“ Şu canlıları yaratmak ve ona Rab olmak için, bütün kâinatı kontrol altında tutmak gerekir.” (Sözler sh: 295)
Hayat; aracısız ve perdesiz olarak doğrudan Allah’ın (cc) varlığını gösteren şeffaf bir hakikattir. Tıpkı perdesiz camlardan gözüken odalarımız gibi. Hayat, doğrudan Hay olan Allah’ı (cc) gösterir. Ölü ile diri arasındaki tek fark hayat hakikatidir.
“Hayatı veren yalnız O’ dur. Öyleyse, her şeyin yaratıcısı dahi yalnız O’ dur. Çünkü kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, özeti hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın yaratıcısı da O’dur. Hayatı veren elbette O’ dur. O, Hayy u Kayyum olan Allah’tır(cc).” (Mektubat)
Hayat sahibi varlıklar içerisinde hayatının bir gün biteceğini bilen tek varlık ta insandır. Sınırlı hayata sahip insan için hayatın elbette ki ayrı bir önemi vardır. Zira insan hayatla ve hayatın devamıyla alâkalı akıl, şuur gibi latifeleriyle kıymet kazanır. İnsanların giyinip çıkardığı elbise gibidir hayat. Fakat ne kendisinin giydiği, ne de kendisinin çıkarabileceği bir elbise değildir o.
Ruhumuzla birlikte ten kafesinde misafir olan hayatı, ne kazanmak ne de kaybetmek elimizde değildir. Hayatına iradi son vermek isteyenlerin ebedi hayatlarını da katiyetle kaybetmeleri kuvvetle muhtemeldir.
Hayat sahibi varlıkların tümünü yaratmak ve onları belli bir gayeye yönelik olarak terbiye etmek için, dünyamız gibi bir terbiye mekânı ve Efendimiz (sav) gibi Rabbani vasıfta mürebbiler gerekir.
İnsanın maddi yönünün hammaddesi topraktır. Buna insanın bileşenleri şahittir. İnsanın mekanik yönünü hareket ettiren de onun hayatıdır. İnsanın hayatı, tıpkı kablosuz ağ bağlantısıyla çalışan bir bilgisayarın, internet ağının çalışmasına benzer. Ağ bağlantısının kopmasıyla internet çalışmadığı gibi, dünyadaki hayat bağı kendi iradesi dışında kesilen insanın da dünya hayatı tamamlanmış olur. O zaman hayatın dağıtıldığı ve istenildiği zaman kesilen hayatın bir kaynağı olmalıdır.
Hiç şüphesiz ki, hayatı veren de alan da Allah’tır.(cc)
Ruhun özü olan hayat hakikati, tıpkı tünele giren tren vagonlarının tünelden çıkması gibi, misafir kalacağı insan cesedine girer ve oracıktan belli süre sonra çıkar gider. Tüneli hayata, tren uzunluğunu insan ömrüne benzetebiliriz. Bu trenlerin vagon sayısı da ortalama insan ömrü kadar yaklaşık yetmiş tanedir. Nadiren tek vagonlu trenler olduğu gibi, nadir olarak ta yüzden aşkın vagonlu olan trenler de o tünelden geçebilir.
İnsanın yaratılışını murâd edip, onu ceset ve ruhuyla tasarlayıp, tasarımını hayata geçirmek hayatın kaynağından hayat vermekle mümkündür. Gelmiş, gelecek ve geçmiş tüm hayat sahiplerine hayatı veren hayatın sınırsız kaynağı bir güç ve kudret olmalıdır. Bu güç ve kudret bizlere, “Hay” olan Allah (cc) tarafından verilmiştir.
Allah (cc), İnsanın fani varlığının çürümesini murâd etmiştir. Bu yüzdendir ki, onu dünyada bırakarak sonsuzluğa göçen hayatın da, misafir kaldığı ten kafesinden kurtularak tıpkı özgürlüğe kavuşan bir güvercin gibi uçup gitmesi gerekir. Adeta başka bir âlemden uçarak getirilen insan ruhu ansızın ölüm gerçeğiyle ortadan kaybolur. Gelmiş geçmiş tüm hayat sahibi varlıkların hayatları sonlandıran kudret, ancak sonu olmayan bir kudret olmalıdır. Bu da bizlere kendisi baki olan “La Yemût” olan Allah’ı(cc) gösterir. Yoksa ölmüş olarak nitelenen insanın diriden ne farkı vardır?
Akıllı insan, hayat ölüm çizgisinde hayatın ve ölümün kendisinden ne istediğini arar ve bulur.
İnsan bu dünya misafirhanesine, maddi-manevi İlimlerle kalp ve kafa bütünlüğünü sağlayıp, insanlığın onuruna yakışır en üst seviye olan gerçek kemale ermek için gönderilmiştir. Üstad Hazretlerinin (ra) özlü beyanıyla anlayacağımız şu ki:
“İnsan bu dünyaya ilim öğrenerek kâmil insan olmak için gönderilmiştir.”
Hizmetten | Zekeriya Çiçek