Soru: Bediüzzaman Hazretleri, Mesnevî-i Nûriye’de, “Arş; Allah’ın, Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın isimlerinin halîtasıdır” diyor. Bu isimlerin ihtiva ettiği hakikatleri açıklayabilir misiniz?
Cevap: Allah’ın nâmütenâhî (sonsuz) isimleri vardır. Bunların içinde bütün esmâyı ircâ edeceğimiz dört temel isim vardır. Bunlar, ism-i Evvel, ism-i Âhir, ism-i Zâhir ve ism-i Bâtın’dır.
Allah öyle bir Evvel’dir ki evveli yoktur; öyle bir Âhir’dir ki sonu yoktur, ezelîdir, ebedîdir; Allah öyle bir Bâtın’dır ki, dûnunda bir şey yoktur ve Allah öyle bir Zâhir’dir ki fevkinde bir şey yoktur. Ancak bu meseleler Zât-ı Ulûhiyet’le alâkalı düşünüldüğünde hata etme ve karıştırma riski söz konusu olabilir. Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının zâhire tecellîsi, eserlerinde görülür. Meselâ, bahar mevsiminin cennetâsâ keyfiyetine baktığımız zaman ism-i Zâhir’i bütün keyfiyetiyle müşâhede ederiz. Bu çerçevede bitkilerden kuşlara, kuşlardan haşerata, sayılamayacak kadar sayı ve çeşitte mahlûkatın birkaç hafta zarfında cana gelmeleri, Allah’ın karşısında resm-i geçit yapıyor gibi formalarını takıp arz-ı dîdâr etmeleri, lisan-ı hâlleriyle “Evet, varız” demeleri, “Ya Hayy!” diye, “Ya Hak!” diye ispat-ı vücut etmeleri Cenâb-ı Hakk’ın “Zâhir” isminin cilveleridir.
İnsan, işin sadece zâhirine baktığı zaman sebepler dairesi içinde boğulabilir. Onun, daire-i esbabın içinde boğulmaması için esas, illetler ve hikmetler âlemine yönelip seyahatini orada sürdürmesi gerekir ki, o da ism-i Bâtın’a bakmaktır. İsm-i Bâtın’ın dûnunda hiçbir şey yoktur. Yani O’ndan gayri esas ve müessir yoktur. Her şey varıp O’na dayanmaktadır. Şu zâhirdeki cilveler, esbâb ve illetler itibariyle “Zâhir” ismine dayanıyorsa, neticeleri itibariyle de “Bâtın” ismine dayanırlar. Binaenaleyh bir ağaç, dışındaki güzelliği, açan çiçekleri, sarkan meyveleri, tebessüm eden yaprakları ve sofra sofra bağ ve bahçeleri ile “Zâhir” ismini gösterdiği gibi, içindeki programı, plânı ve harika sistemiyle de “Bâtın” ismini göstermektedir. Meselâ bir elma, dışının zînetiyle, süsüyle “Zâhir” ismini gösterdiği gibi, yaratılmasındaki illetler, içinde saklanan vitaminler ve bu vitaminlerin insan vücuduna olan faydalarıyla “Bâtın” ismine delâlet etmektedir. Bunun gibi, mesela bir balık, dışının güzelliğiyle, insanda hayranlık uyandıran fizyolojik yapısıyla ism-i Zâhir’i gösterdiği gibi, içinde sakladığı proteinleriyle ve insanoğlu için hayat macunu olması keyfiyetiyle ism-i Bâtın’ı göstermektedir. İşte böylece bâtın ile zâhir iç-içe daireler hâline gelir.
Kâinatta her şeyin Allah’a (celle celâluhu) dayanması, Zât’ında bir olan Allah’ın, ulûhiyet ve rubûbiyetinde de bir olduğu ve bizim bildiğimiz her türlü keyfiyetten münezzeh olduğu mânâsına gelir. Cenâb-ı Hak, Zât’ında bir olduğu gibi icraatında da ortağa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur, her şeyi kendisi yapar. Yardımcı ve vezîr gibi görünen şeylerin, O’nun muhteşem icraatını alkışlamaktan başka bir vazifeleri söz konusu değildir. Binaenaleyh kâinatta, mevcudatın meydana gelmesini izah adına sebepler silsilesini uzatmak mümkün değildir zira her şeyin evvelinde Allah (celle celâluhu) vardır. Bütün mevcudat, varlıkları ve yaratılışları itibariyle “Evvel” ismine dayanmaktadır. Varlıkların bu şekilde devam edip gitmesi, gelen her şeyin solup kaybolması, ispat-ı vücut eden her şeyin yıkılması, parlayan her şeyin sönmesi, arkasından gelen her yeni şeyin yine hayatdâr olması ve gelen her şeyin O’nun cilvelerini gösteriyor olması keyfiyeti bize gösteriyor ki, bunları veren Zât, ezelî olduğu gibi aynı zamanda ebedîdir. İşte böylece “Evvel” ve “Âhir” yan yana gelmiş olur.
Bizim, sebepler dairesi içinde derinlemesine bir tefekkür ve araştırma ile bulup gördüğümüz bu isimlerin her biri aynı zamanda bir “arş”ta hükümfermadır. Meselâ eşyanın zâhiri, bir yönüyle ism-i Zâhir’in arşıdır. Hayat âleminde atmosfer, hava veya su; nizam âleminde toprak; başka bir âlemde unsurlar, atomlar ve elementler bir bakıma ism-i Zâhir’in arşıdır. Fakat bu, tek başına Arş-ı Âzam demek değildir. Mevcudatın iç yüzündeki plânlar, kaderî programlar da ism-i Bâtın’ın arşıdır. Her şeyin başlangıcının O’ndan olması, ism-i Evvel’in arşıdır. Su kabarcıklarında Güneş’in şualarının temaşa edilip kabarcıklar kayboldukça Güneş’in varlığının devam etmesi gibi, her şeyin fenâ ve zevalinin O’nun bekasına delil olması, Lâ Yezâl ve Lem Yezel’in arşıdır. Bunların hiçbiri Arş-ı Âzam değildir. Arş-ı Âzam, bütün isimleri kendilerine irca ettiğimiz bu dört ismin (Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir) halîtasıyla alâkalı idrâki mümkün olmayan bir mevcud-u meçhuldür.
Meseleyi biraz daha açacak olursak, Kur’an-ı Kerim, Kitab-ı Âzam’dır. Bir de bu Kitab-ı Âzam’dan istinsah edilen, sizin aranızda bulunan çeşit çeşit kitaplar vardır. Bu kitaplar teker teker o büyük kitaptan istinsah edilmiştir ve her biri bu kitabın bir parçasını gösterir. Siz, bu küçük kitapları bir araya getirir, hepsini birleştirir ve terkibi hakkında bir kanaate sahip olursunuz. Ancak o zaman bu büyük kitabı anlamış olursunuz. İşte bunun gibi, hava arşı, toprak arşı ve su arşı gibi arşlar da esasen Arş-ı Âzam’ın akis ve istinsahlarından ibarettir. Arş-ı Âzam’daki plân ve program buralarda tatbik edilmektedir.
Kaynak: Bahar Neşidesi / M.Fethullah Gülen