CUMA HUTBESİ | Fedakârlık

Yazar Hizmetten

HAZIRLAYAN: AKADEMİ DUISBURG

Kıymetli kardeşlerim; bugün fedakârlık konusu üzerinde duracağız.

Fedakârlık, her türlü zahmete göğüs gererek insanın inandığı şey uğruna sebat etmesidir.

Istılahi olarak fedakârlık; Allah’ı, Resûlullah’ı ve İslam adına yapılacak işleri, kendi arzu ve isteklerine tercih etmektir.

Fedakârlar nâm u nişân nedir bilmez, makama, mansıba eyvallah etmezler. “Yol yapma bize, rahat yürüme başkalarına; sa’y u gayret bize, ganimet başkalarına der ve yollarına devam ederler.

Fedakârlar kendi saadetlerine karşı yabancı ve alabildiğine diğergâmdırlar. Nübüvvetin özünden gelen bir uzantı ile daha çok başkalarının lezzet ve acılarıyla dolu ve onlar için vardırlar. Hasbîlik bizim ilin gülüdür, fedakârlık bizim bahçelerin lotus’udur. Bizde bulunur, vâsıl olup tatmamak. Bizdedir, yaşatma arzusuyla yanıp tutuşmak ve yaşamayı unutmak. Bizim insanımız bilir, hizmette önde, ücrette arka sıralarda bulunmayı. Dünya, bizde gördü, bizde tanıdı sevilmeden sevmeyi.

Evet fedakârlık yoksa hep sıkıntı vardır. Devr-i saâdet sonrasını kana-irine boğan, fedakârlık gösteremeyen ruhlardı. Daha sonraki devirlerde, bütün hoyratlıkların ve azgınlıkların arkasında bir kere olsun, sahip olduğu şeyler uğrunda aç-susuz kalmayan; yurdunu, yuvasını terk etmeyen bu ızdırapsızlar vardı.

Fedakârlık yapılmadan ahiret kazanılmaz. Baştan fedakârlığı göze almayan, alamayan insanlar, asla dava insanı olamazlar. Peygamberler yaptıkları hizmetleri fedakârane yapmış, karşılığında maddî-manevî hiçbir ücret beklememişlerdir. Kur’ân-ı Kerim Peygamberlerin bu hususiyetlerini çeşitli vesilelerle muhtelif ayetlerde dile getirmiştir.

Hepsinin ortak sözü: وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ  “Bu hizmetten dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak Rabbülâlemin’dir.[1]            

Kur’ân-ı Kerim bizlere: اتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْأَلُكُمْ أَجْراً وَهُم مُهْتَدُونَ  Sizden ücret istemeyen kimselere tâbi olun, onlar hidayete ermiş kimselerdir.” [2] Diyerek; bu hasbilere tabi olmamızı istemektedir.

Her peygamber hasbîdir. Ancak hasbîlikte doruk nokta Nebiler Sultanı’na aittir. Doğduğu zaman “Ümmetî!” demiş, mahşerde de “Ümmetî, ümmetî!” diyecektir. Cennet kapıları ardına kadar açılıp O’nun teşrifini beklerken O, ümmetini de oraya götürebilmek için mahşerin en bunaltıcı anlarını Cennet’e tercih edebilmektedir.

Allah Resûlü (sav) Mekke’de davasının temellerini atarken, davasına gönül veren bütün insanlara bu fedakârlık ruhunu aşılamış, anlatmış ve yaşayarak da göstermiştir. Hz. Hatice (r.anha); Nebiler Serveri’nin ilk eşi, dünya ve ahiretin sultanı, -Efendimize isteme sıkıntısını bile yaşatmadan- varını yoğunu inandığı o kutsi dava uğruna harcamıştır. Mekke müşriklerine İslâm’ı anlatmaya yönelik verilen ziyafetlerin tüm masraflarını O karşılamıştır.

Sahabe hicret edip ata yurtlarını terk ederken, bütün mal varlıklarını da Mekke’nin zalim ve cebbar insanlarına bırakmışlar ve sadece yol azığı olabilecek miktarda çok az bir şeyi beraberlerinde götürebilmişlerdir. Muhacirler inandığı, gönül verdiği davalarını tebliğ ve temsil etme için böylesi fedakârlığa katlanırken, Medine’de onları bağırlarına basan Ensar da fakir olmalarına, çiftçilikle geçinmelerine rağmen onlara fevkalade civanmertçe davranmışlardır.

Sahabe (r.a.) kendisinden fedakârlık istendiği an şayet lokmayı ağzına götüreceği hengâmede ise hemen ağzındaki lokmayı atıyor ve zaman fevt etmeden Resulü Ekrem’in (sav) davetine icabet ediyordu.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geçmiş dönemde yaşamış bir yiğidin halini birkaç fotoğraf karesi içinde anlatır ve buyurur ki: Sağına baktı, sağlam kimse göremedi; soluna baktı, ayakta kalmış bir fert bulamadı; herkes dökülmüştü ve o cephede tek başına kalmıştı. “Demek iş başa düştü” deyip atını mahmuzladı… Gitti ve bir daha da geriye dönmedi…

İşte bu hal, her devrin dava adamlarının hâlidir. Maddî kılıcın kınına girmesi gerektiğine ve artık mücahedeyi Kur’an-ı Kerim’in elmas düsturlarıyla sürdürme zamanı olduğuna inanan insanlara gelince; onları memleket memleket sürgüne gönderseler, zindanlara atsalar, her gün biri için idam sehpası kursalar, Hazreti Mesih’in havarilerine yaptıkları gibi çarmıhlara gerseler ve arkadaşlarını götürüp oralara çiviledikten sonra aynı akıbetle onları da tehdit etseler bile, yine de hak bildikleri yoldan dönmemek, hak ve hakikatin sesi-soluğu olmak da bu yiğitlerin şiarıdır.

Bir fedakârlık abidesi olan Üstad Bediüzzaman; bir çanak çorba, bir bardak su, bir lokma ekmekle iktifa etmiş, kendisi için değil, cemiyet için yaşamıştı.

Merhum Eşref Edip; uzun bir ayrılıktan sonra, Bediüzzaman’la karşılaşmasını şöyle kaleme almıştır:

… İstanbul seyahatinden mustarip olup olmadığını sordum. Bediüzzaman dedi ki; “Bana ıstırap veren, yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. İşte benim ıstırabım, yegâne ıstırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmette olsa!”

İnsanın Hak katındaki yüceliği, himmetinin yüceliğiyle ölçülür. Himmet yüceliğinin en açık emaresi ise insanın, başkalarının mutluluğu adına şahsî haz ve zevklerinden fedakârlıkta bulunmasıdır.

 Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لَمَّا جِئْتُ بِهِ» “Arzu ve heveslerini, benim getirdiğim ölçülere uydurmadıkça, sizden hiçbiriniz mümin olduğunu iddia edemez.” Fedakârlık herşeyden evvel, nefsin sefil arzularına karşı koymakla başlar ve toplumun mutluluğu adına, kendi saâdet ve hazlarını unutmakla kemâle erer…

Günümüzün hizmet erleri de hemen her sahada hep bir zirve toplumu sayılan Ashab-ı Kiram tarafından temsil edilmiş bu fedakârlık anlayışını hayatlarına tatbikle aynı performansı göstermek zorundadırlar.

Allah’ım! Senden, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin şanı yüce Nebinin dilediği bütün hayırları istiyor ve bizleri, Din-i Mübin-i İslâm’ı ihya gayretinde, bütün yakarışlarına icabet edilmiş ve ihtiyaçları karşılanmış kullarından eylemeni diliyoruz. Bunu bizlere lütfeyle.

[1] Bkz. Şuara: 126 Tevbe sûresi, 10/72; Hud sûresi, 11/29; Sebe sûresi, 34/47.

[2] Yâsîn sûresi, 36/21.

Hutbeyi PDF formatında görüntülemek ve indirmek için tıklayınız

CUMA HUTBESİ Fedakârlık

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy