“Küf kokan hücrelerde
Kefenlere büründük
Ezilmiş bedenlerimizle
Rahman’a yürüdük.”
Anadolu’nun fakir, onurlu, yağız delikanlılarıydı onlar. Türkülerini tarlalara söyler; geceye kanal başlarında ıslıklarını salarlardı. Güneş gözlerine doğar, saçlarını fırtına tarardı. Anaları bakmaya kı- yamaz, babaları gururla seyrederdi onları.
Okumalıydı Anadolu’nun yiğit yavruları. Bir Anadolu âşığının peşine düşmüş eğitim gönüllüleri köy köy, kasaba kasaba gezerek el uzattılar bu şahin bakışlı, güvercin yürekli delikanlılara. Tuttular ellerinden ve üniversiteli ettiler bu mahcup gençleri.
Halil onlardan biriydi. 2007 yılında üniversite sınavındaki başarısı ile haber olmuştu. Şanlıurfa’nın Harran ilçesinde yaşayan, yazın ailesine pamuk tarlasında yardım eden Halil o dönem İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı. Yedi kardeşli bir ailenin en büyüğü olan Halil ÖSS-1 puan türünde sözelde 374 puanla Türkiye 242’ncisi, ÖSS-2 sayısal alanda ise 368 puanla Tür- kiye 1004’üncüsü, Şanlıurfa üçüncüsü olmuştu.
Yaptığı yedi tercihin tümünde tıp fakültelerini tercih etmiş ve dördüncü tercihi olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazanmıştı.
Fakülte yıllarında hiç atamadılar o mahzun ve utangaç hallerini üzerlerinden. Ağabeyleri onlara kendilerini insanlığın huzuruna adamayı öğretti. Gece gündüz çalıştılar, derecelerle kazandılar gir- dikleri her sınavı. Huzurluydular, zira insanlar huzurlu yaşasın diye koşturdular hep.
Derken kahrolası bir fırtına esti adına ‘darbe’ dedikleri. Doktor Halil’in boynundaki stetoskobu yere çalıp kırdılar. Hastalarına şifa veren ellerine kelepçe takıp kör zindanlara attılar. Günlerce ağladı. Hıçkırıkları dört duvara çarpıp tekrar yüreğine saplandı. Ve bir gece vakti zindanın koyu karanlığından berzah aydınlığına kanat çırptı. Onlar intihar dese de yüreği bu yükü taşıyamadı. Yüreğinin Sahibi’ne yürüdü köyünün ekin kokan tarlalarında yürür gibi.
Halil’in ve aynı kaderi paylaşan binlerce mazlum ve mağdurun durumu; Kutlu Hicret’ten altmış bir yıl sonra gerçekleşen Kerbela’nın acısını düşürür yanık yüreklerimize. Hz. Hüseyin (ra) efendimiz sanki evimizden çıkan cenaze gibi parçalar ciğerlerimizi. Ve bize her yer Kerbela olur, kurur damarlarımızda Revan Nehri’nin Hz. Hüseyin (ra) ve ailesini serinletmeyen suyu. “Bir bardak soğuk su içen beni hatırlasın!” diyen Peygamber Torununun inlemesi dökülür hüzün iklimimize.
Ve şöyle haykırası gelir insanın: “Ey Mekke ve ona kucak açan Medine ve dahi dertli Kerbela bilin ki; ne hicret bitti ne de sürgünler. Ne Yezidlerin soyu kesildi ne de Hüseyinlerin çilesi bitti… Dün Hz. Hüseyin idi çilenin adı, bugün Haliller.”
Rabbim, çekilen kutsal çileler hürmetine Türkiye’deki kardeşlerimize bir fereç ve mahreç nasip eyle. Kerbela’ya dönen hapishanelerdeki arkadaşlarımızı kurtar. Kerbela’da Hz. Hüseyin’e su vermeyen zalimi susuzluktan çatlatıp öldürdüğün gibi bu devrin Şemir kılıklılarını da bertaraf et, berdar eyle. Devrin Yezidlerini tıpkı o ilk Yezid’i paramparça ettiğin gibi parçala, yok et, bitir.
Hizmetten | İsmet Macit