Kıymetli kardeşim , mektubuma Keçecizade İzzet Molla’nın bir beyiti ile başlamak istiyorum.
Bir mevsimi bahârına geldik ki âlemin,
Bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harâb.
( Âlemin öyle bir bahar mevsimine geldik ki; bülbül susar, havuz boş, gül bahçesi harâb olmuş! )
Kardeş sözcüğü Türkçeye aynı karnı paylaşan karındaş sözcüğünün zamanla başkalaşması ile girmiş olsa da , seninle aynı anneden aynı babadan kardeşler olmamış olsak da kardeşimdin, kardeşimsin, kardeşim olarak kalacaksın.
İnsan bir parçasını, bir eşyasını kaybedince tedirgin olur rahat edemez ya hani. Onu bulmadan bir türlü kendine gelemez ya… İşte ben de İzzet Molla’nın yukarıdaki beyitinde tasvir ettiği zaman diliminden çok daha ifritten bir zaman dilimi olan bu günlerde seni kaybettim. Şu anda neredesin, ne yapmaktasın bilmiyorum. Belki de uzaktan beni görüyor, sesimi duyuyor, şiirlerimi okuyor ama ses vermiyorsun. Kırgınsın belki de bana. Neden en zor zamanlarımda yanımda değildin diyorsun belki de. İçeri girdin ve dört duvar arasındasın belki de.
Belki de küçük bir kasabada hiç anlamadığın bir işi yapmak zorunda kalmışken yer yer eski günlere dalıp ‘hey gidi günler ‘ diyorsun. Önüne konan mercimek çorbasına gözyaşların akıyor belki de. Gece on ikide hep beraber gittiğimiz köftecide içtiğimiz çorbalar geliyor aklına ve çorbalar yerinde dururken gelip giden ekmek sepetlerini düşünüyor tebessüm ediyorsun kimbilir. Biliyor musun kardeşim, yazdığım şiirlerin hepsinde ama hepsinde birkaç hece kapı açıyorum gökyüzüne hâlâ. Bilirsin o yönümü anlatmıştım. O kapı kuşlar için diyordum , sana. O kapıdan şimdi yine heceler kanat kanat süzülmekte ve ben sensiz ve ben sizsiz ve ben o eski takvimlerden geleceğe ümitle ‘yarım’ diyorum şiirlerime kardeşim . Yarım diyorum yarına olan ümidim için. Kuyu’nun içindeki Hz Yusuf’un karanlık gecelerde dokunduğu duvardaki hisleri bir ezgiye , bir fona, bir besteye çevirecek teknolojiyi icad etseler tınısı nasıl olurdu acaba ? Derisi yüzülürken dostlarına bakan Nesimi’nin bakışlarını bir tabloya , bir filme , bir kareye çevirecek teknolojiyi icad etseler , sızısı nasıl olurdu acaba? Cemil Meriç okuyordum geçen akşam. Bir an yakamı tuttu zannettim ve yüzüme haykırdı sandım , biliyor musun? “Ama ben bu kadar acıyı, sen de başkalarına benzeyesin diye çekmedim. ” cümlesini usulca çıkardım oradan. Not defterime bıraktım. Emektar bir kuşçunun ürkütmekten en çok korktuğu güvercine bakışı gibi baktım ve seni ve sizleri düşündüm kardeşim. Çektiğin acıları , çektiğiniz acıları.
Kaybolmuyorum eskisi gibi kitapların arasında. Zamanla değişir alışkanlıkları insanın. Ben şimdilerde şarkılarda , türkülerde kayboluyorum. Bazen Ahmet Kaya bazen de bir keman sesi sadece… Alıp götürüyorlar beni. Bu yüzden çok kızıyorum Farid Farjad’a ve Eevanthia Reboutsika’ya. Kilometrelerce öteye bırakıyorlar da elinde İsmail de olmayan bir Hacer misali kalıyorum öylece. Ve o zaman kalemin gölgesine giriyor İsmailleri, Yusufları, Önderleri, Ramazanları,İlhanları düşünüyor ağlıyorum. Kardeşlerim ne yapıyorlar acaba şimdi . Bir film yapacak olursam bir gün baş karaktere en çok bu cümleyi kurdururdum belki de. Kardeşim, canım kardeşim ne yapıyorsun acaba şimdi…
Kaynak: Gökhan Bozkuş | cizlavet.com