Yarım Yamalak Halimizle Nereye Kadar… | RECEP ATICI

Yazar Recep Atıcı

Güzel insanlar haftada bir de olsa bazen yazı yazmak gerçekten zor geliyor. Üstüne üstlük ayın altısından bu yana Cenab-ı Hakk’ın şafi isminin tecellisi olarak misafirim olan Covid-19’u ağırlıyorum. Gerçi iyi bir ev sahibi sayılmam. Zira onu bir an önce yolcu etmek için bin bir bahane ortaya koydum.

Evet, durum bu olunca ne yazayım diye düşünürken, kadim bir dost “Hocaefendi’den önemli ikazlar ve bir serzeniş” başlığıyla toplamda 27 mesajı bir arada gönderdi. Nefsime ağır gelse de oturdum okudum. Baktım hepsi bana hitap ediyor. Ben de hepsini olmasa da bazılarını bu köşenin okuyucularıyla paylaşayım istedim.

Hocaefendi genel manada diyor ki; “Yarım yamalak Müslümanlıkla bir yere varılamaz. O yarım yamalak Müslümanlar değil mi Osmanlı’yı batıran? Hakperest olmalı; Allah’tan güzel şeyler istemeden önce, o güzelliklere lâyık olmayı çalışmalı,

“Allahumme ahsin âkıbetenâ fi ümûri külliha. (Allahım! Bütün işlerimizde akibet-u encamımızı güzel eyle.)” İnanmıyorum ben bizim samimî olduğumuza. Her tarafımızdan riya dökülüyor, her davranışımız gösteriş… Nefsanî bir sürü açığımız var, zaaflarımız diz boyu,

Niçin nefsanîliğe açık pencerelerden ağyar yüzüne bakıyoruz? Niçin nifak emareleri taşıyoruz?  Neden imanda derinleşme gibi bir mefkûremiz yok? Neden elimizin altında hazine gibi eserlere yabancıyız? Neden onları okurken yabancılar gibi ağzımızda geveliyoruz? Neden ibadet ü tâatimiz bizim gafletimizin gölgesinde cereyan ediyor?

Neden okumayı, düşünmeyi, evrâd-u ezkârı angarya gibi kabul ediyoruz? Neden bazen yaptıklarımıza riya karıştırıyoruz? Neden husûf ve küsûf yaşıyor kalplerimiz? Neden, neden?… İşte bu “Neden?”lere cevap bulamıyorum ben. İşin doğrusu hakikat-i imaniyeye karşı bu tür lakaytlığı hazmedemiyorum.

Bir özenti, bir imrenme, bir taklit, bir yabancılaşma düşüncesi, bir mâsiyet hissi, küçük bile olsa günahı kale almama, hareketin haysiyetini düşünmeme, gayri ciddî, lâubalî davranma almış başını gidiyor. Yara bunların hepsi. Zahirî yara olsalar bunlar zamanla geçer, ama ya batınî ise? Ya kalpte oturmuş ise?

İşte böylesi zahiren görünmeyen yaralar basit müdahalelerle geçmiyor, çok güçlü ameliyat-i cerrahiyeler istiyor. Üstad buyuruyor ki, “İçimizi dışımıza çevirseler Hz. Eyüp (a.s) daha yaralı olduğumuz görülecektir.”

Mâsiyeti hafife alanlar var. Mesâvî ahlâk üzerine bir tortu gibi oturmuş. Para zaafı var kimilerinde. Kimilerinde yeme içme gibi oldukça basit cismanî zaaflar var. Bazılarında daha başka nefsanî arızalar var.

Ve daha ilerisinde, Allah’ın haram kıldığı münasebetlere “Keşke meşru olsaydı!” diyenler. Hâlbuki insan kendi zaaflarını bir şekilde görebilir, görmelidir de.

İnsan, Efendimizle (sav) ile ashab-ı kiramla, her dönemde davranışlarını örnek aldığı insanlarla kendini kıyas ederek boşluklarını görebilir. Aksi halde bu zaaf ve boşluklar farkında olmadan tabiat haline gelebilir. Bu da hafizanallah kalbin mühürlenmesine sebep olur.

İnsan, Allah’a karşı samimiyet soluklamalı. Zira insan yüreği samimiyet hisleri ile dolu değilse, kulluğunun içine başka şeyler karıştırıyorsa, ihsan edilen o güzellikler aslında bu riyakâr ve münafığı batırmak içindir.

Onun yarım yamalak, sûrî (görünüşte) bir imanı vardır; liyakati yoktur, üzerine giydiği üniformanın hakkını veremiyordur; dolayısıyla da Allah elinden alır o imanı. Güzel şeyler gibi fenalıklara karşı da böyle hissettiğimiz; ama isim koyamadığımız şeyler vardır.

Aniden, hiçbir sebep yokken insanın içini bazen fena şeyler akar. Gördüğünüz bir nesne sizi birdenbire öyle bir noktaya, öyle bir mülâhazaya iter ki batabilirsiniz orada. İnsanı alıp başka rıhtımlara, geriye dönemeyeceği sahillere götürür bunlar.

Evet; bir arkadaşımın “İsyan deryasına yelken açmışım/Kenara çıkmaya koymuyor beni” dediği gibi, isyan deryasına yelken açmalar hep böyle başlar. Başlangıçta açı çok dardır, farkına varamaz insan. Ayağında parmak ucu kadar bir yer tutar, fakat zamanla ayak izine ulaşır.

Sonra adım genişliği, derken gözünün kestiremeyeceği kadar bir açı meydana gelir. Durması gerektiği yerden o kadar uzaklaşır ki geriye dönmek istese de dönemez. Bundan daha tehlikelisi de böyle bir insan belli bir seviyeden sonra farkına varamaz neyin ne olduğunun.

Gayr-i meşru bir şeyin kendisini nereye sürükleyeceğini bilemez. Dolayısıyla gözünü kaçırması, kulağına pamuk tıkaması, ağzını kapaması gerekli şeyleri fark edemez. Hissiyat-ı nefsaniye adına konuşur konuştuğunda, Allah’ın gadab ettiği şeyleri görür gözünü açtığında, şeytanî melodilerle dolar kulakları bir şey dinlediğinde…

Allah hepimize aff-ı mütemadi (sürekli bir af), mağfiret-i amîka (kuşatıcı bir bağışlama), rahmet-i kâmile (eksiksiz bir rahmet) lütfeylesin. Âmin.

 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy