Eğitimin ‘Yaman Dedesi’ olarak tanınan, KHK ile kapatılan İzmir Yamanlar Koleji’in kurucu müdürü ve ünlü sanatçı Sezen Aksu’nun babası Sami Yıldırım hakka yürüdü.
Bir döneme damgasını vuran ve pek çok isim yetiştiren Yamanlar Koleji’nin ilk müdürü Yıldırım 92 yaşındaydı. Eğitim camiasının duayen ismi 4 haftadır memleketi İzmir’de solunum problemi sebebiyle yoğun bakımda tedavi görüyordu.
Sami Yıldırım’ı tedavi sürecinde, herkesin yakından tanıdığı ve Türkiye’nin önde gelen ses sanatçılarından biri olan, kızı Sezen Aksu bir an bile yalnız bırakmadı.
Tedaviye olumlu cevap veremeyen duayen eğitimci hayata gözlerini yumdu.Sami Yıldırım eşi Şehriban Yıldırımı 2016 yılında kaybetmişti.
Sami Yıldırım’ın cenazesi 24.08.2019 Cumartesi günü İzmir Hacı Ahmet Tatari Camii’nde ikindi vaktine müteakip kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek.
Yıldırım’ın yine KHK ile kapatılan Aksiyon dergisinde 17 Aralık 2007’de yayımlanan “Eğitimin Yaman Dede’si” başlıklı portresi…
SAMİ YILDIRIM KİMDİR?
Sami hoca 1927 yılında Rize’nin Pazar ilçesinde dünyaya gelir. Babası adliyede memur, annesi ise ev hanımıdır. İlk ve ortaokulu burada okur. Daha sonra yatılı kaldığı Erzurum’da Muhallim Mektebi’ni bitirir. 1946 senesinde İstanbul Eğitim Enstitüsü’nden mezun olur. Öğretmenlikteki ilk görev yeri Trabzon’un Beşikdüzü ilçesidir. Araya askerlik girer. İstanbul-Alemdağ’da yedek subay elbiseleri içindedir. Askerliğinin hemen ardından yolu Denizli’nin Sarayköy ilçesine düşer. Artık ortaokul müdürüdür. Burada tanıştığı Manisa-Alaşehirli fen bilgisi öğretmeni Şehriban Hanım’la dünya evine girer 1953’te. Bu evliliğinden Nihat ve Fatma Sezen dünyaya gelir. Birkaç okul değişikliğinin ardından 1958 yılında İzmir’e tayini çıkar Sami Bey’in. Üçkuyular’daki İnönü Lisesi’nde 2 buçuk sene çalışır. Ardından İzmir İl Milli Eğitim Müdürü muavinidir. Bu görevinde 12 yıl kalır. Bir yıl da il milli eğitim müdür vekilliği yapar. 1979’da, yani 28 yıl önce emekliye ayrılır.
Yamanlar’ın ilk müdürü olması ise milli eğitimde beraber çalıştığı bir dostu vesilesiyle gerçekleşir: “Bir gün beni aradı. ‘Hocam, böyle böyle bir okul açılacak. Oraya müdür arıyorlar. Ben de sizi önerdim’ dedi. ‘Yahu ben bundan sonra tekrar milli eğitime bulaşmak istemiyorum, ben halimden memnunum’ dediysem de dinletemedim. ‘Ben de o zaman içişleri bakanı ile bir konuşayım’ dedim.”
Sami Bey’in ‘içişleri bakanı’ dediği, eşidir tabii ki. Şehriban Hanım ‘sen çalışmayı seviyorsun’ diyerek onay verince Bozyaka’da 15 Kasım 1982 tarihinde eğitim hayatına atılan Yamanlar’ın ilk müdürü olur. Bu arada müdürlük için tek bir şartı vardır. O da her kafadan bir ses çıkmasındır. “Benim sizden istediğim tek bir şey var dedim. Ben eğitim, öğretim, yönetim ile ilgili bir şeyi yapmak istediğim zaman, yok hocam öyle olmasın da böyle olsun, diyecekseniz ben bu işe hiç girmeyeyim. Hocam olur mu öyle şey dediler. Yanlış anlamayın, ben despot bir insan değilim. İstişareye büyük önem veririm. Ama herkes müdahale ederse de hizmet veremeyiz”
MUSTAFA KEMAL, İLK ÖĞRENCİ…
Okul ilk açıldığında 28 öğrencileri vardır. Okula kayıt olan ilk öğrencinin adı da Mustafa Kemal’dir. Bu 28 öğrenciden bazıları şehir, bazıları okul değiştirir; ama 12’si bu okuldan mezun olur. Daha sonra Yamanlar yeni şubeler açar. Lise Karşıyaka’ya taşınır. Bozyaka bir ara fen lisesi olur, bir ara ilköğretime dönüşür. Derken yıllar yılları kovalar. Sami hoca bu yaşta olmasına rağmen hizmete devam ediyor. “Neden ediyorum? Çünkü ben bu okulların istikbal vaat ettiğine inanıyorum. Çok da güzel öğrenciler yetişti buradan. Olimpiyatlarda olağanüstü başarılar elde edildi. Bir taraftan bayrağını, vatanını, memleketini, milletini seven, manevi dinamikleri ihmal etmeyen, diğer taraftan müspet ilimde zirvelerde dolaşan öğrenciler yetişti. Bu okullardaki öğrencilerin sayısı ne kadar artarsa ben Türkiye’nin geleceğinin o kadar daha sağlam temeller üzerine oturacağına inanıyorum.”
Sami hoca kendi çağında olanların çoğunun öldüğünü, geri kalanların ya kahve köşelerinde ömür tükettiklerini ya da hasta yataklarında gün saydıklarını dile getiriyor. “Biz kahve köşelerinde oturmadık. Bu yolu seçtik. İlk günden beri hareket halindeyim. Halen mevzuat kitaplarını günü gününe takip ederim. Bakın 25 sene az bir zaman değil. 25 sene biz birbirimizi kırmadan, üzmeden aynı çatı altında çalıştık. Madalyalar alındı. Çok büyük gelişmeler oldu. Bu gelişmeleri görünce benim şevk ve heyecanım arttı. Hâlâ derslere ara ara girerim. Yeni hocalara tecrübelerimi aktarırım. Onları sınıfta alkışlattırırım. Öğretmenlerimizi ders anlatırken izlerim. Önce iyi taraflarını söylerim. Varsa eksikliklerini de üslubunca söylemeye gayret ederim.”
Sami hoca bu okullarla adı gündeme gelen Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilk Bozyaka’daki okulda görüştüğünü söylüyor. Orada her gün öğrencilere 5-10 dakikalık sabah konuşması yaptığı günler… Hocaefendi bazen kulak misafiri olduğu bu konuşmalardan dolayı çok memnun kalıyordur. Bir gün Sami hocayı yemeğe davet eder. Sami hocanın Gülen’le ilk sohbet etme imkanı bulduğu ortamdır bu. İlerleyen yıllarda Hocaefendi, Sami Bey’e makamında ziyarette bulunur. Kendisine bir takım elbise hediye eder. “Bir gün spor salonunda güzel bir konuşma yaptı. Salon çok kalabalıktı. İçeride 5 bin, dışarıda da bir o kadar kişi vardı. Ben de oradaydım. Kürsüden beni gördü. İltifat etti. ‘Hocam da buradaymış’ dedi. ‘Hocaların hocası’ diye beni oradakilere lanse etti. Büyük bir alkış koptu. Sonra dışarı çıktım. Bahçede etrafıma toplanan gençler elimi öpmeye başladı. Hocaefendi’nin iltifat ettiği birine gösterilen saygıydı bu.”
Sami bey Hocaefendi ile çok az bir araya gelir. Bu ‘az’lardan biri de İstanbul’da yaşanır: “Altunizade’deydik. Salonda Hülya Koçyiğit’in de aralarında bulunduğu tanınmış sanatçılar vardı. Orada bir öğle yemeği yedik. Hocaefendi o zaman da şeker hastasıydı. Bana ‘hocam’ dedi, ‘okullarımızı misafirlerimize anlatabilir misiniz?’ Ben misafirlere yaklaşık 45 dakika okulları anlattım. Hocaefendi ‘bu kadarını bilmiyordum’ dedi. Oradaki sanatçılar da okullarımızın başarıları karşısında hayretlerini gizleyemedi.” Sami hoca, az temasları olmasına rağmen Hocaefendi’yi sevdiğini, Hocaefendi’nin de kendisini sevdiğini dile getiriyor.
OKULU KAPATMAYA GELMİŞLER, AMA…
Sami Yıldırım’ın Yamanlar ile o kadar çok hatırası var ki. “Bu söylediklerim ta a harfinde” diyor. Öyle boy göstermeyi ya da basına çok konuşmayı sevmediğini dile getiriyor. O konuşmak istemiyor; ama biz bu okullarla ilgili daha çok ayrıntı istiyoruz. Bizim de Karadenizli olmamız onu biraz daha açıyor; ama ‘yazacaklarını önceden görmem lazım’ şartını da öne sürmeyi ihmal etmiyor. Gerekli garantiyi aldıktan sonra İstanbul’da başından geçen bir başka olayı anlatıyor. “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bir toplantısıydı. O zaman Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Bana da yılın eğitimcisi ödülü verdiler. Kürsüye çıktım. Orada okulları anlattım. Salon alkışla inliyordu. Sonra Süleyman Demirel yanındakilere beni sordu, bu kim diye.”
Sami hocadan ilk yıllara dair anekdotlar rica ediyoruz. 1980 ihtilalinden hemen sonra kurulan okul ne gibi zorluklar yaşamıştı? “O zaman Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam Bey idi. 28 öğrenci ile başladık. Mefkureci arkadaşlarımız vardı. İdealist çalışma yapısı vardı. Birinci yılın sonunda müfettişler geldi, bizi denetlemeye. Okul, yurttan dönmeydi. Okulda başlarında sarık, ayaklarında takunya bulunan öğrenciler eğitim yapıyor sanıyorlar. Bana dediler ki, ‘Hocam burayı nasıl bu hale getirdiniz? Biz burayı böyle böyle zannettiğimiz için aslında okulu kapatmaya gelmiştik. Ama gördük ki, burada çok modern, çok gelişmiş, çok mükemmel bir eğitim veriliyor’. Ben de ‘Burası okul. Okul başka türlü olabilir mi’ diye kendilerine sordum. O denetlemede bizim için çok güzel bir rapor yazdılar.”
25 SENE DE SAKLANMAZ Kİ KARDEŞİM!
Velilerin çocuklarını bu okullara verdiği zaman gözlerinin arkada kalmadığını dile getiren Sami hoca bu okullardan rahatsız olanlara da bir anlam veremiyor: “Veliler biliyor ki çocuk burada her bakımdan başarılı olacak, ahlâk sahibi olacak, dürüst olacak, namuslu olacak; bayrağını, vatanını sevecek. Atatürk ve Türk büyüklerine karşı saygılı olacak. Birçok özel okul, öğrenci bulmakta zorluk çeker. Biz hiç zorluk çekmedik. Çünkü vatandaş burada ne yapıldığını yakından görüyor. Sadece öğrencileri değil, velilerimizi de eğitiyoruz biz.” Velilerin en çok kendilerine, ‘hocam çocuğumuz bu okula girdikten sonra çok değişti. Artık yatağını düzeltiyor, elbisesini sağa sola atmıyor, bize saygıda kusur etmiyor. Sizlerden Allah razı olsun’ dediklerini anlatan Sami hoca, bazen de kendisine “Hocam hâlâ orada nasıl çalışıyorsun, şöyle şöyle, böyle böyle…” demelerine çok kızıyor. “Ben de soruyorum onlara; sen bu müesseseleri gördün mü? Görmedim. Gezdin mi? Gezmedim. Kaldın mı? Kalmadım. O zaman niye böyle konuşuyorsun? Bir gel, gör bakayım ondan sonra konuş yahu. Hadi ne diyorsanız; onu benden iki sene sakladılar, 3 sene sakladılar, bu şey her ne ise 25 sene de saklanmaz ki kardeşim.”
Duaların faziletine de çok inanıyor !
Duaların faziletine de çok inanıyor. ‘Evvela dualarımı yapar, ondan sonra işe başlarım’ diyor. “Evden çıkarken, yemekte, akşam yatarken mutlaka dua okurum. Hem müspet ilme inanan bir insanım -uzay çağını fethedecek kadar müspet ilim- ama ona elektromotor kuvveti vazifesi sağlayacak manevi güç de lazım. İkisi bir araya gelmeli. Sonra ben hiç ümitsizliğe düşmem. Bir hastalığım olduğu zaman evvela tıbbî tedbir. Sonra bitkisel tedavi. Sonra da dua.” Sami hoca kızı Sezen’in de her konserden önce kendisinden dua istediğini belirtiyor. Sami Yıldırım hoca, yakın zamanda vefat eden bir siyasetçiyle, ölümünden sonra bir gazetede yapılan son röportajlardan birini okuduğunu ve çok üzüldüğünü söylüyor. “O siyasi, orada ‘ölüm çok kötü bir son’ mealinde bir şeyler söyledi. Şimdi tabii bu inanç meselesi. Ama bizim gibi inananlar böyle düşünmüyor. Ölüm herkesin tadacağı bir şey. İnanan bir insan için ölüm demek kompartıman değiştirmek demek.”
BUNDAN DAHA BÜYÜK HİZMET OLUR MU?
Sami hoca bugüne kadar çok öğrenci yetiştirdiğini ve öğrencileri içerisinde kötü durumda olan birine rastlamadığını kaydediyor: “Beşikdüzü’nde, Denizli’de, İzmir’de ve 25 yıldır da Yamanlar’da. Özellikle de buradan mezun olan öğrenciler hangi mesleği seçtiyseler başarılı oldular, dürüst oldular. Biz, bu büyük milletimizin istediği nitelikte insanlar yetiştirdik. Bu insanlardan millete fayda gelir, zarar gelmez. Topluma bak; neler oluyor? Annesini babasını vuranlar var. Daha bir sürü şey. Bizim talebelerimizin hiçbiri bu duruma gelmedi. İnşallah da gelmez. Beni buraya bağlayan bu oldu. Pilav günlerimiz oluyor. Çocuklar geliyor. Hepsi bir yerde başarılı olmuş, itibar kazanmış. Bundan daha büyük hizmet olur mu?”
Sami hocaya 1982’den önce bulunduğu milli eğitim camiasıyla şu an görev yaptığı okullar arasındaki farkı soruyoruz. “Ben 31 sene devlete çalıştım. Orasını gördüm. Aradaki fark şu: Buradaki arkadaşların hepsi mefkûre insanı. 25 yıl düşün, ben bir kez öğretmenler odasında dedikodu işitmedim. Siyaset konuşulduğuna şahit olmadım. Bir öğretmenimizin sigara içtiğini görmedim. Bizim öğretmenler odasında ‘hep bu çocuklara nasıl daha iyi eğitim verebiliriz, onları yarınlara daha iyi nasıl hazırlarız’ diye konuşulurdu. Şimdi böyle bir kurumun başarısız olması mümkün mü?”
İNSAN, ÖLENE KADAR KOŞTURMALI
Sami hocaya en çok ‘ne zaman emekli olacaksın?’ diye soruyorlar. Bu soruya “Hele 2027 yılına (yüz yaşına) bir gelelim, o zaman hep beraber oturup, tamam mı devam mı diye bir karar veririz” diye cevap veriyormuş: “Ben bu işi seviyorum. Arkadaşlar da beni seviyor ve bırakmıyor. Elim ayağım da tutuyor. İnsanın emeklilik yaşı diye bir yaşı olmaz yahu. İnsan ölünceye kadar hizmet edebildiği sürece hizmet edecek. Bayrağı götürebileceği yere kadar götürecek. Bayrağı devrettiklerine de ‘Sami bey gitti bu iş bitti’ dedirtmeyecek. Maksadımız ülkemize ve milletimize hizmet etmektir. Bu millete ne kadar hizmet edersen o kadar iyidir.”
Kaynak:KronosNews