‘Son Süvari” romanıyla tanıdığımız Faslı âlim ilahiyatçı, edebiyatçı Profesör Ferîd El Ensarî’nin kaleme aldığı “Süvarinin Dönüşü” eserini okudum. Çok istifade ettim. Bu istifademin şükrü olarak ta duygularımı sizlerle paylaşmak istedim.
Necip Fazı Kısakürek, “Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?” diyordu. Bu kitapta ise Ferîd el Ensarî, şanlı akıncı, son süvarinin dönüşünü anlatıyor.
Kitabta, Süvari’nin kim olduğu, hayat serüveni, “vazifeli bir zat” olduğu ve “Süvari ne zaman dönecek?” gibi sorulara cevap veriliyor.
“Son Süvari” romanını okuyanlar hatırlayacaklardır, Ferîd El Ensarî o romanda edebî, coşkulu ve başarılı bir şekilde Bediüzzamanı ve bu asrın vazifelisi olduğunu anlatıyordu.
“Süvarinin Dönüşü”nde ise Bediüzzaman’dan sonraki vazifeli zatın biyografisini yazmış.
Kitap; roman tarzında, şiir ahenginde, akıcı, tarihi olaylar perspektifinden konuları ele alarak çok ilginç bir biyografi kitabı olma özelliğine sahip.
Yazar, eserini şöyle tanıtıyor: “Bu eser; ızdıraplı bir ruhun hafakanları, engin bir vicdanın tecrübesi, ümmetin kanayan yarası, hürriyete kavuşma adına akıp giden duru, hâlis bir şevk şelalesi ki, nurları Anadolu topraklarında yaşayan bir babayiğidin gönlünden kaynayıp bütün bir alemi aydınlatan bir şelalenin hikayesdir.”
Hocaefendinin kendini idrak ettiği günden itibaren seksen yaşına kadar olan hayatının anlatıldığı bu romanda, Hocaefendi, ağlamanın biyografisi olarak resmedilmiş…
Evet Hocaefendi, ağlamanın biyografisi… Peki, neden bu kadar ağlıyor? Soyadı “Gülen” ne var ki, onun hayatı baştan sona bir gözyaşı bestesi…
Son Süvari’nin bu kadar çok ağlamasının sebebini ve taşıdığı büyük ‘sır’rın sırrını keşfetmek için bir seyyah edasıyla yola çıkıyoruz. İlk önce ruh ufkunun doğusuna…
Bediüzzaman’ın “Doğuyu ayağa kaldıracak dindir”,“Enbiyanın çoğu Şarkta ve filozofların çoğunun Batıda gelmesi Kader-i Ezelinin bir işaretidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir.”diyerek, önemli bir konuya dikkat çekmesi gibi yazarımız da; “Sen, kaynağı doğu olmayan ve oradan doğmayan bir ‘nur’a rastladın mı hiç?” sorusunu soruyor ve bizi doğuya götürüyor. Kendi orijinal tespitiyle “ruhun aşılandığı yer” Ahlat’a gidiyoruz.
Ahlat… Ruhun aşılandığı yer.
Van gölü kenarındaki Ahlat, mavi bir göz üzerindeki siyah kaş gibi…
Arap yarımadasındaki fitnelerden uzaklaşmak için uzak bölgelere göç etmek zorunda kalan Seyyidler ve ehl-i Beyt “tohumu”, hicret ve sürgünler arasında nesilden nesile yuvarlanmış, derken bu tohumun gülü,Türk olan “Gülen Ailesi”nin has bahçesinde de açmıştır.
Ahlat, imanın yakîn seviyesini temsil eden Seyyidlerle, gücü temsil eden dağlar gibi dimdik hakikat erleri Türk boylarının bir araya gelmesiyle meydana gelen “Yeni Türk İnsanı” prototipidir.
Seyyidlerdeki Cemalî tecellilerle Türklerdeki Celalî tecelli Ahlat’a buluşmuştur.
Hocaefendinin dedesi Şamil Ağanın dedesi Halil bey kan davası nedeniyle ailesiyle birlikte bu kutlu belde Ahlat’tan Korucuğa hicret etmiştir. Kökü seyyidlere uzanan ve oradan beslenen kutlu ağaç, korucukta kök salmış ve istikrar kazanmıştır. Fethullah Gülen Hocaefendi böyle şerefli şecereden meydana gelmiştir.
Sekiz Fasıl’dan oluşan 308 sayfalık kitap bize değişik yönleriyle hizmetin tarihçesini de sunuyor. Hocaefendinin altı yıllık gaybubet günleri, mahkeme safhaları, toplumun değişik katmanlarındaki kişilerle diyalog görüşmeleri olayların hikmet boyutuyla ele alınmış. Bu yönüyle kitap çok orijinal.
Hizmetin başındaki Zat’ın görevli olduğuna kitabı okuduktan sonra bir daha kanaat getiriyoruz.
“Fethullah, devrinin ebdâllarından bir tayftır.Fakat onun sanatının sırrını kim bilir? Kim, onun gönlünün sahillerini döven ruhun dalgalarına şahit olmuştur. Güneşin onun gözünden nasıl doğduğunu, görülmeyeni gördüğünü ve sonra bazı şahit olduğu şeyleri âlem için nasıl resmettiğini kim bilir? Fethullah, bu gün nur erlerine büyük rütbeyle görevlendirilmiş bir süvaridir! Ruh süvarilerinin de emiridir, ama ne hayırlı emir…”
Hocaefendi hayatı boyunca bir şakî gibi adım adım takip edildi. Fakat o askerin siper ve tabya değiştirmesi gibi sürekli adres değiştirdi, hicret etti.
En son 28 Şubat sürecinden sonra Türkiye’de hizmet etme imkanı kalmayınca çok sevdiği yurdundan cismen ayrıldı fakat fikirleri, düşünceleri her sohbette, her oturumda var.
“Türkiye’deki bir kısım hasetçi gruplar bilindik adetleri üzere, vatan toprağına dönmeye dair bütün emellerini keserek onu yargılmak ve mahkum edebilmek için aleyhinde dosyalar üstüne dosyalar hazırladılar. O zat ne zamandan beri döndü; fakat onlar hissetmiyorlar. Onun hayali Anadolu beldelerinin caddeleri üzerinde dolaşıyor; fakat onlar görmüyorlar. Onun sesi Türklerin bir araya geldiği meclislerde salonları doldurdu. İmana dair hiç bir oturum olmasın ki, o orada hazır bulunmasın. Böyle bir zatı karanlığın yarasaları nasıl muhasara etsinler?”
Evet, o gitmedi ki, dönsün… Fikirleri dünyanın her yerinde, her sohbet meclisinde var.
Kitabı bitirirken şunu öğreniyoruz: 1966 yılından beri hizmet gemisinde kaptanlık yapan Hocaefendi defalarca, ihanetlere, zulümlere, takiplere, hapislere ve sürgünlere maruz kalmıştır. Akıl almaz çileler çekmiş fakat Hizmet Gemisi sahili selamete doğru yol almış, kaza yapmamıştır. Buradaki sır nedir acaba?
Bu soru beşinci katta kendisine şöyle sorulmuştur:
“-Efendim, gördüğünüzü nasıl gördünüz?
Dedi:
Eğer gözyaşı kirlerinden arınırsa, iştiyak sadece Bâri-i Hakîkîye olursa, nurların üzerindeki perdeler açılır… Ve yolcular için yolun işaretleri apaydınlık olur…”
Bu eserin gönüllüler hareketi ve Hocaefendinin daha iyi ve doğru anlaşılmasına katkı sağlayacağına inanıyorum.
“Yeni zamanın süvarisi”nin hayat serüvenini okumakta geç kalmamanızı temenni ederim.
“Süvarinin Dönüşü” isimli kitaba en kolay ulaşmanın yolu:
https://kitapdunyasi.eu/
Hizmetten | Halil Şimşek
YanıtlaYönlendir
|