İnancın kazandırdıkları ve inançsızlığın kaybettirdikleri | Zekeriya Çiçek

Yazar Editör

 

İnsanlığa Cenab-ı Hak tarafından meccanen bahşedilen şu tatlı ama kısa  dünya hayatı, biliyoruz ki ahiret hayatına nispeten bir an-ı seyyale gibidir. Dünya hayatının sadece bir imtihan meydanı olduğu biz inanan insanlarca malumdur. Bu hakikatin bilinmediği, unutulduğu ya da inkar edildiği aldatıcı bir asırda yaşıyoruz. Biliyoruz ki insanoğlunun fıtratına çekirdek mahiyetinde bir ilaha inanma, intisap etme ve bağlanma duygusu dercedilmiştir. Bu inanma ihtiyacı günümüzde, renk-dil-yaşam kültürü çeşnisi gibi toplumlarda farklı şekilde tezahür ediyor. Bu inanç çerçevesinde aynı Allah’a iman ettiğimiz ve İslam öncesinde gelip hükmünü icra etmiş semavi dinler olduğu gibi, değişik varlıkları tanrı kabul eden -bizce- hak olmayan inanç kültürleri de vardır. Tabi bu arada, her toplum içersinde inançtan yoksun bir grup insan da yok değil.

Maalesef, bu inançsız güruh, kendisini ‘koca bir kevn-i kainatın tesadüfen var olduğu’ düşüncesine kaptırmış vaziyettedir. İnsanların inanma veya inanmama iradeleri elbette kendi seçimleridir. Zorlamayı asla tasvip etmeyen mübarek bir dinin mümessil ve müntesipleri olarak, hiç bir kimse üzerinde baskı ve zorlamayı hoş görmeyiz, tasvip etmeyiz. Ancak, inkar-ı uluhiyet düşüncesinin değişik formlarda mutasyona uğrayan bir virüs gibi neslimizin atmosferini kirletmemesi için, biz müslümanlar da elimizden geleni yapmakla mecbur ve mükellefiz. Bu sorumluluğu ihmal etmenin, gelecek nesillerin ruhi tarumarına sebebiyet vereceği unutulmamalıdır.

Tabi tam yeri gelmişken, inançsızlığın (inkar-ı uluhiyet) fikrinin temelinde ‘tesadüfen var oluş’ denen, ilim, akıl ve vicdan disiplinine zıt bir görüşün olduğunu hatırlatmakta fayda var. Günümüzde bu düşünce, bireylerin özgürlük sınırından fersah fersah uzaklaşmış olup, değişik morfolojide insanlığı potasında yakıp yıkan inanç anarşisine dönüşmüş vaziyette kendini ifade ediyor. Temeli çürük olan bir bina, ne kadar süslü gösterilirse gösterilsin; küçücük bir sarsıntıda yıkılması mukadderdir. Bu yönüyle -tesadüf temelli- tüm yaklaşımlar neticede kof bir düşünceden başka bir şey olamaz. Olamaz, çünkü alemde düzen ve mizan vardır. Her şey, ama her şey ölçüyledir hikmetledir.

Cenab-ı Hak, hem eşyaya hükmeder hem de eşya ve hadiselerde aklı aşan bir hikmetle icraat yapar. Yaşadığımız alemde her şey, tıpkı bir saatin çarkları gibi belli bir hesapla tıkır tıkır işlemektedir. Her bir canlı türünün parmak izi olan DNA larındaki gen dizilişinin farklılığı bile tek başına tesadüfen varoluş düşüncesini çürütür. Ayrıca, zemin yüzü sofrasında arz-ı endam eden meyve-sebzelerin, renk-koku ve  tatlarının ayırt edici alamet-i farikaları da tesadüfen varoluş düşüncesini ortadan kaldırır.

Aslında inançsızlık; her hangi bir dine inanmayla başlayacak iltisak ve intisap sonucu doğacak mükellefiyetten kaçıştan başka bir şey değildir. Kendini rüzgara kaptırmış sağa-sola savrulup duran toz bulutları gibidir inançsızlık.

Halbuki yaşadığımız zemin yüzünün ve göklerin tüm sakinleriyle beraber ilahi bir irade ve kudret meşietiyle var edildiği ne kadar da aşikardır. Neci olduğu? Nereden geldiği? Nereye gittiği? Suallerini düşünmemek için başını kuma sokan bu inanç fakirlerine, sahip olduğumuz inanç hazinemizden infakta bulunmakla mükellefiz. Bizler gibi ehl-i iman ve ehl-i hizmet erbabına bu bir vecibedir.

“O muttakiler ki görünmeyen aleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden hayır yolunda harcarlar.” (Bakara Suresi 3. Ayet) Manevi bir rızık olarak bize bahşedilmiş imanımızın güzelliğinden, ihtiyaç sahibi tüm inançsızlara da bir şeyler verebilmek ne güzel bir cömertliktir. Elbette hidayeti vermek Allah’a aittir. Allah’a (cc) kulluk mükellefiyetinden sıyrılarak hevasını ilah edinen bu talihsiz güruha, anlayacakları tarz ve üslupla temsille bezenmiş hakikat erleri sahip çıkmalıdır. Kalp ve kafa arası linklerini dumura uğratmış, inançsız kesimlere ruhi anlamda bypass yapmak gerekir.

Vicdanın kaynağı kalbe doğru beyinden süzülerek marifet-i ilahiyi netice verecek malumatların geçmesine mani olan, manevi koroner damar tıkanmalarının tedavisi lazımdır. İnançsız yığınlar, kaybedecekleri ebedi huzurun ne denli büyük bir kayıp ve manevi iflas olacağını göremeyecek kadar hesapsız-kitapsız bir hayat sürdürmektedir. Halbuki, ebedi bir huzuru kazanma-kaybetme  kavşağında olduklarının farkında bile değiller. ‘Vücut benim, istediğim gibi davranır, kullanır ve istediğim gibi de yaşarım’ der. Halbuki, bu ciddi bir yanlış yaklaşımdır. Zira, hayata sahip olma ya da kaybetmesi kendi iradesi dışında gerçekleşir. Böylece kendine emanet öz hayatına (canına) ihanet eder. Kısa süreliğine emanet olarak (ariye) verilmiş olan dünya hayatında, misafiri olduğu bir çeşit ruh-beden kompleksi olan lüks dubleks hayat villasında, zahirde şen-şakrak bir hayat sürdürür.

Aslında inançsızlar da bilir; elbet bir gün gençlik baharının sıcaklığı ve meyve yüklü yaz mevsiminin geçip gideceğini. Bir süre sonra, elbette yaşlılık kışının zemheri soğuklarının mutlaka geleceğini. Daha da ötesinde ölümüyle, öz iradesi dışında dünya sahnesinden çıkıp gitmek zorunda kalacağını. Halbuki, yaşadığımız şu alemde; insanın akıl terazisi tartamasa ve zatına ait malumatı idrak edemese de, hayatın başlaması, devamı ve bitişinde hükümferma olan sınırsız bir güç ve kudret vardır. Kainatta isimleriyle bildiğimiz, içimizden seçilmiş bir Peygamberin (asm), muallimliği ile talim ettiğimiz Kur’an-ı Kerim ile marifetini solukladığımız Allah’ın (cc) varlığı ve birliğine iman etmek insana huzur veren manevi bir güzelliktir. Allah’a iman sayesinde, küfür karanlığında kalmış ruhlarda aydınlık ferah-feza bir iklim zuhur edecektir.

Gökyüzünde bir toz bulutu gibi hedefsiz savrulma yerine, ardına aldığı iman rüzgarının gücüyle, kanatlarını bile çırpmadan uçabilen kuşlar gibi süzülme gibidir iman etmek. Hem nur hem de kuvvet olan iman, sahibinin huzurlu bir hayat geçirmesine vesile olacaktır. Allah’a iman, teslim ve tevekkül sayesinde itminana eren insan ruhu, daimi bir sükunet bulacaktır. Madem iman bir intisaptır ve mükellefiyetleri emr-i ilahi olup taabbudidir; o zaman akıllı insan, bindiği gemi hareket ederken asla yükünü elinde tutmaz. Yolculuk yapacağı gemiye tüm yükünü bırakır. Kendini teslim ettiği gemi kaptanına, yükünü neden teslim etmesin ki? Şunu asla unutmayalım: Bu alemde, hem bizim hem de içinde yaşadığımız, ‘her şeyiyle bize özel hususiyette dizayn edilmiş’ yaşam ortamımız (insan habitatı); Yüce Yaratıcı’nın varlığı ve birliğinin güneş gibi gösterildiği aydınlık delililer manzumesidir.

O zaman bizler de Vacibu’l Vücud (Varlığı zorunlu) olan bir Yüce Yaratıcı’nın sevk ve idaresi altında olduğumuzu düşünmek, bulmak ve ona tabi olmak zorundayız. Asla başıboş değiliz, olamayız. Bu bize aynı zamanda O’nun (cc) izin, irade ve meşietinin dışında bir yaprağın bile kımıldayamayacağı düşüncesinin iman temelli olduğunu gösterir. Hayatımız için gerekli tüm ihtiyaç malzemeleri hava, su, toprak ve ışık gibi cansız bileşenler ve beraberinde dört-beş milyon çeşit canlı türüyle acı-tatlı bir şekilde biyosferde güzelce yaşamaya devam ediyoruz.

Bizim dışımızdaki canlıların doğal yaşamlarına -maalesef- bir çok olumsuz müdahalemize rağmen birlikteliğimiz şimdilik devam ediyor. Hiç bir şekilde kendi gücümüzle elde edemeyeceğimiz çeşit çeşit nimetlerle serfiraz ediliyoruz. Acı otlardan mis gibi süt üreten, acı çiçek özlerinden mis gibi bal yapan hayvanat bir yana, çeşit çeşit ve rengarenk meyveler-sebzeler, nebatat aracılığıyla bizlere takdim ediliyor. Adeta Hz. Meryem gibi nimetlerle serfiraz oluyoruz. O’nun, Allah’a teslim ve tevekkülüyle  mevsimi dışında -mucizevi olarak- mazhar olduğu nimetlere bizler mevsiminde az bir gayretle sahip oluyoruz.

Unutmayalım ki; şu an dünya gemisinde feza denizinde ve sayısız galaksi içinde bir tek galaksideyiz. O tek bir galaksinin de sayısız güneş sisteminden birinde olan dünyamız, akıl almaz bir yörüngede hareket etmeyi sürdürüyor. Bir uğradığı menzile yeniden uğramıyor. Sanki bir menzile doğru sevk ediliyor. Fizikteki  ‘Coulomb Kanunu’ ile açıklanmaya çalışılan bir münasebetle güneşe bağlı durumdayız. Güneşle aramızda ilahi bir merhamet mesafesi mevcut. Zira, Güneşe yakınlaşmak ya da uzaklaşmak dünyamız için felaketin başlangıcı olabilir. İnsanların pervasızca karbon gazı salınımını artıran hırsları neticede küresel ısınma tehlikesini tetikliyor böylece mevsimler değişiyor, buzullar eriyor.

Ekoton denen deniz kıyısı ve kara parçasının buluştuğu zonlarda ekosistem zarar görüyor neticede bir kısım canlı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
İşte şu an, biz bu yarım kürelerin birinin belli bir toprak parçasında inşa edilmiş elli-yüz metrekarelik evlerde yaşıyoruz. Ve bir süre sonra ister istemez bu acı-tatlı dünyamızın ışığı da vefatımızla sönüp gidecek. Ölümle ötelere fırlatma rampasını düşündüren kabir alemine yerleştirileceğiz. Her gün doğudan yükselip, batıdan uful eden güneşimizle birlikte acı-tatlı dünya hayatımızı kaybedeceğiz.

Yeni canların üzerine doğacak artık güneş şuaları; ve hiç şüphe yok ki onlar da bir süre sonra bizimle aynı kaderi yaşayacak. Bilmem ki nefeslerimizin sayılı olduğunu söylemeye gerek var mı?
Halbuki, alemde her şey kendi hal lisanıyla kendisini var eden Allah’ı haykırıyor. Tıpkı bir resmin ressamı, sanatın sanatkarı, şiirin şairi, bestenin bestekarı hasılı her hangi bir fiil; failini kendinden kat kat daha fazla bir şeffafiyette gösterdiği gibi. Biz insanlar da tefekkür yapmaya müsait cihazlara sahip dünya sakini tek varlık ve eşref-i mahlukuz.

Mahiyetimize yerleştirilmiş ilmin mertebeleriyle ilgili bahşedilen tahayyul, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, İltizam ile edindiğimiz malumatlar neticede kalbimizde ‘itikat’ haline dönüşüyor. Böyle bir kabiliyet ve ilahi hediyeyi, üç beş günlük dünya sefasıyla heder etmek ve ebedi bir kazancı kaybetmek ne kadar acı ve ne büyük bir zarardır. İşte inanmak bu kadar mühim ve kıymetli bir ihsan-ı ilahidir. Cehaletin insandaki en önemli tezahürlerinden biri olan yakin azlığıyla başlayan acınası hale düşmekten Rabbim nefsimizi ve neslimizi muhafaza etsin.

Rabbim sen bizi insan-ı Kamil eyle!

İman rüzgarıyla kuşlar gibi göklerde pervaz edenlere binler selam…

Hizmetten | Zekeriya Çiçek

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy