Sonbaharın bütün renklerini gördüğümüz günlerdi. Hayatımızın en şaşkın zamanlarını yaşıyorduk ailecek. Bir yanda geride bırakılmış bir ülke, hatıralar, iyi dostlar ve bunların ruhumuzu saran hüznü… Diğer yanda kaybedilmiş her şeye rağmen elimizde kalan en kıymetli şey, özgürlük. Sıfırdan olmasa bile epey geriden başlanacak bir yolculuk bekliyordu bizi ve bizim gibi binlerce insanı. Geride kalan yılları ve yolları düşünmek kalbinizi sıkıştırsa da hemen önünüzde yapraklara ve su birikintilerine zıplaya zıplaya basarak ilerleyen iki çocuk başımızı kaldırıyordu vazgeçme kuyusundan.
Uzun, belirsiz ve endişeli bir yolculuktan sonra ulaştığımız güvenli bir limandaydık artık. Kâğıt-evrak işleriyle geçiyordu günlerimiz. Sabah güneş doğmadan kalkıyor ve yapılması gereken işlemler için sıraya giriyorduk. Bu işlemler alışık olmadığımız kadar düzenli ve yavaş ilerliyordu. Mevsim sonbahardı ama Çukurova’nın kışından çok daha soğuktu hava. Her sabah bize yardımcı olmak için işini gücünü bırakan, dil ve yol bilen bir insanla tanışıyorduk. İki hafta kadar bir zamanda dört şehir değiştirmiş ve onlarca insanla tanışmıştık. Bizde silinmez izler bırakan bu zaman aralığı, çocuklarımızda nasıl izler bıraktı gün geçtikçe anlayacağız.
Yine sabah erkenden kalkmak zorunda olduğumuz bir gündü. Yapılacak işlemler, yorucuydu, yoğundu ve uzundu ama geride bıraktığımız dostlarımızın günlerinin zorluğunun yanında bunları düşünmek kalpsizlik olurdu.
Erkenden kalktık, bizi misafir eden ailenin evinden çıktık. Kapıda bir ticari taksi bekliyordu. Sabahın o vaktinde havanın soğukluğuna inat sımsıcak, neşeli bir adam karşıladı bizi. Taksiciymiş ve bugün bize o yardımcı olacakmış. Çocuklarla birlikte arabaya bindik ve işlemlerin olacağı kampa doğru yola çıktık. Biz kamptan içeri girerken, o bizi dışarıda bekledi. İşlemlerin bir kısmını yaptık, iki saat sonra tekrar gelmemiz gerekiyordu. Kamptan ayrıldık ve neşeli taksici abinin evine gidip kahvaltı yaptık. İki saat sonra yeniden kampa gittik ama bu sefer çocukları yanımıza almadık, onların gelmesinin gerekmeyeceğini düşünmüştük ama yanılmışız. Kamp-tan tekrar ayrıldık, çocukları da alıp geri döndük. Bu, son model ticari taksiyle aynı gün içinde kampa üçüncü gelişimizdi. Biz içeride işlemleri yaparken taksi dışarıda bizi bekliyordu üstelik.
Kamptan içeri girerken, kapıdaki görevli kadınla eşim arasında İngilizce bir diyalog geçti. O hengamenin içinde kadının merakı günlerimizin özetiydi.
Şöyle demişti kadın:
– Çok paranız var galiba!
– Neden öyle dediniz?
– Sabahtan beri üçüncü gelişiniz, üç seferde de taksiyle geldiniz. Hem de taksi sizi dışarıda bekledi. Çok paranız olmasa nasıl olacak?
– Çok paramız yok. Çok arkadaşımız var.
Kadının dikkatini çekmesi çok normaldi bu durumun. Zira bizim gibi oraya gelen onlarca farklı ülkeden binlerce insanın orada bulunma gerekçelerine tersti bizim halimiz. Çok parası olan bir insanın orada ne işi olabilirdi ki…
O anda eşimin verdiği cevap bizim bütün zenginliğimiz, hayatımız boyunca biriktirdiğimiz en kıymetli hazinemizdi. Ve elimizde kalan da sadece bu olmuştu. Diğer kaybettiklerimizin bir önemi yoktu, yeniden de kazanılabilirdi.
En dar zamanlarda göğsünüzü genişleten, bir selamıyla gam dağlarını yıkan, tasanızı omuzlarınızdan indiren dostlarınız varsa çok zenginsiniz demektir. Ve bu zenginliği kilitli kasalarda değil kalbinizde taşırsınız. Ve bu zenginliğe haram bulaşamaz. O halde sağ baştan sayalım ne kadar zengin olduğumuzu…
https://www.yeniailem.com/ne-kadar-zenginsiniz/#.XIp_X6B7mCg