk, yaşlı ve hasta demeden bin bir türlü eza ve cefayı bizlere çektirenlere rağmen zindandaki tek sığınağımız olan ibadetlerimiz Ramazan sayesinde çok farklı yörüngelere uzanıyordu. ‘Vakit girdi’ diye seslenince koğuşun nöbetçileri, aminlerle iştirak edilen iftar duasına son verirdi Eyüp abi. Zindandaki iftar vaktinin hissiyatı bu duayla bambaşka olurdu. İftar sofrasında vakit yaklaşırken bazen dalıp gittiğim olurdu. Yerinde duramayan düşlerimle yelken açardım pusulasız bir gemi gibi. Çocukluğumdaki anacığımın hazırladığı iftar sofraları belirirdi gözlerimin önünde, öğrencilik yıllarımdaki yoğun Ramazan programlarının tatlı telaşı, Peygamber ocağında geçirdiğim Kur’an dolu Ramazanımı hatırlardım, çocuklarımla şen şakrak yaptığım iftarlarım… Ramazan’a dair birçok anım gözümün önünde canlanırdı ki ben dahi Ramazan hatıralarımın çokluğuna inanamazdım. Lakin onca nezih günlere rağmen Medreseyi Yusufiyedeki Ramazanlarımın yerini hiçbiri tutamazdı. Belki de burası geçmişte açlık ve susuzluktan öteye gitmemiş oruçlarımla bir yüzleşme vesilesiydi. Bolca istiğfar getirmeye gayret ediyordum. Bir yönüyle de o atmosfer ruhun bazı melekelerini harekete geçiriyor ve bazı metafizik durumların oluşumunu tetikliyordu. Veya bu sayede ruhunuzun şifreleri tek tek açılıyordu. Nice tarifi zor duygular içindeyken kaşık sesleriyle irkilip hayallerimden uyanıyor, besmeleyle zindandaki orucumu açıyordum.

İftar sofrası bitince akşam namazı için yeniden düzen alınırdı. Tabi 14 kişilik koğuşta 46 kişi olunca toplu ve düzenli hareket etmemiz gerekliydi. Bulaşıklar lavaboya, masalar merdiven altına, masalar köse başlarına düzenlice konurdu. Bu hazırlık sadece akşam namazı işin değildi. Yaklaşan teravih namazı için de iyi bir ortam hazırlanmalıydı. Akşam namazının hemen akabinde mis kokulu çaylar dağıtılırdı. Günün beklenen en güzel vakitlerinden biri yaklaşıyordu bizim için. Bedenimizin ve ruhumuzun hararetini demli çaylar biraz olsun dindirebiliyordu. Ve merdiven başından kadife sesiyle Mustafa hocamızın ezanı yankılanırdı. İlahiyatçı abilerimizin tane tane okuduğu hatimle teravih namazıni ikame ederdik. Ramazan gecelerinin en güzel anlarından biriydi bizim teravih namazlarımız. Biz teravihi kılarken bir köşede demlenirdi mis kokulu çaylarımız. Aralarda sesi güzel olan arkadaşlar ne de hoş ilahiler söylerdi. Bazen duygular depreşir secdede göz yaşları seccadelerimizi ıslatırdı. Bazı arkadaşların iniltileri yüreklerimizi burkardı. Adeta ruhunun ufkuna ulaşmış bu hasbiler Namazlaşır ve bizlere örnekler üstü örnek olurlardı. Evet, Yusuflar bugünlerde lezzetiyle elemiyle bu Ramazan’ı da zindanda geçiriyor. Bizler nerde olursak olalım her türlü desteğimizle, özellikle de dualarımızla onların yanında olmalıyız. Ramazan da bu konuda bulunmaz bir zaman dilimi. Hiç olmazsa şu son günlerinde daha fazla ibadetle Allah’a kulluğa yönelme arayışı içinde olalım. Olalım ki omuzlarımızdaki bu yükün ağırlığını bir nebze olsun azaltalım.

http://www.tr724.com/zindanda-ramazan/

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy