Ruhun Zaferi Ödülleri | Selim Gül

Yazar Editör

Bilim alanında Nobel, film endüstrisinde Oscar gibi bir de metafizik bağlamda ‘kendini fethedenler’ adında bir ödül verilecek olsaydı, Hocaefendi’nin adayları bence ya Tarık ya da Ukbe olurdu. Sızıntı Dergisine 1983-Haziran ayında yazdığı ‘Ruhun Zaferi’ makalesi buna delildir:

Biri, “Allah’ım! Bu karanlık deniz önüme çıkmasaydı Senin nâm-ı celîlini denizler ötesi âlemlere götürecektim.” diyor.

Diğeri de onun bıraktığı yerden devam ediyor ve, “Ey Askerlerim! Görüyorsunuz, arkamızda (düşman gibi bir) deniz, önümüzde  (deniz gibi bir) düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. (Ya kaçacak, arkadan vurulacak ve zelilane öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah’a kavuşacaksınız.) Düşmana saldırıp bu toprakları almadan başka çaremiz yoktur.’’ diye sesleniyor askerlerine. Mana olarak ne fark var ki aralarında, Allah aşkına..!

Bir hatıra ile devam edeyim müsaadenizle. Yeni görev yerim olan Anadolu’nun doğusundaki o şirin şehre varmıştım. Karşılayan selefimin ilk icraatı ilginçti ve bir o kadar da etkileyiciydi.

Beraber önce kabristana gittik. “Şu, Mevlana Halit’in alperenlerindendir, veli zattır, beldeye manevi katkısı büyüktür, seni evvela onunla tanıştırayım: Terzi Baba derler kısaca ona” dedi.

Ve devam etti, öteye göçmüşlerle tanışmalar. Elbette Fatihalar eşliğinde.. Hayırsever iş adamı Muzaffer abi, fedakâr aşçı, edep abidesi talebe Hüsamettin ile bu fasıl sürerken, selefe saygı dersini iliklerime kadar hissetmiştim.

Gücünü temsilden alan bu ibretlik kare, hiç unutulacak türden değildi. O gün, ciddi izler bıraktı. Bende adeta  ahlak halini aldı, bu örnek tavır ve duruş. Nasıl mı?

Bir zamanlar Kuzey Afrika coğrafyasında görev yaparken, dünyanın dört bir yanından ziyarete gelen dostları, önce, bu topraklara silinmez imzalar atan, kıtalara sığmayan ruh Ukbe Bin Nafi ile tanıştırdım. Sonra da, batı Avrupa’daki karanlığı delen yıldız yani Endülüs fatihi Tarık Bin Ziyad ile gıyabında tanışma fasılları devam etti. Kabirlerinin başucunda olmasa da, Atlas Okyanusu’nun kıyılarında, onların günümüze kadar yankılanan malum nidalarını hayallerimizde canlandırarak..

Gıyabında, asırlar sonrasından Fatihalar hediye ettik onlara, ‘kendini fetheden muzafferler’ diyerek.

İnat potansiyeli, cibillidir, fıtridir ve nazaridir. Hâlbuki, sebat hasleti, istidattır, kabiliyettir ve amelidir. Onlar da, inat potansiyelinin yönünü, heyecan yakıtı, vicdan mekanizması ile sebat yörüngesinde nice semerelere dönüştürmüşler.

Bu koç yiğitlerin ruh portresinde, dünyada sefer; dünyadan sefer içinse değer… Yoksa ne kıymet ifade eder?

İçte-dışta bin bir dümen karşında, her şeye rağmen, ruh planında bir ömür sadakatle şu hali korurlar; şikâyeti tedai ettiren “off be!” tavrı yerine, şükür edalı “ohh be!” duruşu..

Kurtuluş mücadelesinde, evinde olması gerekirken, sırtında torunuyla zaruretten cepheye koşan ihtiyar bir ana hikayesi vardır ya Anadolu’da. İşte bu meçhul anamız da, ‘kendini fetheden’ muzafferlerdendir:

Onları tanır mıdır, duymuş mudur bilemem, ama bence ruhları benziyor. Nasıl mı?

Islanmasın diye yavrusunun battaniyesiyle sardığı mermileri taşımaktadır, o adını bilemediğim ruh ve mana insanı. Kağnısı, hayvanlardan biri ölünce çamura saplanır kalır. Boyunduruğu, düştüğü yerden kaldırır ve Bismillah der kuşanır, girer ağır yükün altına. Zorda kalınca, pes eden diğerinin kulağına fısıldar: “Bu, bir tekerin çamurdan çıkıp çıkmaması değil, bir milletin esaretten kurtulup kurtulamama meselesidir” der. Ona derdini döker, tıpkı kıtalara sığmayan bu ruhlardan Ukbe’nin, ormanda vahşi hayvanlar ile konuşması gibi..

Zaten, Ukbe’nin yukarıda geçen tarihi çığlığını, “Semalarda duyulan ruhanilerin sesinden daha yüksekti” diyerek, hayranlığını ilan ediyordu, meşhur tarih yazarı Abdülhak Hamid Tarhan. Bu öyle bir nidadır ki, bir zamanlar vazifesini kendisine tekrar iade eden Yezid’e bile, ihtimal ötede bir ümit olur; tabi ki hakikatini Allah bilir.

Ödüle layık bu iki adayın hayatlarında, küme küme mağduriyetler saklıdır. Nice terler döktüler çetin, zorlu ve yokuşlu çöl yollarında.

Karalar bitince denizlerde, denizler aşılınca da karalarda daldılar, hep yeni bir başlangıç yaptılar. Onlar, mefkûresinin dalgıçları, niyeti ötelerde, hatta daha da derinlerde dalgıçlar. Kısaca, Hocaefendi’nin tabiriyle ruhlarının zaferine ulaştılar.

Kızgın çölde, kum fırtınalarında, gerekirse karada yüzen, gerekirse okyanusta da, atının ayağının nalıyla dalgalarda sanki sörf yapan bu babayiğitler ve onların rotası “Nam-ı Nebevî” olan fetih gemileri, adeta limana hiç demir atmadı.

Zaman zaman onlar, çöl sıcağında çadırına bürünür, seccadede süzülür, uzun secdelerle alınlarını sürür, böylece ruhanilerle ruhlarının zaferine yürür.

Bazı pırıltılardan, ipuçlarından iz sürerek, zihinlerde şekillenen resimlerinin silüetini göstermeye, ruh portrelerini çizmeye ve kişiliklerini karikatüre etmeye çalışmaktır arzum. Ne biyografik, ne de kronolojik… Kimi zaman objektif, kimi zaman subjektif mülahazalar eşliğinde…

Ayrıca anlatırken, kimi zaman, fırçamı yer yer aşk, şevk, ümit, heyecan, sabır, sebat renklerine südüm ki, atlarını Kuzey Afrika ve Endülüs topraklarına sürmelerindeki espriyi, sırrı kavrayabilelim.

Kahramanların ruh dünyalarını yakından tanıma adına araştırıp incelemek, sanki ıtriyat çarşısında yol almak, rengârenk güllerin-çiçeklerin arasından geçmek gibi.

Otağını kurdukları şahikalara taşıyan merdivenleri andıran, sayfaların ve satırların arasında, adım adım dolaşmak, ara ara kendinden geçip kaybolmak, ne esrarengiz bir seyahat!

O coğrafyada görev yaptığım yıllarda, sabahları evden çıkarken, bu iki yiğide ve askerlerine Fatiha okumayı kendime adet edinmeye çalıştım.

Ne vakit yâd edilseler, kendilerinin ve küheylanlarının ayak izleri, hala titretir sönmemiş yürekleri.

Ne siyasi tezgâhlar, ne entrikalar, ne düşmanlar, ne dost kılıklı bukalemunlar, ne ormandaki aslanlar, ne deniz, ne de kara vazgeçiremedi onları.

Ancak ecel ile kesildi nefesleri diyecektim ama bize hala soluk olmaya devam ediyor hayatları..

Evet, Ruhun Zaferi makalesini bir kere daha anmaya, okumaya, anlamaya ve yaşamaya ne dersiniz ?

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy