Cuma Hutbesi | Adalet ve Zulüm

Yazar Editör

DERLEYEN: ERDEMLİLER YOLU AKADEMİ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Hak’tan yana olun ve her işinizde adaleti gerçekleştirmeye çalışın.. her zaman adaletin şahitleri ve temsilcileri olmaya bakın.. herhangi bir zümreye karşı içinizde hissettiğiniz kin ve nefret sizi adaletsizliğe sürüklemesin; âdil davranın ki, takvaya en yakın davranış da budur.” (Mâide, 8.)

فَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ Her hak sahibine hakkını ver.” (Buhari, Savm, 51)

Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, Adil olma ve zulümden uzak durma hakkında olacaktır.

Adalet; dengeli olma, aşırılığa düşmeme, herkesin ve her şeyin hakkına riâyet etme, her hakkı hak sahibine verme ve zulme girmeme mânâlarına gelmektedir.

Adaletin zıddı; azgınlık, başka bir ifade ile haksızlık ve zulümdür.

Adalet, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı içerir.

İslâm dininde adalet, ahlâkî ve hukukî yanlarıyla fevkalâde önemli bir esastır. Kur’ân ve Sünnet bu esas üzerinde ısrarla durur, mü’minleri adalete riâyet etmeye ve zulümden uzak durmaya çağırır.

Mevzumuzla ilgili ayetlerden bazıları:

“Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi ister.” (Nisâ, 58.)

“Ahâlisi ıslahçı ve hukuka riâyet ettiği sürece, senin Rabbin o beldeleri helâk edecek değildir.” (Hûd sûresi, 117.)

“Kendilerine verilen öğütleri kulak ardı edip unutunca, içlerinden, onları kötülüklerden alıkoymaya çalışanları kurtardık, zulmedenleri de fıskı alışkanlık hâline getirdiklerinden dolayı, derdest edip yoksulluk azâbıyla kıvrandırdık.” (A’râf ,165.)

“Biz ahâlisi kendini zulme salmış karyelerden başkasını helâk etmeyiz.” (Kasas sûresi, 59.)

“Zalimler yakın bir gelecekte nasıl bir değişimle devrilip gideceklerini görüp bileceklerdir.” (Şuarâ, 227)

Bir başka ayet-i kerimede zalimlere değil taraftar olmak, onlara kalben meyletmenin ve zulümlerini hoş görmenin bile ne kadar tehlikeli olduğu şöyle anlatılır: “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa ateş -cehennem azabı- size de dokunur.” (Hud,113)

Kur’ân-ı Kerim, onlarca âyetinde “Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Hûd,101) diyerek haddini bilmezliğin ve haksızlığın gerçek adresini gösterir ve her çağdaki muhataplarını teyakkuza çağırır.

Sık sık “Biz zulme gömülmüş nice kentleri kırıp geçirdik de, sonra onların yerine başka milletler yarattık.” (Enbiyâ,11.) gibi âyetlerle, bu tür tarihî tekerrürler devr-i dâimlerini hatırlatır.

Bu itibarla da denebilir ki, bir milletin beka ve devamı için sadece dinî ve millî hislerin canlı olması yeterli değildir. Dinî hayatın ve millî heyecanın yanında adalet ve hakkaniyet duygusunun, yürekten duyulup yaşanmasına da ihtiyaç vardır. Hak ve hukuk; bir toplumun yaşamasını, hayatta kalmasını sağlayan en önemli dinamiklerden birisidir. Adalet ise adeta onun ruhu gibidir.

Bugüne kadar insanlar, âdil ve hakperest oldukları nispette geleceklerini teminat altına almış, hayat ve hâkimiyetlerini devam ettirmişlerdir. Aksine, adaleti suistimal edip haknâşinas davrandıklarında da sürekli tokatlanmış ve yalnızlığa itilmişlerdir.

İnsanlar hem Rablerine, hem nefislerine, hem de halka karşı adalet ve istikamet içinde bulunmakla mükelleftirler.

Cenâb-ı Hakk’a karşı adalet ve istikamet, O’nun vaz’ettiği kurallara uyarak, emir ve yasakları mevzuunda kılı kırk yararcasına titiz hareket ederek; nefsine karşı âdil olma, kendi şahsına ve aile efradına, emanete riâyet hassasiyetiyle muamelede bulunup, ifrat ve tefritlere düşmeden, her şart altında hayatını îtidal içinde sürdürerek; halka karşı adalet ise, her hususta onların haklarını gözetip onlara her zaman hayırhah bir yol arkadaşı gibi davranarak gerçekleşebilir.

Aksine, bu haklara riâyet edilmediği takdirde umûmî âhenk temelden sarsılır; ihtilâller baş gösterir ve her yanda hercümerç yaşanmaya başlar. Cenâb-ı Hak da bir kısım zalimlerin eliyle onları cezalandırır; sonra döner o zalimlerden de intikam alır. Bugüne kadar hiç değişmeden âdet-i ilâhî hep böyle cereyan edegelmiştir. Bu arada fevkalâdeden inayetler de olmuştur ama, bunlar rahmetin gazabın önüne geçmesi esprisine bağlı, sürpriz teveccühlerdir ve devam etmesi de Allah’ın ekstradan inayetine bağlıdır.

Kıymetli Müminler!

Allah Resûlü (s.a.s) en kritik dönemlerde dahi hak ve hukuk mevzuunda zerre miktar taviz vermemiştir.

Beni Kaynuka Yahudileri yaptıkları anlaşmaya ihanet etmişlerdi. Anlaşma gereği sürülmeleri gerekiyordu. Bu haksız topluluğu Medine’den sürerken bile Allah Resulü (s.a.s), onların haklarını düşünmüş ve mağdur olmalarına müsaade etmemiştir. Medine’den ayrılmadan önce hepsine, Müslümanlarda olan alacaklarını toplama ve kendi mallarını da götürme iznini vermiştir. Çünkü borç bir haktır ve ödenmesi gerekmektedir.

Rabbimiz; –kendisine açılan samimi hiçbir eli geri çevirmeyeceği vaadine rağmen- üzerinde kul hakkı olanların tövbesinin kabulünü, haksızlık yaptığı kimseyle helalleşmesi şartına bağlamıştır. Hatta İslam’da en büyük mertebelerden birisine ulaşan şehitler bile, kul hakkından muaf tutulmamışlardır.

Çok sayıdaki rivayet, ahirette insanın kazandığı sevaplarını; dünyada yapmış olduğu haksızlıklardan dolayı kaybedeceğini bildirmektedir.

Şayet bir haksızlık, başkalarının hukukunu ilgilendiriyorsa, hele bu başkaları fert değil de bir cemaat ya da cemiyet ise, yapılan hukuksuzluğun vebali de o kadar büyük olacak ki; O cemaatin ya da kamunun her bir ferdi, birer birer haklarını helal etmeden, haksızlık yapanlar cennete giremeyeceklerdir.

İslam’da adaletin önemli esaslarından biri de; birisinin hatası ile akraba ve dostlarının, milletinin, devletinin sorumlu tutulamayacağıdır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de; “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.” buyurur. (Fâtır, 35/18) Herkes kendi günahının cezasını çeker.

 Efendimiz (s.a.s)’in ümmetine yaptığı uyarılardan bazıları ise şöyledir;

“Herhangi bir konuda hakemlik yaptığınız zaman adil olun.”

“Allah’tan hakkınızda hayır isteyin ve üzerinizdeki hakları hakkıyla ifa edin.”

İslâm dini, ferdî ve içtimâî adaleti en belirgin şekilde ortaya koyan ve bir saat adaletle hükmetmeyi altmış sene ibadete denk tutan, hatta ondan daha hayırlı sayan bir dindir. Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Nesai, Adabu’l-kudat,1)

İnsanın tabiatı zulme açıktır… Zulmün yayılması için çaba harcamaya gerek yoktur, o mahiyeti itibariyle yayılmaya meyillidir. Yeryüzünde zulmü bütünüyle ortadan kaldırmak mümkün değildir ancak adaleti hükümran kılmakla zulüm önlenebilir.

Halikin na-mütenahi adı var, biri de Hak,

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.

Ne mutlu; hakkı hak olarak bilip uyanlara! Batılı da batıl olarak bilip uzak duranlara!

Müjdeler olsun; adaletin rehberliğinde hakkı tutup kaldırmak için, gece gündüz koşturup duranlara!

Cuma Hutbesi | Adalet ve Zulüm WORD

Cuma Hutbesi | Adalet ve Zulüm  PDF

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy