Kendi Kültür Dünyamız

Yazar Egeli

Bizler dünkü kültür ortamında yetişen nesilleriz; yarınki kuşaklar da, şimdilerde bizim oluşturduğumuz/oluşturacağımız irfan atmosferinin çocukları olacaklardır. Bugünkü nesiller, bağrında neş’et edip geliştikleri dinî, millî ve içtimaî atmosferden renk ve çizgiler taşıdıkları gibi yarınki kuşaklar da bugünkü sosyal çevreye ait hususiyetlerle kendilerini ifade edeceklerdir.. evet bizler, dünkü kültür ortamının çocuklarıyız, yarınki nesiller de bugünün ferzendeleri olacaklardır. Hâl, geçmişin bir açılımı, gelecek de onun imkân plânında önemli bir derinliğidir; ne geçmişsiz olunabilir ne de geleceksiz kalınabilir. Bu iki zamandan biri köklerimize ev sahipliği yapıyor, diğeri de sürgünlerimize; ne sürgün köksüz olabilir ne de kökü görmezlikten gelebiliriz.

Geçmişimiz, pırıl pırıl aydınlık da olabilir, bazı yönleriyle sisli-dumanlı da; ne olursa olsun o bizim geçmişimizdir. Mazinin bir kısım olumsuz yanlarını bir yere kadar sorgulasak da onu bütünüyle karalamamız kat’iyen doğru değildir. Böyle bir davranış ondan aldığımız ve alacağımız ışığı söndürmek demektir. Bu ise, cedlerimize saygısızlık olmasının yanında, hem bugünkü nesillere hem de yarınki genç kuşaklara karşı apaçık bir ihanettir.

Şimdilerde ruh ve mânâ köklerimize saldırıp geçmişimizi tamamen karanlık göstermek isteyenler, farkındalar veya değiller, genç kuşakları millî hislerden uzaklaştırıp onları kimlik bunalımına sürüklemektedirler. Şayet böyle bir şeyi bilerek ve plânlı yapıyorlarsa, bu açıktan açığa yarınki nesillere karşı işlenmiş en büyük bir cinayettir. Bir kere, geçmişinden kopmuş toplumların gelecek adına bir şey vaad etmesi mümkün değildir. Aslında geçmişiyle irtibatını koparmış nesillerden bir şey beklemek de beyhudedir; zira, mânâ köklerinden kopmuş milletleri fıtrat hiçbir zaman affetmemiştir. Hususî bir inayet olmamışsa, fıtrattan tokat yiyenler de asla iflâh olmamışlardır. Âkif merhumun ifadesiyle:

İşin hakikati, fıtrat ne kâr arar ne de zarar,
Beka-yı nesle bakar hep beka-yı nesli arar.

Neslin bekası ise onun kendi olarak ayakta durmasına, kendi ruh köküyle irtibatını devam ettirmesine, kendi kaynaklarından beslenmesine bağlıdır. Şimdiye kadar kendini, kendi değerlerini inkâr eden milletlerden iflâh olan, kendi olarak kalanlardan da bütün bütün tarihten silinip giden görülmemiştir.

Her milletin geçmişten tevârüs ettiği kültür değerleri onun kanı-canı mesabesindedir. O, bu değerler sayesinde kendi gibi düşünür, kendi gibi hareket eder ve her zaman kendi olmanın rahatlığı içinde bulunur; hayatını da daha bir engince ve daha bir net duyar. Asırlar ve asırlar boyu öyle duymuştuk hayatımızı ve kendi kültür değerlerimizle farklılığımızı. O zamanlar, baharlar-yazlar, geceler-gündüzler tenâvübî bir ıttıratla gelip üstümüzden geçerken kendimizi ne hayalî çağlayanlara salar, ne enfes çağrışımlarla heyecanlanır, içimize akan ne engin mânâlarla ürperir ve hayatı ne derince duyardık. Öyle ki, mazi olduğumuz aynı anda hal, hal ile hemhal bulunduğumuzda da geleceği yaşar.. ve âdeta bir mevsimde her şeyin üç defa çiçek açtığına şahit olur; tek bir nağmede bilmem kaç mûsıkî faslını birden duyar, bir mehter gürlemesinde umum tarihî sergüzeştimizi birden dinler.. ve kendi kendimize ‘Meğer dünümüz ne muhteşem.! o günlerimiz ne büyülü.! o zamanki ufkumuz ne yüksek, hülyalarımız ne derin, mülâhazalarımız da ne şahane imiş!’ der -kerameti o dönemdeki ruh ve mânâ derinliğine ait- her şeye yetebilecek bir moral yüksekliği ve derin bir sevinç hissederdik…

Benimle beraber, önü-sonu itibarıyla birkaç nesil,

Geçmiş gelecek masal hep
Eğlenmene bak, ömrünü berbat etme.
                                    Ömer Hayyam

felsefesinin topluma/toplumlara dayatıldığı bulanık bir dönemde hayata gözlerimizi açtık. Büyülü gösterilmeye çalışılan bir hâzır zaman adına düne ait her şey tahrip ediliyor ve hakikî bir gelecekten daha ziyade muhayyel ve fantastik bir istikbal hülyasıyla bütün millî ve dinî değerlerimiz çok ağır şekilde sorgulanıyor; üzerinde mazi damgası bulunduğu için en değerli şeyler dahi birer partal eşya gibi kaldırılıp şuraya-buraya atılıyor ve saf yığınlara bize ait her şey âdeta unutturulmak isteniyordu.

İhtimal, bütün bunları yapanların çoğu, ne yaptıkları işin -buna cinayet demek daha uygundur- farkında idiler ne de bu kör dövüşünde harap olup-türap olup giden nesillerin. Yıllar ve yıllar boyu koskoca bir milletin onca fikir cehdi, onca gönül heyecanı ve onca göz nuru meyveleri diyeceğimiz mübarek bir birikim çerçöp gibi sağa-sola saçılıyor ve bir daha da hatırlanmaması için üzerine âdeta zift ve katran saçılıyordu: Dine üstûre deniyor, diyanet sürekli hafife alınıyor, geçmişe lânetler yağdırılıyor ve o en aydınlık günlerimiz, gençliğe simsiyah tablolar içinde gösteriliyordu.. hâlâ da gösteriliyor denebilir.

Ne var ki, birkaç asırlık onca gayrete rağmen, bunların çok da başarılı oldukları söylenemez: Evet çok geniş alanlı ciddî bir kısım sarsıntılar yaşandı. Ak günlerin ve ak düşüncelerin üzerine ziftler atılmaya çalışıldı. Bir ölçüde toplumca belli bunalımlara girildi ama büyük çoğunluğun ruhunda bize ait değerler her zaman kıymetlerini korudu/koruyor.. ve üst üste onca sarsıntı, onca kıyım ve onca tahribe rağmen, cedlerimizden bize intikal eden kültür hazinelerimiz -bekledikleri saygıyı tam görebilmeleri bir ‘vakt-i merhûn’a bağlı- hep oldukları gibi kaldılar.

Bu hazineler milletimizin canı ve onun bekasının da teminatıydı.. millet bütün bütün yok edilemediği -Allah öyle bir şeye maruz bırakmasın!- ve millî ruh da öldürülemediği sürece, o hazine, toplumun hafızasında hep yaşayacaktı ve yaşadı da. Kim bilir, belki hem biz hem de o millî ve dinî değerler, unutulduğumuz ve unutuldukları sanıldığı bir anda, tamamen sürpriz bir tezahürle yeniden ortaya çıkar ve bize bayramların en büyüğünü yaşatırlar. Geçmiş, şu mağmumlar dünyasına kapılarını bir kere daha aralar ve hepimiz bir kere daha hülyalarıyla yaşadığımız o tılsımlı dünyalara kavuşuruz.

Aslında daha şimdiden, bir mânâda da olsa, o muhteşem âlemlerin kapıları aralanmaya başladı bile. Ara sıra bir kısım simsiyah kederler gelip gelip sinelerimize otursa da çevrede olup-bitenlerden aldığımız sevinçler de onlardan geri değil. Görebilenler için geçmişin, o parlak ve muhteşem günleriyle geleceğin nurefşan yılları daha şimdiden bir buluşma koyu arıyor gibi. Bu itibarla da, eğer birkaç adım ötede, muhteşem günlerinize ait konum ve seviyenizle yüz yüze gelirseniz hiç şaşırmamalısınız; zira, bizler şimdiye dek o kadar sürprizler yaşadık ki, böyle ekstradan bir lütfu dahi tabiî görmeye başladık.

Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder,
Halk edip esbabını bir lâhzada ihsan eder.
                         İbrahim Hakkı Hazretleri

Sızıntı, Kasım 2005, Cilt 27, Sayı 322

Kaynak: Sükûtun Çığlıkları / M.Fethullah Gülen

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy