Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Van’da Vali Tâhir Paşa ile kalırken İstanbul’dan bazı gazeteler gelirdi. Üstad Hazretleri onlardaki haberlerden bilhassa İslamiyeti alâkadar eden konulara dikkat ederdi. Bir haberde İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladistone’un Mebuslar Meclisinde Kur’an-ı Kerim’i eline alıp şöyle dediği yazılıydı: “Bu Kur’an, Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’an’dan soğutmalıyız.” Bu müthiş haber karşısında Bediüzzaman Hazretleri: “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edip göstereceğim!..” demiş ve ilmî, dînî, fennî hakikatları ihtiva eden doksan cilt kitabı hafızasına alarak ve her gün bunları üçer saat yine hafızasından tekrar ederek hepsini üç ayda bitiriyordu. Bu tekrarlar, bir papağanın tekrarlaması gibi de değildi elbette…
İLİMLERDEN İLİM DOĞURTARAK… Bütün bunları da Kur’an-ı Hakîmi derinliğine anlamak için yapıyordu. İşte bu güzel niyetine ve müthiş gayretine bir mükafaat olarak da Cenab-ı Hak ona Kur’an’ın hazinelerini açıyor, maddeye ve materyalizme batmış insanlığa sunmak üzrere bu akıl ve ilim çağında Kur’an makuliyetinde ve Kur’an akliliğinde hakikatları, nurları ve feyizleri lütfediyordu… Risale-i Nurların, ilhâmat-ı Kur’aniye, sünuhat-ı Kur’aniye, istihracat-ı Kur’aniye, istimbâtât-ı Kur’aniye ve füyuzat-ı Kur’aniye olduklarında şüphe yoktur. Çağımızı aydınlatan bu Kur’anî hikmetler insanlık kalesini tamir edecek harika eserlerdir…
Sömürgeler Bakanının bu müthiş sözleri sadece Meclislerinde kalmamış, bir plan halinde zamanla icraya konulmak istenmiştir. Lozan’da gündeme getirilmiş, İsmet Paşa “Böyle birşeyi biz halka nasıl söyleriz, halk bizi taşlar” diye itiraz etmiş. Hatta müzakereleri yarıda keserek Ankara’ya dönmüştür…
Türkiye’de bir dönem din üzerine yapılan baskılar, bu dayatmaların bir yansımasıdır. Cumhuriyetin başında Ayna Dergisinde, meşhurlarla yapılan röportajlardaki “(Hâşâ) Siz âhiret diye bir safsataya inanır mısınız?” şeklindeki sorular hep bu dayatmaları hayata geçirmek isteyen bazı cibilli İslam düşmanlarının hazırladıkları tuzak sorulardır. Ezanın Türkçeleştirilmesi gayretleri hiç bitmemiştir. 1980 Eylül İhtilalini yapan Kenan Evren’in Milliyette yayımlanan hatıralarının muhtevasında yine Türkçe Ezana bir atıf vardı. Şimdi de İslamiyetin Güncelleşmesini dillendirenler var, bazıları da başta Bediüzzaman Hazretleri olarak, tasavvuf büyüklerimizi iftiralarla çürütme gayreti içine girdiler. Bunların ucu hep Gladistone’a çıkar.
Ama bunların karşısında dimdik duran Bediüzzaman Hazretleri ve Kur’an Nurları Risale-i Nurlar var. Bu kale aşılamamıştır. Eğer, bu sedd-i Zülkarneyn gibi olan dik duruşu aşabilselerdi, bir zamanlar Sovyetlerde meydana gelen, dinleri kökünden yok etme planı Türkiye’de gerçekleşebilirdi. Ama aşılamadığı için din kontrol altında tutabilmek adına, Diyanete, Kur’an Kurslarına, İmam-Hatiplere ve İlahiyatlara izin verilmiştir. Ama içleri boşaltılarak… Şimdi başka bir tehlike yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. DEİZM… Gençlik hatta İmam-Hatip bu tehlikeyle karşı karşıya.
Bunu da yine bu mübarek eserlerle savacağız, inşaallh… Tarihçe-i Hayatta anlatıldığı üzere Üstadın Mahkemede ifade ettiği gibi, patenti Üstad’a ait bu Kur’anî harika keşifler, inkâr-ı ulûhiyet zehirine karşı tam bir panzehirdir…
Evet Risale-i Nurlar, inkâr düşüncesini bütün cihanda berhava edecek eserler… Aslında bunlar, heyecanlı dellallar elinde dünyaya ilan edilmesi gereken Mübarek Anadolu mahsülleri… Gerçek Kur’an tefsirleri… Kur’an ki, Arş-ı Âzamdan gelmiş… Üç yüz bin altı yüz yirmi harfiyle sonsuz mâna ifade eden mukaddes rehberimizi… Herbir kelimesi bir melek-i nâtık olan bu Kur’an, her devrin, her seviye insanın dertlerinin ilacı… Her asırda onun gerçek muhatapları dâhi müctehidler ve mücedditler O’nun kendi çağlarına bakan cihetlerini, o günün problem ve hastalıklarına dair devâ ve şifalarını bularak insanlığa sunarlar. İnsanlar o panzehirlerle dertlerine şifa bulurlar. Onlar sırat-ı müstakim kervanının mürşidleri, pişdarları ve öncüleridir.
İnançlara karşı cephe alan bir anlayışa materyalizmin inkârcı bataklığına saplanarak, on dokuzuncu ve yirminci asırları mâneviyatsız, zulmetli bir atmosfer haline getirdi. Komünizmdeki maddeci anlayışla dinsizlik dünyanın büyük bir bölümünde devletlerin rejimi haline geldi. Bunun serpintileri de dünyayı tesiri altına aldı. İşte Üstad Bediüzzaman’ın Kur’an’dan alıp yazdığı Risale-i Nur eseri bu zifiri karanlığı aydınlatan kandiller oldu… Mümin kalbleri tenvir etti. İnkarcıları bile inkârlarında şüpheye düşürüp imana bir derece yaklaştırdı. En azından onları, tuğyandan, taşkınlıktan korudu…
Üstad, elmas kalemi elinde, top yekün insanlığın dertlerini düşünerek Kur’an’dan aldığı ilhamları, hiçbir mekan ve zorluk tanımadan kevser mürekkeplerle kağıtlara, gönüllere nakşetmeye büyük gayret gösterdi. Bu asrın büyük muzdaribi, çağın sözcüsü, beyinler mimarı zât da kendisi olarak hep zirvelerde ve beline kadar hep sisler içinde bulundu.
Ondan sonra gelene ve payımıza düşene gelince, onu anlatabilmek için, yerimiz yeterli görülmüyor. İnşaallah onu bir başka yazımıza misafir etmeye çalışırız. Kâmet-i kıymetine uygun olmasa da elimizden geldiği kadar anlatmaya çalışırız…