DERLEYEN: ERDEMLİLER YOLU AKADEMİ
وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ…
“…Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (Haşr; 9)
Sahabenin îsar ruhunu nasıl temsil ettiği İbn-i Ömer (r.a) dan gelen bir rivayette şöyle anlatılır: Yedi ev vardı. Hepsi de birbirinden yoksul ve perişanlık içinde idiler. Bu evlerden birine bir yerden bir kelle geldi. Ev sahibi diğer bir evi kendisinden daha muhtaç görerek kelleyi o eve gönderdi. O ev sahibi de bir başka evi kendisinden müstahak görerek kelleyi o eve gönderdi. Nihayet böylece o yedi evin hepsini gezip dolaştıktan sonra tekrar ilk geldiği eve döndü.” (Hâkim, II, 526, H. No; 3799)
Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, “Yaşatma İdeali Olan Îsâr Ruhu ” hakkındadır.
Îsâr; İnsanın, başkalarını kendisine tercih etmesi, kardeşlerine öncelik vermesi, yaşama zevkleri yerine, yaşatma hazlarıyla var olması mânâlarına gelmektedir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashâb-ı güzîn hazerâtının başkalarını kendi nefislerine tercih etmeleri hususu, Kur’ân-ı Kerîm’de mealen bizlere şu şekilde anlatılmakta ve örnek gösterilmektedir: “Kendileri de ihtiyaç duydukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Ve derler ki:
“Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi teşekkür bile beklemiyoruz. Biz, yüzleri ekşiten asık suratlı o günde Rabbimizin gazabından korkarız.” Allah da onları o günün felâketinden korur, onların yüzlerine nûr, gönüllerine ise sürûr verir.” (İnsan, 76/8-11)
Îsâr’ın sadece bollukta değil, darlık durumlarında da yerine getirilmesi gereken ahlâkî bir düstur olduğu, olabilecek yanlışlıklara karşı hemen öfkelenmeme, hata ve kusurları da çabucak affedebilme konusu da mealen, âyet-i kerîmede şöyle anlatılmaktadır: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmrân, 134)
Fedakârlık ahlâkına sahip bir insan yaşamayı değil, yaşatmayı tercih eder. İsarı sadece yeme-içme, giyme gibi hususlardan ibaret görmemek gerekir. Makam, mansıp, dünyevi veya uhrevi herhangi bir fayda elde etme söz konusu olduğunda, kardeşine buyur deme de îsâr adına çok önemlidir. Elbette bütün bu tercihler yapılırken Allah rızasının hedeflenmesi gerekir.
Hazreti Ömer’in şu tavrı ne kadar çarpıcı ve güzel bir örnektir: İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürüdüğü zaman, birlik ruhu bozulmasın, şeytan araya girmesin ve İslâm toplumu dağılmasın diye sahabe hemen bir imam etrafında anlaşmak üzere bir araya toplanmışlardı. Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer’in faziletlerini anlatarak ona biat etmek istediğini ve onun halife seçilmesi gerektiğini ifade etmişti. Ama Hazreti Ömer hemen Hazreti Ebû Bekir’in elini tutmuş ve “Allah Resûlü’nden sonra başa geçecek birisi varsa o da Ebû Bekir’dir” diyerek ona biat etmişti. Önde bulunmada bile kendini geriye çekip, kardeşini ileriye sürmek, îsârın, fedakârlığın çok önemli bir başka çeşidi ve belki de maddî menfaatlerin ötesinde bir îsâr hasletidir.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Miraç yolculuğundan sonra, gördüğü duyduğu ve hissettiği nimetleri, ümmetine de duyurmak için – bin bir türlü çile çekeceğini bilmesine rağmen- tekrar insanlığın içine dönmesi, îsâr ufkunun, fedakârlık ahlâkının ulaşabileceği son noktayı gösterir.
Bed’ü’l-emâlî’de, Rü’yetullah’la müşerref olan, Allah’ı gören mü’minlerin, Cennet nimetlerini bile unutacakları söylenmiştir. Veli Abdülkuddûs Miraç hakkında der ki: “Vallahi Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) erişilmezlere erdi, görülmezleri gördü. Öyle yerlere ulaştı ki, oraya giden bir insanın geriye dönmesi mümkün değildir. Vallahi ben oralara gitseydim geriye dönmezdim!”
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Îsâr ruhunu temsilde çok ileri seviyedeydi. Her meselede Îsâr kahramanı olan Efendimiz, kendisine gelen hediyeleri ihtiyacı olsa bile tutmaz, mutlaka birisine hediye ederdi. Resülullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) çizgili ve kare şeklinde küçük siyah bir aba getirildi. Yanında bulunan ashabına: “Bu abaya kimi daha lâyık görüyorsunuz?” diye sordu. Orada bulunan topluluk cevap vermedi. Bunun üzerine; “Bana Ümmü Halid’i getiriniz.” buyurdu. Ümmü Halid, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına getirildi ve bu abayı ona giydirdi. Sonra “Üzerinde eskisin, yerine de yenisini alasın.” diye iki defa dua etti. Aba üzerindeki sarı (veya kırmızı) çizgilere bakıp elbisenin güzelliğini ifade etmek için: “Senâhu, senâhu ey Ümmü Hâlid” dedi. “Senâhu” kelimesi Habeş dilinde “güzel” demekti. (Buhari, cihad 188; libas 22-32; edeb 17; Ahmed b. Hanbel, VI/365)
Giyecekle ilgili olarak bu seviyede îsâr sahibi olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yiyecekle alâkalı konularda çok daha ileri seviyedeydi. Efendimiz’in evinde bulunan yiyecekleri, kendi kalabalık nüfusuna ve ihtiyaçlarına rağmen, hemen başka muhtaçlara dağıttığını görmekteyiz. Hz. Âişe validemiz anlatıyor: “ Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün bir koyun kesmiş ve etinin yoksullara dağıtılmasını istemişti. Bir ara: “O etten geriye ne kaldı?” diye sordu. “Sâdece bir kürek kemiği kaldı” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Allah rızâsı için yardımda bulunmanın, yani îsârın zirvesini gösteren şu cevabı verdi): “Desene, bir kürek kemiği hâriç o koyunun hepsi bizim oldu!” (Tirmizi, kıyâmet 33).
Aziz Muminler!
Îsâr, irâdî bir hayat tarzıdır; varlığa rağmen yokluğu, fakrı ve zühdü tercihtir. Rivâyetler, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) fetihlerden sonra, gelirlerin artmasıyla maddî bolluğa kavuşulmuş olmasına rağmen, yaşayış tarzını değiştirmeyip üst üste üç gün buğday ekmeğini doyuncaya kadar yemediğini, mutfağında günlerce ateş yakmayacak kadar mütevâzı/sade yaşayışını devam ettirdiğini açıkça göstermektedir. O (sallallahu aleyhi ve sellem), ömrü boyunca, irâdî bir îsâr gerçekleştirmiş, zühd hayatı yaşamış, eline geçen varlığı ise başkalarını yaşatma uğrunda sarf etmiştir.
Îsâr, yitirdiğimiz en önemli değerlerimizden biridir. Günümüzdeki problemlerin, siyasî oyunlarla ya da think tank kuruluşlarının stratejileriyle tam olarak çözülebilmesi mümkün değildir. Birbirinden kopmuş ve parçalanmış toplumları yeniden bir araya getirecek bir iksir varsa, o da gönüllerde yeniden yeşerecek olan îsâr, fedakârlık ve diğergamlık ruhudur.
Bizim yapmamız gereken şey ise; yeniden kâmil manada insan olmaya yönelmek ve îsâr ruhuyla, fedakârlık ahlakıyla ahsen-i takvime mazhariyetin gereklerini yerine getirmeye çalışmaktır.
Allah bizi gerçek insan eyleye! Allah bizi sırat-ı müstakime hidayet eyleye!