Veda | Ali Hafızoğlu

Yazar Hizmetten

Biz seni görmemiştik. Sen bizi tanımıyordun. Biz çocuktuk. Senin sesini tanıdık önce.

“İnsanca yaşamayı,  insan için yaşamayı, insanın barışını ve ebedi huzurunu hedeflemeyen hiçbir fikir ve düşüncenin payidar olamayacağını” anlatıyordun.Tam anlayamıyorduk seni. Çocuktuk. Söylediklerinden iyilik etmenin güzel bir şey olduğu sonucunu çıkarmıştık. Arkadaşlarımızın derslerine yardımcı olduk, kalemimizi, silgimizi, bilgimizi paylaştık onlarla. Bu bizi arkadaşlarımızla bir kılmıştı.  İyilik ettiğimizi düşünmek hepimize huzur vermişti.

Biz seni görmemiştik. Sen  bizi tanımıyordun. Biz çocuktuk. Senin sesini tanıdık önce.

Üniversitede okuyan ağabeylerimiz vardı. Onların kaldığı eve gidiyorduk. Birbirlerine “ağabey” diyorlardı,”kardeşim” diye sesleniyorlardı. Biz onların yanına gidiyorduk. Çünkü dışarıda büyükler birbirlerine kurşun sıkıyorlardı. Sokaklardan silah sesleri geliyordu. İnsanlar öldürülüyordu.Hergün onlarca genç toprağa düşüyordu. Biz korkuyorduk. Çocuktuk. Sokaklardan silah sesleri geliyordu.

Biz seni görmemiştik. Sen bizi tanımıyordun. Biz çocuktuk.Senin sesini tanıdık önce. “Sevgiyle var olduğumuzu, sevgi için var olduğumuzu, sevgisiz hiç ama hiçbir şeyin mümkün olmadığını” anlatıyordun sevgiyle.

“Sövene dilsiz gerek/ Dövene elsiz  gerek/İnsan gönülsüz gerek” diyordun.

Biz sevgiyi öğreniyorduk, sevgiyi seviyorduk.

Sokaklardan silah sesleri geliyordu. Biz, üniversitede okuyan, bize “kardeşim” deyen ağabeylerimizin evine gidiyorduk. Hep beraber dışarıda birbirlerini kurşunlayanlar için dua ediyorduk.  Sesin ağlıyordu, ağabeylerimiz ağlıyordu, biz ağlıyorduk.

Biz seni görmemiştik. Sen bizi tanımıyordun. Biz çocuktuk. Daha bıyıklarımız yeni terliyordu. Milli takım her Avrupalı’dan  fark yiyor, Eurovision’da hep son demir atıyorduk. Batı patentli herşeye akılalmaz bir hayranlık besliyorduk. Herkes işte Avrupa ile farkımız diyordu. Çekim alanına girdiğimiz her yerde Amerika, Avrupa kompleksi yaşanıyordu.

Sesin minberlerde, kürsülerde adeta Dicle gibi, Fırat gibi, Kızılırmak gibi, Meriç gibi, Sakarya gibi, Tuna gibi çağlıyor, durmaksızın gürlüyor, Anadolu’yu boydan boya dolaşıyodu. “Milletimizin makus talihi değişmelidir. Bu tarihi misyon  kafası pozitif bilimlerle aydınlanmış, kalbi imanla kanatlanmış, ülkesi ve halkı için her şeyini feda etmeye hazır altın bir nesil tarafından yapılacak ve milletimiz yeniden bir kez daha devletler platformunda dengeleri belirleyici güç olacaktır.” diye haykırıyor ve  bu aşağılık kompleksine meydan okuyordu. Ege camilerinin minberlerinden ve kürsülerinden taşan bu ses ağabeylerimizin evinde yankılanıyordu..  Bu seste karamsarlık yoktu, kompleks yoktu, pes etmek yoktu.. Işık ve umut vardı. İman ve azim vardı. Aşk ve adanmışlık vardı. Ağabeylerimizin okullarında niçin çok başarılı olduklarını anlamaya başlamıştık. Daha bıyıklarımız yeni terliyordu. Başarılı  olmaya söz vermiştik.

Yıllar yılları kovaladı. Artık çoğumuz  senin dizinin dibinde oturuyorduk. Bizden mutlusu yoktu. Pak dâmenin üniversitemizdi. Obamız, otağımız, sığındığımız limanımızdı. Bir gün arkadaşlarımızla beraber otururken buğulanmasına dayanamadığımız gözlerin gözlerimizde,”Eviniz var mı ?”diye sormuştun bir arkadaşımıza. “Hayır.” demişti mahcubiyetle. “Arabanız var mı?  diye sormuştun bu defa. “Hayır.” demişti aynı utangaç eda ile. Sevinmiş, tebessüm etmiştin. Tebessümüne ne kadar sevindiğimizi bilemezsin. Sonrasında hepimizi süzmüş ,”Benimle beraber olmak isteyenlerin hiç bir şeyi olmasın.” demiştin tok ve kararlı bir ifadeyle. Sahip olduğumuz her şeyi O’nun yoluna sermemizi istemiştin. Biz Hz. Ebubekir’lerin, Hz. Osman’ların , Abdurrahman bin Avf’ların bu asırdaki izdüşümleri  Hacı Kemal ağabeyleri,Ali Açıl ağabeyleri, Ali Kervancı ağabeyleri ve daha nicelerini senin ikliminde tanıdık. Onlar senin bahçende yetişti ve onları Efendimiz’e sen armağan ettin.

Şimdi sen gittin dünyayı elinin tersiyle iterek. Baharını  da istemem diyerek. Dünyaya ait, dünyalık herşeyi dünyaya gömerek. Bilmemki şimdi biz, senin yetimlerin, yokluğunda dünyanın işvesine, cilvesine, nazına, edasına ne kadar dayanabileceğiz. Hikmet yüklü kitaplar Allah dostlarının himmetinin ve tasarrufunun devam ettiğini söylüyor.Himmetini çekme üzerimizden.

Sen gittin, hayatı hırsızlık üzerine kurulmuş, gözü paradan ve servetten başka birşey görmeyen, yegane ölçüleri ve sevgileri doların yeşili olan insanlar, bir vakit  Ege kıyılarındaki zeytinlikleri sana tapulayanlar, akılları ve kalpleri gözlerinde olanlar, “Acaba kaç milyon doları var ?” sorusunun etrafında sırtlanlar gibi dolaşıyorlar şimdilerde.

Ömrün boyunca onların bu hallerine acıyarak baktın. Ne kadar anlamsız ve çocukça buluyordun. Biliyorduk yüreğinde ızdıraptan bir umman  huruşandı.

Çevrende halelendiğimiz, müptelası olduğun derdini yüreklerimizde demlediğin günlerden birindeydi. Ülke kaos içindeydi. Doğu ve Güneydoğu’da kan durmuyor, her gün Anadolu’nun birkaç yerinde mehmetçiklerin naaşı kaldırılıyordu. Fırsatını bulan, ülkenin doğusundan batısına kaçıyordu. Düşüncelerinin tutkunu Anadolu insanının, oralarda açtığı okul ve dershanelerde müdürlük yapan bazı arkadaşlarımız da aramızdaydı o gün . “Efendim tehdit ediliyoruz, ne yapmamızı tavsiye edersiniz?” diye sormuşlardı. Cevabın hala bir bayrak gibi yüreğimizin gönderinde dalgalanıyor. “Milletimiz adına ölmek için başka hangi günü bekliyorsunuz?” Bilmem ki adının bölücülük ve terör gibi kapkara ve lanet kelimelerle yan yana söyleneneceği ve ruhunun ufkuna böyle bir iftirayla yürüyeceğin hiç aklına gelir miydi?

Işığın demir perdeyi ele çevirdiği günlerdi. Sen sevenlerine “Gidin, kardeşlerinize karşı tarihi sorumluluğunuzu, vefa borcunuzu yerine getirin .İş kurun, okul açın.” diyordun kabına sığmaz bir heyecanla. Derdinin tutuklusu bir avuç Anadolu insanı Azerbaycan’a kanatlandı önce. Selam götürmüşlerdi Anadolu’dan. Vatan toprağı götürmüşlerdi.  Yüzlerce Kur’an-ı Kerim götürmüşlerdi. Ata yurdun toprağını sürme diye gözlerine çeken insanların haberleri geliyordu kulaklarına. Bayrağa sarılıp “Artık ölsem de gam yemem.” diyen insanların hikayesini dinliyordun kimi zaman. Kendisine hediye edilen Kur’an-ı Kerim karşısında “Alın gelinlik torunumu.” diyen seksenlik ninelerinin gözyaşlarına karışıyordu hıçkırıkların.Zor günler yaşanıyordu Azerbaycan’da. Tanklar Bakü‘de kardeşlerimizi çiğnerken sen kürsüde baygınlık geçiriyordun. Kanlı arbede sürerken “Dönelim mi?”diye sormuşlardı ilk giden muhabbet fedaileri. “Asla!” demiştin kararlılıkla. “Kardeşlerinizin ızdırabı ile iki büklüm olun ve orada kalın.”

Senin duanı  alıp bir üveyk gibi avuçlarından ata yurda uçmak binlercemize nasip oldu. Atayurt‘ta açılan okulların ve orada yapılan hizmetlerin tükenmez bir sevgi pınarı olduğunu, bu okulların ve hizmetlerin soyluluğunu, berraklığını, vakarını ilk günkü tazeliği ile koruduğunu bütün benliğimimizle yaşadık. Masallarımızın, ninnilerimizin, türkülerimizin, toylarımızın,halaylarımızın,hayallerimizin,hüzünlerimizin,acılarımızın,bilmecelerimizin,fıkralarımızın,bayraklarımızın, kahramanlarımızın, secdelerimizin,kıyamlarımızın, dualarımızın buluşup bütünleştiğini ve bir güç haline geldiğini her gün biraz daha iyi anladık.

1999 Ağustos’unda  Türkiye yüzyılın depremi ile sarsıldığında binlercemiz Orta Asya’daydık.. Acının bizi can evimizden vurdugu o günlerde arkadaşlarımız, atayurttaki kardeşlerimizin yaptıkları fedakarlıkları acılarına derman diye sürüyorlar ve öyle ayakta kalıyorlardı.

Yardım kampanyalarından birine bir zarf gelmişti. Zarftan bir mektup ve ucunda haç takılı altın bir kolye çıkmıştı. Mektubun sahibi  genç bir rus hanımefendiydi. “Ben.” diyordu. “Özkemen’de yaşayan bir bayanım. Sizleri buradaki okulunuz sayesinde tanıdım ve sevdim. Acınızın büyüklüğünü anlıyorum ve bütün kalbimle paylaşıyorum. Elimden çok bir şey gelmemesinin beni ne kadar üzdüğünü size anlatamam. Tek yapabildigim şey, yıllardır özenle sakladığım çok sevdiğim bir arkadaşımın hatırası olan kolyemi size göndermek. Eğer kabul eder ve karşılığını depremzedeler yararına kullanırsanız beni çok sevindirmiş olursunuz.”

Hüneri  ancak samimiyeti olan bu okulların etrafında asırlık düşmanlıkların paramparça olduğunu görmenin insana verdiği mutluluğu ancak tadan gönüller bilir. Ve biz bu mutluluğu senin sayende tattık, tatmaya da devam ediyoruz. Çok  mu iddialı bir cümle olacak bilemiyorum ama ,söylemeliyim. Sevginin  egemen olduğu bir dünyanın kurulabileceğini mümkün görmeyenler ancak seni, sevenlerini, yolunun tiryakilerini ve bu hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’yi tanımayanlardır.

Artık sen bizi gördün. Artık biz seni tanıyoruz. Ve artık biz bir çocuk değiliz. Gaye-i hayalinin yanında dünyanın bir misket kadar küçük kaldığını çoktan anladık. Çok sevdik bu gaye-i hayali. Tutkumuz oldu. Var gücümüzle, bütün benliğimizle tutunduk  ona. Kainat duysun ve alem bilsin ki,  senelerdir bu gaye-i hayal ekseninde duyup hissettiğimiz,görüp yaşadığımız, bir parçası olduğumuz, iliklerimize kadar aidiyet hissettiğimiz bütün  bu şeyler bir suç ise, işlediğin o suç “biziz” ve biz işlediğin o “suçuz.”

Ve bu gaye-i hayalin birer tutkunu olararak son nefesimize dek yeryüzünü  iyilerin ve iyiliklerin bahçesine dönüştürme suçunu işlemeye devam edecek,”hiç durmadan yürüyeceğiz.”

Sana Şems’ini yitiren Mevlana’nın dilhun olmuş yüreğiyle, hicranla dağlanmış ciğeriyle seslenmek;

“ Duyduk ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.

Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun,etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru

Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme.

Ey ay !Felek olmuş, altüst olmuş senin için

Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi

Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan

Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan

Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek zaman değil

Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.”

Etme , etme,diye inlemek istiyoruz ama emir seni bize lutfeden Mevla’mızdan gelince boynumuz kıldan ince. “Ale-l  ra’si vel ayn.” dan başka sözümüz yok ve olamaz. Teslimiyeti de tevekkülü de senin rahle-i tedrisinde talim ettik çünkü. Rabbimizin takdirine, fermanına  elbette ve inşaallah sabr-ı cemil ile boyun eğeceğiz.

Artık sen bizi görmüştün. Artık biz seni tanıyorduk. Ve artık biz bir çocuk değildik. “Dönmemek üzere gidin.”diyordun bizlere. Meğer sen de dönmemek üzere gitmişsin.Zaten yapmadığın hiçbir şeyi söylememiştin ki.

Güzün geldin. Güz mevsiminde, en zor ve çetin şartlar altında, çile ve ızdıraptan bir himmetle sayısız güz gülleri yetiştirdin. Kimse inanmıyordu. Sen inandın ve hepimizi inandırdın. Vazifen bitti. Ve yine bir güz mevsiminde  bizleri Allah’a ısmarlayıp gittin.

Güz gülleri gibiydin.Hiç bahar yaşamadın. “Görmeyeyim baharı.” diyordun. Görmedin. Zaten içinin sesi olmayan bir mana sende hiçbir zaman kelama dönüşmemişti ki.

Artık sen bizi görmüştün. Artık biz  seni tanıyorduk. Ve artık biz bir çocuk değildik. Gaye-i hayalinin yanında dünyanın bir gözbebeği kadar küçük kaldığını çoktan anlamıştık.  Talebelerinin,sevenlerinin, adanmışlarının birer birer sonsuzluk yolculuklarına hicret diyarlarından çıkmaları, omuzunda  taşıdığın  emanetin  hudut taşlarıymışçasına binbir başak verecek tohumlar gibi toprağa düşmeleri elbette boşuna  değildi.

Anlıyorduk ki Güney Afrikâ’da  himet kervanları Kervancı’ları ile yürümeye, Kanada’ da hizmet boyunca Açıl’ımlar hüküm sürmeye, yolunun tiryakileri yolunun Erkan’ınca Afrika’da Çağıl Çağıl akmaya, Avrupa’yı gülşen edecek Şengül’ler boy vermeye,  nurun Şimşek’leri kıtayı boydan boya aydınlatmaya, Orhun Yazıtları’nın ülkesinde yiğit oğlu yiğit Adem’ler Tatlı bir huzur içinde nöbet tutmaya, medrese-i Yusuf’iyede verdiği şehitlerle Anadolu duaya, direnmeye, Kemal’e ermeye, Ahmed Yesevi’lerin, İmam-ı Buharilerin,  Şah-ı Nakşibendi’lerin, Hazreti Büreyde’lerin coğrafyasında Yasin’ler okunmaya, Sinan’lar yaşamaya, Avustralya’da İbrahimî bir sevda hizmetin Dellal’ı olmaya devam edecek.

Kıyamete kadar….

Mahşer yerinde seslenmen yeter bize Hocam!

Çünkü biz senin sesini tanıdık önce.

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy