Nefsin oyunları karşısında havf-recâ dengesi

Yazar Egeli

Soru: Nefsimize karşı mücadelemizde hep mağlup oluyoruz. Bizi, nefsimizin desiselerinden kurtaracak ciddi bir gayretin içinde nasıl olabiliriz?

İnsan, nefsine karşı hep ciddi bir iradeyle savaş vermeli ve ona kesinlikle teslim-i silah etmemelidir. Başka bir ifadeyle nefis, insanın boynuna bir gem vurup –bağışlayın– istediği yere götürebilecek derecede onu tesir altına almamalı ve insan böyle bir zaaf içinde bu denli tutarsız ve iktidarsız olmamalıdır. Aslında insan, hiçbir zaman iradesiz olamaz ve olmamalıdır. İnsan her zaman içindeki vesveselere, kalbinin ihmaline ve duygularının duyarsızlığına karşı isyan içinde olmalıdır.

Ama bunlarla beraber, bir insanın yer yer düşmesi ve sürçmesi de fıtrat-ı beşeriyenin gereğidir. Sahih bir hadiste Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir gün bu hakikate dair şöyle buyurmuşlardı: “Hazreti Âdem yanıldı, evlatları da yanıldı.”[1] Binaenaleyh yanılma, unutma ve hata etme, fıtrat-ı beşeriyede mündemiç bir hakikattir. Bu itibarla da insanın yanılması her zaman ihtimal dâhilindedir. Şu kadar vardır ki, kendisini umumiyetle iradeli ve dimdik ayakta tutabilenler daha az yanılırlar, kendini salıvermiş bir kimse ise pek çok defa yüzüstü düşebilir ve kendini şeytanın esiri ve zebunu hâline getirebilir. Bu itibarla da yer yer nefs-i emmârenin bize çelme takması kaçınılmazdır. –Allah, nefsin bu desiselerinden bizi muhafaza buyursun– ama inanan gönüller de her an bu tür çelmelere maruz kalabilir. Zira Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm), Ka’b İbn Malik’ten rivayet edilen sahih bir hadiste bildirdikleri gibi: “Mü’min ekin gibidir. Rüzgâr onu eğiltir. Kimi zaman yıkar, kimi zaman doğrultur. Nihayet sonunda kalkar doğrulur. Kâfir ise kökü üzerinde dimdik duran ‘erze’ ağacı gibidir. Onu hiçbir şey eğiltemez. Nihayet devrilince de bir daha doğrulamaz.”[2] Binaenaleyh mü’min, her zaman “Aman yâ Rabbi!” deyip Allah’a koşar, kâfir ise gürül gürül ses çıkarmasına ve çok heybetli görünmesine rağmen bir kere yıkıldı mı bir daha doğrulamaz. Bu mânâda mü’min, düşse dahi kalkacak, yürüyecek ve yine Allah’a doğru olan yolculuğunu devam ettirecektir. Her mü’min, düşmeyi ve nefs-i emmâreye mağlubiyeti bu şekilde kabul etmelidir ki, meselenin bir yönü bundan ibarettir.

Meselenin diğer önemli bir yönü ise şudur: İnsan, nefsine karşı galebe çaldığını düşünürse –hafizanallah– işte o zaman aldanmış demektir. Evet, bir insan, “Artık ben nefsimi yendim, onun iğfâlât ve tesvîlâtından kurtuldum.” diyorsa, o kimse aldanmıştır. Buna mukabil insan âhir ömrüne kadar, içinde sürekli bir düşmanın bulunduğunu düşünüyor, bundan dolayı da korkuyor ve titriyorsa, bu da onun, Allah’ın lütf u keremiyle, ilâhî bir emn ü eman içinde olduğunu gösterir. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kudsî bir hadiste Cenâb-ı Allah’ın iki emniyeti bir arada vermeyeceği gibi iki korkuyu da birden vermeyeceğini ifade buyurur.[3] Yani bu dünyada bir kimse, âdeta ödü kopuyor gibi, şeytanın kendisini her an baştan çıkaracağı ve baş aşağı Cehennem’e gidebileceği korkusuyla yaşıyorsa, Allah’ın izni, inayeti ve dilemesiyle, o insan ahirette herhangi bir korkuya maruz kalmayacaktır. Bunun aksine bir kimse, burada endişesiz ve korkusuz yaşıyor, arkasında şeytan bulunmuyormuş veya kendisini baştan çıkaracak, kundaklayacak bir nefsi yokmuş gibi rahat hareket ediyorsa –hafizanallah– o insan da ahirete ve kabre ait rahatını burada kullanıyor demektir. Binaenaleyh bu mânâda, her iki tarafta emniyette olacağını düşünenler, büyük bir aldanmışlığın içinde olmalarına mukabil, her iki cihanda korku içinde olacağını zannedenler de yanlış düşünüyorlar demektir.

Hasan Basrî ve Şâh-ı Geylânî gibi din büyüklerinin evrâd u ezkârına bakılabilse, bu zatların dünyada hep havf u haşyet içinde oldukları görülecektir. Bir keresinde Şâh-ı Geylânî’nin evrâdını okuyan ve oldukça takvâsı da yerinde bir hoca kardeşimiz bana şöyle demişti: “Büyük zatların evrâd u ezkârlarını okurken bunların, ‘Ben mahvoldum, yandım, bittim. Susuz bir insan Cehennem’de nasıl yanar ve kavrulur, çölde yapayalnız kalan bir insan nasıl vahşet içindedir, işte ben ondan daha beterim.’ şeklinde dualarında ifade ettikleri hususları biz kendimizde bulamıyoruz. Şâh-ı Geylânî neden böyle diyordu..?”

Aslına bakılacak olursa o mübarek kardeşimiz, “Çölde kalıp yanmamışız, vahşette hiç olmamışız, dolayısıyla biz bu duaları ne diye okuyalım?”a getiriyordu konuyu. Ama o, bir noktada isabet etse de başka bir noktada hem o hem de biz yanılıyorduk. Aslında meseleye şöyle bakmalı ve şöyle düşünmeliyiz: “Şâh-ı Geylânî gibi bir zat bu mevzuda böyle derse, acaba bize ne demek düşer?” Zira nefs-i emmâre çok ayyârdır; insana bir tane üzüm yedirir, elli tokat vurur. Dudağına bir kere bal sürüverir, fakat onu elli defa yüzüstü bırakır ve ömür boyu sürüm sürüm süründürür. Bu itibarla nefsine karşı hep mağlup olacağını düşünen bir insan, düşmanını tanımış ve Rabbisine sığınacağından dolayı, nefsine karşı emniyet içinde yaşayan bir insandan daha emin demektir. Rabbimiz –inşâallah– nefsimiz gibi bir hasmımızı bizlere idrak ettirir…

Ayrıca selef-i sâlihîn, emniyeti ve ümitsizliği küfür saymışlar[4] ve bir insanın, “Nasıl olsa ben Cennet’e gideceğim.” diye kendini salmasına küfür dedikleri gibi, Allah’ın rahmetinden ümidini kestiğini ifade eden ve “Ben Cehennem’e gideceğim, benim için kurtuluş yoktur.” şeklindeki düşüncelerine de küfür nazarıyla bakmışlardır. Bu ikisi arasındaki ölçüyü yakalama adına Hazreti Ömer Efendimiz’e nispet edilen şöyle bir söz vardır: “Eğer tek insan hariç bütün insanlar Cennet’e gidecek deseler, korkarım ki o ben olayım. Yine bir insan hariç bütün insanlar Cehennem’e gidecek deseler, rahmet-i ilâhiden ümit ederim ki o ben olayım.”[5]

Evet, insan Cennet’e gitmeyi mülâhaza ederken, Rabbisinin engin deryalardan daha geniş olan rahmetini düşünmeli, tezekkür etmeli ve Rabbisinin rahmetine mazhariyeti ümidiyle yaşamalıdır; bunun gibi, içine Cehennem korkusu damladığı zaman da, yüreği öyle kopmalıdır ki, –hafizanallah– hiç kimse gitmese bile kendisi Cehennem’e gidecek gibi korkmalı, ürpermeli ve titremelidir. İşte bu, dinimizin bizden istediği havf-recâ dengesidir.

Allah havf ve recâ dengesini koruyanlardan eylesin. Âmin!

[1] Tirmizî, tefsîru sûre (7) 3; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 11/263-264, 12/8-9; İbn Hibbân, es-Sahîh 14/41.
[2] Buhârî, merdâ 1, tevhid 31; Müslim, sıfâtü’l-münâfikîn 58-60.
[3] İbn Hibbân, es-Sahîh 2/406; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 1/483.
[4] et-Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd 2/259.
[5] el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn 4/165.

. Kategori Kendi Ruhumuzu Ararken, M.Fethullah Gülen

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy