“İrfan” da denilen “marifet” Hz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “insaniyetin en âli mertebesi” ve “beşeriyetin en büyük makamı”dır. Makam, mevki peşinde koşup da başka hedeflere yönelenlerin ıskaladıkları en yüksek mertebedir.
Lügat manası itibarıyla “bilmek, tanımak” da demek olan marifet, düşünce ve himmetle, vicdan ve iç tefahhusla elde edilen hususi bir bilgidir. İlimden farklıdır. İlim, okuma, öğrenme, araştırma, terkip ve tahlil yoluyla elde edilen birikim olmasına karşılık marifet, tefekkür, sezi ve iç müşahede ile ulaşılan özdür.
Burada marifet ve irfandan kastedilen mana“Allah bilgisi”dir.
Müminin, inandığı Allah’ı tanıma, bilme, idrak etme, sezip hissetme ihtiyacını duyması bile büyük bir lütuftur. Lakin her inanan insan, böyle bir ihtiyacı hissetmeyebilir. Bu hissetmeyiş işin doğrusu büyük bir mahrumiyettir.
İnanan insan, mazhar olmak varken, mahrum olmayı kabul etmeyen, himmeti âli, hedefi yüksek olabildiği takdirde, yaratılış gayesini de gerçekleştirebilecektir.
Donanım ve potansiyeli Cenab-ı Hakk’a inanmaya müsait olduğu gibi O’nu tanımaya, bilmeye de müsait ve müstaid olan insanın, bu kapasitesini kullandığında en bahtiyar birisi olacağında şüphe yoktur.
Peki bu ihtiyacı hisseden ne yapacak? Bu makama nasıl çıkacak? En bahtiyar birisi nasıl olacak?
Hz. Bediüzzaman, Rabbimizi bize tarif eden, tanıtan üç büyük, külli muarriften, tanıtıcıdan bahsederek bu soruları cevaplar. Ona göre, bir kitap hüviyetinde olan kâinat kitabı, Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz (s.a.s) bizlere Yüce Allah’ı tarif edip tanıtan üç nurani rehberdir.
Onlar tanıtma işini en güzel ve kâmil manada yerine getirmektedirler. Bunda şüphe yok. Mevzu, bizim onların tanıtım ve tariflerine yönelmemiz, onları can kulağıyla dinlememiz ve onlardan istifade etmemizdir ki biz buna “idrak ahlakı” diyoruz.
Örneğin kâinat kitabı, her bir satırıyla, cümlesiyle, paragrafıyla kendi Yüce Yazar’ını anlatıp tanıtmaktadır. İnsan olarak bizler başta olmak üzere baştan başa bütün varlık, birer sanat eseridir ve Yüce Sanatkâr’ına işaret etmektedir. Bakmasını, görmesini bilen her insan, etrafında cevelan edip duran Cenab-ı Hakk’ın isimlerini avlayabilir ve bu harika kitabı satır satır okumak suretiyle Yüce Müellif’i tanıyıp bilebilir.
Gerçekten de “Bir Kitabullah-ı âzâmdır serâser kâinat/Hangi harfi yoklasan manası hep Allah çıkar. (Recaizade Mahmud Ekrem)
İkinci tarif edici Kur’an’dır. Allah Kelamı yüzlerce ayetiyle Hz. Mütekellim’i anlatır bizlere. Rahmetinin bir tezahürü olarak Yüce Allah, insanı başıboş bırakmamış da onunla konuşmuştur. Hem muradını bildirmiş hem de Kendini ona tanıtmıştır. Şu ayetleri örnek verebiliriz:
“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O, diriltir, öldürür, O, her şeye kadirdir. O her şeyden öncedir, Evvel’dir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı Âhir’dir; varlığı aşikardır, Zâhir’dir; gerçek mahiyeti insan için gizlidir, Bâtın’dır. O her şeyi bilendir.” (Hadid, 57/2, 3)
Rabbimizi tanıtan bir diğer muarrif, Allah Resûlü (s.a.s)’dir. O hem bizzat kendisi ve hem de sözleriyle Cenab-ı Hakk’ı tanıtmaya devam etmektedir.
Bunlara ilave olarak, ibadetleri de burada muhakkak anmalıyız. Evet insan farzlarıyla, nafileleriyle Rabbine yönelip ibadet ederken, iç tefahhus ve müşahedeleriyle işin içine girebilir, o anlarda ne yapıyor olduğu bilincine uyanabilirse, niteliksiz-niceliksiz olarak Yüce Allah’ı vicdanında duyabilir, farklı sezişlere mazhar olabilir.
Bütün bunlar hemen her hususta olduğu gibi, kişinin gayretine emanet edilmiştir. Erenler, üstün performans sergileyerek bu potansiyellerini harekete geçirmişler, maddi manevi fedakarlıklarda bulunmuş, ateşlerde pişmiş, potalarda erimişlerdir. Ama günün sonunda en kazançlı onlar olmuş, duyulmayanları duymuş, tatmayanın asla bilemeyeceği lezzetleri tatmışlardır.
Burada bunları zevk edip yaşayanlar, ötelerde çok daha fazlasına mazhar olacak, Cenab-ı Hakk’ı herkesten çok daha farklı görüp müşahede edeceklerdir. Çünkü dünyada iken Cenab-ı Hakk’ı bilme, tanıma adına ortaya konan cehd ve gayret nispetinde, ötelerde Cemalulah ile ödüllendirilme söz konusudur.
Evet, marifetullaha mazhariyet bu dünyayı huzur ve saadetle dolduracak, cennette ise Allah’ı görmenin tarifsiz lezzetiyle taçlanacak ve ilelebet devam edecektir.