Bugünlerde ne okunur?

Yazar Mizan

Bir ‘en iyiler’ ya da salgın kitapları listesi değil bu, öyle olsaydı Tolstoy’suz ya da Camus’süz bir liste yapılamazdı. Yalnızca kişisel bir ‘zamanın ruhuna uygun kitaplar’ seçkisi:

Evin halleri (Evler / Behçet Necatigil, 1953)

Toplumdan uzak, köşesine çekilmişken belki sadece şiir okumalı insan ama bu seçkide tek şiir kitabı var. Hayatın evlere sığdığını bize Behçet Necatigil öğretmişti. O yüzden Evler tam da bugünlerde (yeniden) okunacak kitap. Sonraki dönemlerinde daha büyük şiirler yazmış olmasına karşın, evin hallerini anlatan bu kitap şairinin simgesi oldu. 1953’te yayımlandığında Necatigil’e “Evler şairi” dedirtecek kadar iz bırakmıştı. Bu kitap evlerle çatışmamızı anlatır (“Evlerle savaşımız / Savaşların çetini”) ama sonunda ev hep dönülecek, kalınacak yerdir. Şu sıralar olması gerektiği gibi… “Sokaklar seslenir, akpak, temiz / Hadi gel, avunursun! / Bütün sokaklardan iğrenirsiniz / Avunmak şöyle dursun.”

Behçet Necatigil

Yapmamayı seçmek (Kâtip Bartleby / Herman Melville, 1853 / Münir Göle çevirisi)

Issız adaya (ya da karantinaya) düşsem yanıma alacağım kitap aslında Melville’in öteki büyük yapıtı: Moby-Dick. Gelgelelim, yarını belirsiz şu günler için Kâtip Bartleby daha iyi bir seçim olabilir. Edebiyat tarihinin en incelikli başkaldırı romanlarından biridir Bartleby. On dokuzuncu yüzyıl New York’unun boğucu ofis ortamında kendisinden bir şey istenince “yapmamayı yeğlerim” diye karşılık veren kahramanın nihilizminde yerleşik düzene karşı bir isyan vardır. ‘Yapmamak’ bir zorunluluk değil seçim olursa bir özgürlük alanı açabileceğini gösterir bu tuhaf kâtip bize. Duvarların arasında sıkışıp kalmış, içe dönük Bartleby, edebiyat tarihinde iz bırakacak benzerlerinin (Kafka’nın Josef K.’sının) habercisidir. Bu kısa roman bir şiir gibi sonlanır: “Ah Bartleby! Ah insanlık!”

Herman Melville 

Çaresizliğin romanı (O / Ferit Edgü, 1977)

“Söyledim değil mi, teknem kayalara çarpıp battı. Ve kendimi burada buldum.” Böyle başlar Ferit Edgü’nün romanı. Okuru sarsarak. Dağ başına düşmüş denizci imgesinden daha sarsıcı olan, romanın neşter vurduğu sorundur. Kitabın anlatıcısı, Güneydoğu’nun ücra bir köyüne, kendi dilini konuşamayan insanların arasına gönderilmiş bir aydın/öğretmendir. Onun hikâyesinde iletişimsizliği, geri bırakılmışlığı, bölgenin yazgısını, çaresizliği okuruz. Anlatıcının ‘öteki’ni ve kendini keşfediş serüveninde sert bir Türkiye gerçekliği yüzümüze çarpar. O, yalnız incelikli dil işçiliği için bile okunabilir. Edebiyatımızın en güzel sürgün romanlarından…

Ferit Edgü

En uzun yalnızlık (Yüzyıllık Yalnızlık / Gabriel García Márquez, 1967 / Seçkin Selvi çevirisi)

Salgın döneminde Kolera Günlerinde Aşk bir tür klişe okuma önerisine dönüştü. Oysa Márquez’in bugünlerde okunacak romanı Yüzyıllık Yalnızlık’tır. İnsanın çaresizliği, hırs, kapitalizm, dünya düzeni gibi bugün yüzleştiğimiz sorunlar üzerine bir başyapıt. Büyülü gerçekçiliğin ‘büyü’sünün nereden geldiğini anlamak için kapağı kaldırılacak ilk kitap… O ünlü ilk cümlesi galiba her okuyanın zihnine çivi gibi çakılıdır: “Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.” Yüz yıllık yalnızlığa mahkûm edilenlerin sırrını öğrenmek içinse son sayfaya kadar beklemek gerek—beklemeye değecek.

Gabriel García Márquez

Toplumdan kaçılabilir mi? (Aylak Adam / Yusuf Atılgan, 1959)

Bir gün salgın krizi bittiğinde dışarı çıkınca acaba kendimizi Yusuf Atılgan’ın sinemadan çıkmış insanı gibi hissedecek miyiz? Aylak Adam’ın anlatıcısı, dünyayı güzelleştirmek için çözümü bulmuştu: Bütün insanları aynı anda sinema salonuna doldurmak. Nedeni şuydu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor.” Herkes sinemadan çıkınca birkaç dakikalığına dünya güzel bir yer olacaktır. Roman aslında şunu sorar: Toplum hayatından tamamen kaçılabilir mi? C. niçin insanlardan uzak duruyordu? İletişimsizlik nasıl bir şey? Bugünlerde üzerine düşünmeye değer sorular… Romanın son cümlesi sanki yanıtı da saklar: “Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.”

Yusuf Atılgan

Dünya bu hale nasıl geldi? (Ill Fares the Land / Tony Judt, 2010)

Bugün yaşadığımız hayatta yanlış giden bir şeyler olduğunu Tony Judt 2008 krizinden çok önce söylemişti. Ill Fares the Land yanlışın ne olduğu üzerine yazılmış en özlü metinlerden biri. (Kitap Dilek Şendil tarafından Türkçeye “Kötülük Kol Gezerken” adıyla çevrildi.) Deneyimlediğimiz salgın krizinin neden sadece bir sağlık meselesi olmadığını anlamak için zorunlu okuma… (Çünkü bu krizin kapitalizmle ilgisinin olmadığını söyleyen saf ya da cahil değilse kötü niyetlidir.) Judt basitçe şu soruya yanıt arar: Başka bir dünya mümkün ama nasıl? Son yarım yüzyılın tarihini, solun nerede hataya düştüğünü, sosyal demokrasinin yaptıklarını ve yapamadıklarını, neoliberalizmin tehlikeli yükselişini kimse onun kadar iyi anlatamadı.

Tony Judt

Okulu özleyenler için (The Secret History / Donna Tartt, 1992)

Artık uzaktan eğitime geçtiğimize göre, okulu özleyenler için tek avuntu bir kampüs romanı olabilir. Bu listeye gelmiş geçmiş en iyi kampüs romanı sayılan Pnin’i değil Donna Tartt’ın The Secret History’sini seçmemin nedeni şu: Sanırım hiçbir roman bir okul atmosferini o kadar iyi betimlememiştir. (Kitap Türkçeye Selim Yeniçeri tarafından “Gizli Tarih” adıyla çevrilmiş.) Romanı fazla gösterişçi bulan eleştirmenler de oldu ama güzellik–ölüm arasındaki ilişkiyi çözümlemek için Antik Yunan’a atıflarla ilerlemek zekice bir buluştu. Üstelik sadece havası ve bellekten silinmeyen karakterleri için değil, sıkı bir polisiye niyetine de okunabilir.

Donna Tartt

İnsan sıcaklığı (Kemal Tahir’e Mektuplar / Nâzım Hikmet, 1968)

Türkçenin en güzel mektup kitaplarından (hakkı tam teslim edilmemiş olsa da). 1940’lı yıllarda Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nden Kemal Tahir’e (Çankırı, Malatya, Çorum, Nevşehir cezaevlerine) yazdığı mektuplardan bir derleme. Şair-romancı, abi-kardeş, usta-çırak ilişkisinin kâğıda dökülmüş hali. İki büyük edebiyatçının dikkatlerini, titizliklerini, çalışma alışkanlıklarını, yazıya nasıl kafa yorduklarını gösteren bir belge… Şu günlerde en çok da insan sıcaklığıyla dopdolu bir kitap olduğu için okunmalı: “Seni dehşetli göresim geldi. Burnumda buram buram tütüyorsun… Ne bahtiyar insanım ki, Kemal, bütün bunları yazabilecek senin gibi bir dostum var.”

Nâzım Hikmet ve Kemal Tahir

Sessizliğin kitabı (Yıldızın Saati / Clarice Lispector, 1977 / Başak Bingöl Yüce çevirisi)

Hepimiz varlığımızı sürdürebilmek için ‘öteki’ne ihtiyaç duyarız. Başka türlü bir yaşam mümkün mü? Yalnızlığın ve sessizliğin gücü nereden gelir? Gerçek, bir eylem midir? Yıldızın Saati bütün muğlaklığı, çetinliği, derinliğiyle bu sorulara yanıt arar. Clarice Lispector’un başka hiçbir yazara benzemeyen dünyasına girmek için bir ilk adım. Hem bitişin hem başlangıcın, hem çığlığın hem sessizliğin kitabı: “Yemin ederim ki bu kitap kelimelerden yapılmadı. Bu sessiz bir fotoğraf. Bu kitap sessizlik. Bu kitap bir soru.”

Clarice Lispector

Denizi özleyenler için (Aganta Burina Burinata / Halikarnas Balıkçısı, 1946)

Halikarnas Balıkçısı bir “deniz şairi”ydi. Nâzım Hikmet’e “Cevat Şakir, hepimizden büyük şair” dedirten de başyapıtı Aganta Burina Burinata’ydı. Deniz tutkusunun Türkçedeki en görkemli anlatımı… Romanın bazı sayfaları dümen başında, burnunda tuzlu su kokusuyla maviliklerde ilerlemeye benzer. Denize açılırken söylenen ve “Yelkenleri tut!” anlamına gelen bu terim dilimizde deniz özlemiyle özdeşleşti. Denizi özleyenler ve bir gün “Aganta!” demenin hayalini kuranlar için…

Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı)

Hikâyelerde kaybolmak (Binbir Gece Masalları)

Bir kâbusu unutmak için uygun seçim serüven romanı okumak olabilir (mesela Monte Kristo Kontu ya da Pardayanlar). Ne zaman biteceği belirsiz bir kriz içinse en iyisi, sonu gelmez hikâyeler olmalı, Binbir Gece Masalları gibi… (Borges gece sayısının bin değil bin bir oluşunun bu belirsizliğe işaret ettiğini söyler.) Hayatta kalmak için her gece bir hikâye anlatan, bütün zamanların en usta anlatıcısı Şehrazat… Doğa-insan ilişkisi, doğaüstünün gizemi, talih-talihsizlik, ölüm-ölümsüzlük üzerine ona kulak vermenin vakti—o hiç hayal kırıklığına uğratmaz.

Bir hastalık günlüğü (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa, 1930)

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu yatılı okul revirinde hasta yatarken okumuştum. İyi bir fikir değildi. Şu karamsar günlerde de bu romanı okumanın pek iyi bir fikir olmadığı düşünülebilir. Ama büyük hastalık geçirmeyenlerin her şeyi anlayamayacağını söyleyen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda sanki bugünler için bir teselli de var. Yazarın, “beklemesini onlar kadar bilen yoktur” dediği hastaları belki daha iyi anlarız. Peyami Safa’nın en iyi romanı.

Peyami Safa

‘Herkes için değil’ (Bozkırkurdu / Hermann Hesse, 1927 / Kâmuran Şipal çevirisi)

Toplumdan kaçış ve inziva üzerine yazılmış en güçlü roman hangisi diye sorulsa herhalde romanı okumuş herkes Bozkırkurdu diyecektir. Modern hayatın yalnızlaştırdığı insan üzerine yazılmış en sarsıcı anlatılardan birini okumak, özellikle bugünlerde zihin açıcı olabilir. Kendini toplumdan ayırmış bir entelektüelin öyküsü yazılışından 93 yıl sonra bile insan ilişkileri hakkında bize çok şey söylüyor. Bir insanın yalnız kalmak isteyen kişiliğiyle toplumun parçası olmak isteyen kişiliği arasındaki çatışmanın romanı… Kitabın başında “Herkes için değil” diye bir not yer alır. Ama benzer bir çatışmayı -hele bugünlerde- ‘herkes’ yaşamıyor mu?

Hermann Hesse

Hayatla baş etmek için kitaplar (Tetikçiyi Beklerken / Şavkar Altınel, 2017)

Deneme kitabı olmayan her liste eksiktir. Tetikçiyi Beklerken “kitaplar olmadan hayatla baş etmenin güçlüğünü” anlatan iyi kitaplardan biri olduğu için bu listede yer almayı hak ediyor. Okuru birçok başka kitaba götürecek, ülkeler ve yazarlar arasında gezdirecek, “aleviyle her zaman ısınılabilecek” bir denemeler toplamı… “Dağlar Mücevherlerini Taktığında” adlı deneme (Kitap Zamanı’nda yayımlanmıştı) için bile okunmaya değer.

Şavkar Altınel

Maçlar ne zaman başlayacak? (Fever Pitch / Nick Hornby, 1992)

Salgınla birlikte spor birdenbire, tılsımlı bir şekilde hayatımızdan çekildi. Liverpool’un tarihte ilk kez mart ayında şampiyonluğu ilan edişine tanık olacaktık—olmadı. Basketbolsuz bir mart geçiriyoruz, NCAA turnuvası yoksa bu ayın da tadı yok (tek iyi tarafı: Virginia’nın son şampiyon olarak kalması.) Fransa Açık’ı ve Wimbledon’u izleyemeyeceğiz. Tokyo Olimpiyatları bile iptal edildi. Bu can sıkıcı durumun tek tesellisi, geveze spor yorumcularını dinlemek yerine iyi bir spor kitabı okumak olabilir. Andre Agassi’nin otobiyografisinden (bence en iyi tenis kitabı) Sam Smith’in Jordan Kuralları’na (bence en iyi basketbol kitabı) kadar bir dizi çok iyi spor kitabı var. Ama bugünlerde biraz da neşelenmek için Nick Hornby’nin kült futbol romanı iyi bir seçim olabilir. (Kitabı Bağış Erten dilimize “Futbol Ateşi” adıyla kazandırdı.) Hornby’nin tutkulu bir Arsenal taraftarı olması bile kitabın değerine gölge düşürmüyor.

 

Kaynak: Kronoshaber

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy