Gayen Kadar Büyüksün | MEHMET YILDIZ

Yazar Mehmet Yıldız

Ne kadar yaşadığın önemli değil ama nasıl yaşadığın çok önemli.

Hz. Musa (a.s.), Azrail (a.s.) ruhunu kabzetmek için gelince, ona ölmek istemediğini söylüyor. Hz. Yusuf (a.s.) ise daha Azrail gelmeden, “Beni Müslüman olarak vefat ettir ve beni salihler içine kat!” (Yusuf-101) diye dua ediyor. Bir peygamber ölümü istemezken diğeri ölümü arzu ediyor. Neden acaba?

Şöyle düşünmüştü belki heyecanlı ve kabına sığmayan Hz. Musa: “Daha Rabbimin adını ulaştıramadığım çok insan var. Gerçekleştirmek istediğim hedeflerim var.”

Hz. Yusuf ise ötelere iştiyak kokan duasını kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı zaman yapmadı, iftiraya maruz kaldığı zaman da yapmadı, zindana atıldığı zaman da yapmadı. Ancak ne zaman ki bütün zorluklar geçti gitti, Mısır huzura erdi, dünya hayatının cazibedar yönü herkese tebessüm etmeye başladı; o zaman Yusuf (a.s.) vazifesinin bittiğine inandı ve Rabbine dönmeyi arzu etti.

Bir ruh düşünün ki hayalindeki ulvi gayesi hep ter ü-taze, her an canlı. Bir gönül insanı düşünün ki inandığı güzel, kıymetli ve ebed renkli değerleri herkese ulaştırma peşinde. Hakkı, hakikati, adaleti yeryüzüne yerleştirme niyetinde. Güzellikleri herkesle paylaşmak istiyor, bunun için gece gündüz koşturup duruyor.

Allah’ın hususi kullarından alınacak çok dersler vardır. Onlar bitmeyen tükenmeyen bir enerjiyle bir hamlede yeryüzünü dolaşıp, nefes alıp veren herkese ruhlarının, kalplerinin ilhamlarını boşaltmak istiyorlar.

Onları büyük yapan, niyetleri ile de büyük işler peşinde olmaları, kendilerini insanlığın huzuruna adamış olmaları ve bu arada benliklerine dair basit işleri aşmış olmalarıdır.

Dikkat ederseniz, onları tepeden tırnağa sevgi, şefkat, merhamet, iman, ihlas, samimiyet, fedakârlık, hasbîlik gibi vasıflarla tanırsınız. Geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovalar; yağmur yağar, tohumlar çimlenir; onların ruhlarında her an ne muhteşem güzellikler mayalanır.

İsterler ki bütün gönüller O’nu sevsin, O’ndan bahsetsin, O’na teşekkür etsin, O’na kullukta bulunsun. Her an dillerinde, ruhlarında ve kalplerinde sohbet-i canan olsun.

İşte Hz. Musa’nın ölümü arzu etmeyişinde buna şahit olursunuz.

Hz. Yusuf’ta ise bambaşka bir güzellik arz-ı endam eder. O küçük yaştan itibaren çekilebilecek bütün çileleri çekmiş, gençliğinde büyük imtihanlara maruz kalmış, sonra da Allah’ın izni ve inayeti ile büyük işler yapmış müstesna bir nebidir.

Olan biten her şeyin Allah’tan geldiğine inanan o yüce gönül; her şeyi gören, bilen, hikmetiyle varlığını hissettiren Allah’a ram olmuş, kaderine kazasına razı olmuş bir müstesna kuldur. O sabreden, yani her hadiseden bir hikmet, bir ders çıkartan, asıl vazifesini asla unutmayan, her an içinde bulunduğu hale uygun davranan, hayalindeki daha iyiyi gerçekleştirmeye çalışan âli bir ruhtur. Dikkatle bakınca o ruhta daha ne ibretler görürsünüz.

Hapis arkadaşı gençler rüyalarının yorumunu sordular ve tevilini istediler Hz. Yusuf’tan “Doğrusu biz seni muhsinlerden (iyi insanlardan) biri olarak görüyoruz” (Yusuf-36) dediler.

Kim bilir onlara ne iyilikler yaptı orada. Tebliğinden önce onlara nasıl yardımlar etti. Belki hastalıklarında başlarında bulundu, ihtiyaçlarını gördü. Fıtri davrandı, kimseyi öteki görmedi. İnsani meziyetleri öne çıkarmak sureti ile onların gönüllerini fethetti ki onlar “Biz seni muhsinlerden biliyoruz” dediler.

Temsil, tebliğden önce geliyordu. Biz bilmiyorum ama sanki anlayamadık bu âli ruhları. Kim bilir nasıl kıvrandılar Rabbimizi sevdirmek için o muhtaç gönüllere de karşılık buldu bütün gayretleri takdir edilen zamanda.

Hayallerinde parlayan ulvi gayeler vardı.

O zor hapishane şartlarında da yapmadı bu güzel duayı.

Hz. Yusuf (a.s.), hangi şartlarda dünya işleri adına vazife istenebileceğine dair önemli bir ders veriyordu. Sonra da istenilen vazifenin nasıl icra edileceğini hayatı ile adım adım talim ediyordu. O öyle hassas mizanlarla devleti, maliyeyi idare ediyordu ki, kılı kırk yararcasına. Örnek oluyordu kıyamete kadar gelecek bütün nesillere adalet adına.

Onun örnekliği hem kuyudakilere, zindana düşenlere hem de saraylarda yaşama imkânı bulanlara idi. Ve ne zaman ki vazifesi tamamlandı, dünya ona teslim oldu, o Yüce Ruh bütün gönlüyle Rabbine teveccüh edip “Beni Müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihlerden kabul et” diye dua etti.

Allah Resulü (sav), bu iki büyük peygamberin hallerini bir dua ile özetliyor ve bizlere de bu duayı salık veriyordu: “Başına bir musibet geldi diye hiçbiriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin.” Ne Hz. Musa (a.s.) ne de Hz. Yusuf (a.s.) başlarına bir şey geldi diye ölüm istedi. Aksine onlar çok farklı davranışlar sergilediler.

Biz de onların duygu ve düşüncelerini kuşanıp belki şöyle diyebiliriz: “Allahım yaşamam hayırlı ise senin adını bayraklaştıracaksam, kazancımı senin uğrunda harcayacaksam, senin adını insanlara sevdireceksem beni yaşat. Yok dünyaya dalacaksam, ölümü unutup ahiret hazırlığını terk edeceksem, bencilleşip insanlığın derdiyle uğraşmayacaksam, yaşamamın bir anlamı olmaz. Ruhumu al, burada daha fazla kalmanın bir anlamı yok.” Ancak bu hali yakalamak herkese nasip olmaz ve insan her zaman bu duygu içine giremez. Âli ruhlara has bir keyfiyettir bu.

Bazen yol yorgunluğu olur. Ümidini yitirmişler bulunur çevrenizde. Sizin dertlenmenize istinaden bir tavrınız bir sözünüz diriltiverir o ölgün ruhları. Yaşamak gerek yani, bilinenlerin hayata geçmesidir asıl olan.

Allah Resulü (sav) Bedir Savaşı’ndan önce bana bir işarette bulunun demişti ashabına. Kervan takibi ile ilgili yola çıkmışlardı onlar ama Allah Mekkeli düşmanları çıkarmıştı karşılarına. Bu durum istişare gerektiren nazik bir durumdu. Allah Resulü (sav): “Ne dersiniz?” deyince Mikdad b. Esved öne atıldı ve muhteşem bir konuşma yaptı:

“Ya Resulallah biz İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya dedikleri gibi demeyiz. Onlar sen ve Rabbin git savaş biz burada oturuyoruz dediler. Biz öyle demeyiz. Bizler şöyle deriz: Sen ve Rabbin nerede savaşıyorsan biz seninle beraberiz ya Resulallah.”

Bütün gönüllerde bir heyecan meydana getirmişti bu sözler. Sonra Sa’d b. Muaz söz aldı. Her birisinin sözleri orduları harekete geçirecek çaptaydı: “Bizi istediğinle düşman ilan edebilirsin. Bizi istediğinle dost ilan edebilirsin. Bizim malımızdan dilediğin kadar alabilirsin” deyiverdi.

Bu nasıl bir yiğitlikti nasıl bir cömertlikti Allah aşkına. Bu nasıl bir gönül vermişlikti. Bu nasıl bir sadakatti ve vefaydı.

Her nebinin etrafında Rabbaniler vardır. İmtihanın büyükleri, büyük insanlara gelir. İmtihanlar büyüdükçe büyük olmaya da adaysın demektir ama bu noktada büyük bir iç mücadele de başlar tüm şiddetiyle.

Dünyevi menfaatlere kul olanlar menfaatlerinin gitmesini asla arzu etmezler. Onlar Hak için mücadele etmezler. Hakkın ikamesi için mücadele edenlerden de hiç hazzetmezler. Onlara ellerinden gelen her türlü baskıyı yaparlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri taşa tutarlar. Sefih arzularını tatmin etmek için bencil düşüncelerine uyulmasını isterler, hep bunu telkin ederler.

Kafalarından uydurdukları yaftalarla masumlara baskı yapabilmek ve kendi fani saltanatlarını devam ettirmek için toplumların bu yaftalara inanmalarını isterler. Çeşitli propaganda vasıtaları ile onları toplumun nezdinde küçük düşürmeye çalışırlar; hapse atarlar, işkence ederler ve hiç acımadan ölüme terk ederler.

Ama hakkı, adaleti ayakta tutmaya çalışanlar zor olsa da inandıkları değerlerden vazgeçmezler. İman ellerinde adeta yakıcı bir kor gibidir onların. Onu bıraksalar imansız kalacaklar, tutsalar elleri yanacak; dünyevi hayatları perişan olacak. Ama onlar basiretle ve ilahi lütuflarla, zalimlerin tekliflerini kabul edip kalben ve ruhen yollarını değiştirmeye kalkarlarsa ebediyen iflah olamayacaklarını bilirler (Kehf-20) ve asla inandıkları yolda sebat etmekten geri durmazlar.

Bir bakıma edebi bir dille anlatılan Faust ile Mefisto‘nun savaşıdır bu. İlk insandan itibaren devam edegelmektedir ve kıyamete kadar devam edecektir. Farklı renkleriyle, desenleriyle, sahneleriyle ve figürleriyle.

Hakkın, adaletin, insanlığın yanında saf tutanlar, hayat boyu bunu devam ettirmeye çalışanlar kazanacak bu savaşı.

Zamanın gönül erlerinden Ahmet E Bey’i misal verebiliriz bu noktada. Bir Kurban Bayramı günü öğleden sonra çıkmış deri topluyordu. Bir arkadaşımız onu görünce yaşına hürmeten: “Ahmet amca o vazifeleri biz yaparız. Bu gençler ne güne duruyor” demişti. Ahmet E Bey hiç tereddüt etmeden, tarihe not düşecek şu sözü söyleyecekti o esnada: “Hocam ben belki de ömrümün son turundayım. Turumu iyi tamamlamak istiyorum. Rabbimin huzuruna vazife yaparak gitmek istiyorum.”

Kısa bir süre sonra 80 küsür yaşında Ahmet E Bey’in vefat haberi gelmişti. O ölüp giderken ne de çok çiçek açmıştı.

Dünyanın böyle diriltici soluklara, ümit bahşeden simalara, yaşatma idealiyle yaşayan dimağlara ne kadar ihtiyacı var değil mi?

Madem öyle biz de şu güzel ifadelerle bitirelim satırlarımızı:

“Ey nefis!

Sıyrıl hazan duygularından ve bir yeşillik ol, uçuşsun kuşlar, kuşçuklar çevrende. Bir su kaynağı ol, koşsun bütün bağrı yanıklar semtine. Mumlar gibi eri ve etrafına ışıklar saç; hem öyle bir saç ki, mehtabı temaşaya dalmış olanlar, onu bırakıp da senin ikliminin pervanesi olsunlar. İnsanları tıpkı bir anne gibi öyle sıcak ve içten kucakla ki, hışmından korkanlar bile tereddüt etmeden kendilerini senin kucağına atsınlar.”

[email protected]

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy