Hoş geldin gönüllerin sultanı, Hoş geldin şehr-i Kur’an
Hoş geldin şehr-i Rahman, hoş geldin şehr-i Ramazan
Hoş geldin sefalar getirdin.
Sen gittin bir yıl dolaştın geri geldin.
Biz yerlere gidemedik ey kutlu ay. Yine seni bu dört duvar arasında karşıladık. Oysaki biz seni daha önceleri sabah namazlarında Eyüpsultan‘da Seher vaktinin lahutiliğinde, şimdi yerinde yeller esen Halit Paşa konağının bereketli sahur sofralarında karşılıyorduk. Allah için bir araya gelen, Allah için sancı çeken, beyin zonklatan, Ramazan’ı her yönden fırsat bilen, zekatım, sadakam, fitrem deyip saçıldıkça saçılan infak kahramanlarıyla beraber oluyorduk.
Sultanahmet Camii’nin avlusunda, bir kitap fuarında, Kur’an ve ilahi sesleri eşliğinde, Kaynak kitabın standında sana hoş geldin ediyorduk. Kimi zaman 29 kimi zaman 30 çeken iftarlarını sahurlarını bir istişare ortamında gün gün paylaşıyor, arkadaşlar siz iftarda şuraya, sizlerde sahurda şuraya deyip ensar muhacir kardeşliğinin yaşandığı günlerdeki gibi seninle hem dem oluyorduk. İftarlarını bir mekanda teravihlerini bir başka mekanda her sabah namazını da farklı bir mekanda eda ediyorduk. Günlük mesaimize arkadaşlarla beraber okuduğumuz mealli mukabeleyle başlıyor, sonra sıcak demeden, soğuk demeden, bıkmadan usanmadan senin o bereketli ve yümünlü günlerinde derdim deyip, davam deyip kapı kapı dolaşıyorduk. Bir garibin daha yüzü gülsün, bir muhacirin kursağına aile ortamında sıcak bir kaşık çorba gitsin, bir nur fabrikasına, bir ışık hanesine bir ramazan kolisi daha girsin diye dükkan dükkan geziyorduk. Günün sonunda da 3-5 talebeyle bir Halil İbrahim sofrasında buluşuyorduk.
Ey vefalı dost, ey gönüller sultanı ! Bunların hepsi senin o bereketli günlerine gecelerine sığan ve tadına doyum olmayan meşgalelerdi. Rabbin rızasını kazanma adına koşuşturulan kutlu zaman dilimleriydi.
Ey kutlu ay, ey vefalı dost! Sen bize hiç vefasız davranmadın. Bizleri özlemiş gibi her yıl on gün önceden çıkıp geldin ,geldin de bizleri her gelişinde sıcak bağrına bastın. Şimdi ise sen yine gittin dolaştın yine bizi dört duvar arasında buldun. Seni bu dört duvar arasında kim bilir kaçıncı karşılamamız. Seninle buralarda buluşmak, seni buralarda ağırlamak da varmış meğer kaderde. Kim bilir buralara düşmeseydik belki de hiç anlayamazdık seni. Barla’da, Isparta’da, Eskişehir’de, Denizli’de, Afyon’da, Kastamonu’da tek başına oruç tutan, iftar eden Zatı hiç anlayamazdık. Bir teravih sırasında medresesinin basılmasını, cemaatinin tekme tokat dağıtılmasını kim bilir belki de hiç anlayamazdık.
Seni yıllardır gurbet diyarlarında, vatana, ezana ,camiye ,cemaate hasret olarak karşılayanları da anlayamazdık.
Senin bereketli günlerinin birinde bir grup arkadaşla yolumuz bir gurbet diyarına düşmüştü de oradaki bir kahraman (öğretmen arkadaşımız) bize, “Abiler ben tam 17 yıldır toplu iftarlardan da, teravihlerden de, dostlarla yapılan sahurlardan mahrumum. Çünkü buralara ne ramazan gelir, ne de kimse buralarda onun varlığından haberdar olur” deyivermişti. Ardından da gözleri boncuk boncuk gözyaşı dökerken, ”bu dudaklar 35 bayramdır ne bir büyük eli öptü, nede bu eller kendi çocuklarım hariç başka biri tarafından öpülmedi” diyerek duygularını bizimle paylaşmıştı. Biz ise arkadaşlarla o kahramanı sadece dinlemiştik, dinlemiştik çünkü gurbet nedir bilmezdik, hasret nedir, yalnızlık nedir tatmamıştık.
… ve bir Can.
O da 20 küsür yıldır gurbette karşılıyor seni ey Kuran ayı!. Hem de bütün rahatsızlıklarına rağmen, hem de her şeye rağmen doya doya, duya duya yaşıyor seni. Ders halkaları ve mealli mukabeleler eşliğinde seninle hem hal oluyor. İçindeki özlemi, hasreti, ayrılığı bir aylığına da olsa seninle gideriyor, seninle teselli oluyor. Belki de lal-ü güherinden dökülen incilerle seni anlatıyor herkese. Senin nasıl bir rahmet, nasıl bir merhamet, nasıl bir bereket ve nasıl bir mağfiret ayı olduğundan bahsediyor tüm talebelerine. Bizlerde O gözü yaşlı insandan, onun seni ağırlamasından dolayı daha iyi anlıyoruz seni ve daha iyi anlıyoruz dört duvar arasında yaşadıklarımızı.
Olsun be güzel dost. Vardır bu yaşanılan acılarda da bir hikmet, bir güzellik. Hem seni zindanlarda yaşamanın, idrak etmenin sevabı katlanarak verilir demiyor mu zindanları kendine mesken eden Çilekeş? Zindandan bize seslenmiyor mu bu manada? Belki de kendimizi talihli kullar arasında sayabiliriz bu muştulardan dolayı.
Ey vefalı dost, ey gönüller sultanı! Bu dar mekanlarda senin enginliğin sayesinde okumaya çalıştığımız mukabelelerimizle, yaptığımız iftar ve sahurlarımızla, karınca kararınca yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlerimizle seni memnun gönderebilirsek ne mutlu bizlere. Sen bizden razı olarak bayrama ulaşabilirsek ne gam. Hem senin bizden memnun olman O’nu (cc)memnun etme yolunda bir basamaksa ne keder. Basamağın adı zindan olmuş saray olmuş ne fark eder. Yeter ki sen ve seni bize gönderen razı olsun bizlerden. Gerisi laf’ü güzaf, gerisi teferruat
…ve tekrar hoş geldin ey şehr-i Rahmet.
03/06/2019 (29 Ramazan 1440)