Uhud’un bir yanı ağıt, bir yanı destandır. O gün Allah Resulü- nün (sav) “Biz bu dağı severiz” dediği Uhud’un eteklerinde yüreklerini ortaya koyan kahramanlar tam bir sadakat örneği vermişlerdi.
Bu çetin imtihan meydanına erkeklerin yanında nice kadınlar ellerinde sargılar, bellerinde mataralar, yaralılara su vermek ve yaralarını sarmak için oraya gelmişlerdi. Tabii başlarında da Ümmü Umâre (r. anha), tarihin şerefle yâd edeceği o büyük kadın geliyordu.
Beyini ve oğullarını göndermişti, onlar savaşacaklardı. Kendisi de belinde matara, elinde sargılar, yaralıları tedavi için orada bulu nuyordu.
Allah Resulü (sav) Uhud’da öyle sıkıntılı anlar geçirmişti ki etrafındaki surlar bir bir yıkılmış ve Onu (sav) Hz. Nesibe annemiz savunmuştu. O sıkıntılı anlarla ilgili Efendimiz (sav) şöyle buyur- muştu: “Uhud savaşında sağıma, soluma, hangi tarafıma baktıysam Ümmü Umâre’yi orada kıyasıya savaşırken gördüm.”
Nesibe annemize kulak verelim:
“Uhud’a gidip Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım diye dü- şünmüştüm. Yanımda su da vardı. Resûlullah’ın (sav) yanına kadar yaklaştım. Sahabelerin arasındaydı. Galibiyet Müslümanlardaydı.
Fakat çok geçmeden mağlup duruma düştüler. Resûlullah’ın (sav) etrafındaki sahabeler ya dağılıyorlar veya şehit oluyorlardı. Etrafında çok az kimse kalmıştı. Resûlullah’a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müşriklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Resûlullah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım. Resûlullah’ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Resûlullah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Resûlullah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım. Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atının ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Resûlullah bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Umâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyurdu.”
Uhud’da aslanlar gibi çarpışıp gaziliğin hakkını veren bu büyük kadın, anne baba bir kardeşi Hz. Hamza’nın (ra) şehit edildiği ve cenazesinin paramparça olduğu haberi kendisine ulaşınca bu sefer de sadakat ve teslimiyet dersi vermiş ve asırlara yetecek derinlikte, yüreğe saplanan şu sözleri söylemişti:
“Şayet kardeşime yapılanı görmeyeyim diye geri döneceksem, olanları biliyorum. Kardeşim bu felakete Allah (cc) yolunda uğradı. Bundan daha büyük bir makam var mı? Biz Allah yolunda bundan daha fazlasına uğramaya da rıza gösteririz ve inşallah sabrederiz.”
Nesibe annemiz Uhud Harbi’nde Efendimizin (sav) şu duasına mazhar olmuştu: “Allah’ım, bu aileyi cennette bana komşu ve arkadaş eyle!” (M. Asım Köksal, 10/160)
Bugün binlerce mazlum, mağdur, Hizmet ve şefkat kahramanı bacımız zindanlarda, hicret ve gaybubette. Onlarcası şehideler olarak Rablerine yürüdüler. Ve hâlâ zindanlarla tehdit edilmelerine rağmen Uhud’da koşan Nesibeler gibi muavenet deyip koşturan aslan kızı aslan ablalar var. Örnek aldıkları Nesibe annemizin Uhud’daki fedakarlığına benzer şekilde aslanlar gibi hizmet eden ablalarımızı Rabbim ötede Efendimize (sav) komşu eylesin!
Hizmetten | İsmet Macit