Bu Kâğıt Her Şeyden Değerli

Yazar Mehmet Yıldız

Son yazımızda geçen “Teşekkürü bana değil, seni bana gösteren ve seni davet etme fikrini kalbime veren Rabbimize teşekkür et” sözleri bir okurumuz Faruk Bey’i çok etkilemiş ve Türkiye’nin kuzeyinde soğuk coğrafyalarda yaşadığı bir hadiseyi paylaşmak istemiş.

Üniversitede okurken, üniversitenin girişinde danışmada oturan yaşlı bir bayan vardı. Bizler üniversiteye gelip gittiğimizde kapıdan içeri girerken kendisine selam verir, halini hatırını sorardık. Biz bu bayanı bizim kültürden biri diye düşünüyorduk, bu yüzden bir gün bir yakınlık vesilesi olsun diye: “Nine biz Türkiye’den geldik, aynı kültürün evlatlarıyız” demiştik. Ama o “Evlat ben Rus’um” deyince biraz şaşırmıştık. Hem Rusçayı hem de yerel dili çok iyi konuşuyordu. Biz başka ihtimaller ararken kadın devam etmişti. “Sandığınız gibi değil, benim annem de babam da Rus.

Biz 16 arkadaş, üniversiteden mezun olduğumuzda aynı üniversitede Türkçe bölümü açıldı ve ben Türkçe derslerine girmeye başladım. Bu arada yaşlı Rus bayan görünmez olmuştu. Biz emekli oldu diye düşündük. Bir yıl kadar sonraydı, üniversite durağında o Rus bayanı görünce heyecanlandım. Ellerinde çantalar evine doğru yönelmişti. Hemen yaklaştım, selam verdim. Gözleri pek iyi görmüyordu, beni tanımadı ama “Oğlum bana selam verdin, beni sahiplendin ya. Bu çok güzel. Sizler bizim gençler gibi değilsiniz. Ben sizleri hiç unutmadım.” Ben bu arada çantaları alıp taşımaya başladım. “Zahmet etme oğlum” dese de ben “Zahmet olur mu hiç, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) yaşlılara yardım etmeyi tavsiye ediyor. Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa belalar üzerinize sel gibi yağardı, buyuruyor. Bu yüzden sizin için ne yapsam az olur.”

Çantalar gerçekten ağırdı. Neyse ki evi çok uzak değilmiş. Ağır adımlarla eve ulaştık. Ben çantaları kapının önüne bıraktım, o gözleri dolu dolu bana dualar etti.

Aradan sekiz dokuz ay geçmişti. Ben yine aynı durakta yaşlı bayanı gördüm. Yine selam verdim, halini hatırını sordum. Çok memnun oldu. Gözlerinden ameliyat olmuş. Hastaneden yeni çıkmış. Hastanede iken beni düşünmüş. Nerede olduğumu merak etmiş. Bu sefer duygulanma sırası bende idi ama kendimi kaptırmadım tabi.

O gün 8 Mart idi. Üniversite, Kadınlar Günü programın onu davet etmiş. Ben nasıl olduysa anlık bir refleksle elimi cebime attım. Cebimde 50 ruble vardı. Bir de bilet param. 50 rubleyi kadının avucuna sıkıştırdım ve “Bu benim sana Dünya Kadınlar Günü hediyem olsun” deyiverdim. Yaşlı kadın ağlamaya başladı. Meğer üç günden beri ekmek alacak parası dahi kalmamış. Bana dualar etti, sarıldı, ne zaman istersem evine gelebileceğimi söyledi. Hiç tahmin etmediğim bu gelişmenin etkisi ile ben durağa doğru giderken yaşlı kadın da üniversiteye doğru ağır adımlarla ilerledi.

Ertesi gün saat 11.00’de dersim var sanıyordum. Bu yüzden erken gittim. Ama dersim 12.40’ta başlıyormuş. İki saatten fazla zamanım vardı. Ne yapabilirim diye düşünürken aklıma yaşlı Rus hanımefendi geldi. Beş dakika sonra kapıda idim. Kapıyı tıkladım, kendimi tanıttım. Güler yüzle açtı kapıyı. Bir iki hoş beşten sonra, “Sana ne kadar dua ettim bilmezsin, ama o parayı sana ödeyeceğim, borçlu kalmak istememdedi. Ben “Asla olmaz, o benim sana hediyem idi” deyince rahatladı. Ben ders için erken geldiğimi söyleyince gönlünü alabildiğine açtı ve “Ne demek evladım, evim müsait, masa var, çalışmanı burada yapabilirsin. İstirahat edeceksen işte kanepe, hiç çekinme” dedi. Sonra tabiri yerinde ise biraz dertleştik. Eşi vefat edeli yıllar olmuş. Yedi çocuğu varmış ama hiçbiri kendisini ziyaret etmiyormuş. “Özel günlerde dahi gelmezler mi?” diye sorunca yine gözleri doldu, bana sarıldı. “Hayır oğlum senin gösterdiğin şu sevgi dolu ilgiyi onlar göstermiyorlar.” Elli yaşındaki oğlu eşinden ayrılmış, yanına gelmiş. Yaşlı kadının aldığı az bir emekli parası da ona gidiyormuş.

İnsanda fıtri bir duygu demek ki, önceden hiç planlamış olmamama rağmen konu inanca geldi. Fazla vaktim de kalmamıştı ve ben o anda oluşan merakımı da gidermek için ona nasıl bir tanrıya inandığını sordum. Yaşlı Rus, “Bir olan tanrı” dedi. İsa (a.s.) O’nun peygamberi değil mi dedim, evet dedi. Buna sevindim ve biraz İsa (a.s.)’dan annesi Meryem validemizden bahsettim. İçi açıldı. Sonra Allah’ın dünya imtihanı için her devirde peygamber gönderdiğinden en son peygamberin de Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu anlattım. Bana, “Onu peygamber olarak kabul etmem için ne yapmam gerek?” diye sorunca bir hayli heyecanlandım. İş doğrudan şehadet cümlesine gelmişti. Ben bir kâğıda kiril harfleriyle yazdım. Aldı, hece hece okumaya çalıştı. Sonra da “Bu kâğıtta yazılan şey benim için her şeyden değerli artık, şimdi bu yazıyı üzerimde taşıyacağım ve hep okuyacağım” dedi. “Allah’ım beni ne büyük bir şeye şahit tuttun! Bu nasıl bir lütuf bana. Şükürler olsun Rabbim sana!” dedim içimden! Evet, iman Allah’ın insanın içinde yaktığı nurdan başka nedir ki?

Anlattığına göre kendisi bir müslüman köyünde büyümüş. İsmi Maşa imiş, yani Maria’nın kısaltılmış hali. Orada komşu kadınlardan bazı dualar öğrenmiş. İlk öğrendiği cümle ise besmele imiş. Kendi ailesi gibi Hristiyan olanlar ona müslüman duası okuduğu için kızarlarmış ama o “Ben bu duayı okuyunca işim rast gidiyor.” dermiş. Konu buraya gelince benim dilimden “Öyleyse anacığım, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e komşu olmak için dua etsen” deyiverdim. Vakit epeyce azaldığı için öğle namazını da kılıp gideyim diye düşündüm. Hanımefendiden izin isteyip namaza durdum. O büyük bir ilgiyle beni izledi. Ben namazı bitirip yanına gittiğimde bana “Namaz gözlerime fer oldu, şimdi gözlerim daha bir aydınlık” dedi. Bu gerçekten farklı bir durumdu. Olayı Allah Resulü (s.a.s.)’in namaz gözümün nurudur ifadesi ile izah etmeye çalıştım. Bir çay içimlik vakti de masada değerlendirdikten sonra ben müsaade istedim. Bana “Oğlum eşine ve sana yün çorap örüp hediye edeyim” dedi.

Okula gittiğimde öğrencilerin beni aradıklarını öğrendim. Meğer onların da dersleri boş imiş ve saat 11.00’den beri beni bekliyorlarmış. Ancak kader farklı şeyler dilemişti.

Şimdilerde Maşa ana ile görüşmeye devam ediyoruz. Geçenlerde bir arkadaşım elime birkaç yüz ruble tutuşturup “Bunu Maşa anaya ver, bana dua etsin” demesi de çok güzeldi. Ben emaneti teslim edip arkadaşın selamını iletince çok duygulandı ve “Sizleri anmadığım, size dua etmediğim gün yok desem yalan olmaz” dedi.

Hayat düşündüklerinize, dertlendiklerinize göre şekil alır çoğu zaman. Belki de en büyük dualardan bir tanesidir dertlenmek, başkaları için ızdırap duymak, gaye-i hayalinin peşinde durmadan yürümek, samimiyetle muhtaç gönüllere el uzatmak. Allah için yaşamak yani. Hep O’nu zikretmek, O’nun ayetlerini tefekkür etmek, O’nu sevmek ve sevdirmek.

Çok yerde kar-kış olsa da kar çiçekleri açıyor işte, rahmet eseri olarak. Ümitsiz olmaya gerek var mı? Böyle samimi gönüllerle ne çiçekler açacak Allah’ın dilemesi ile. Önemli olan bu güzel halede yer alabilmek, o güzel renklerle renklenebilmek. İnsan bu niyet ve dertte olunca Rabbim ne baharlar lütfedecek.

Ve;

Siz gönlü deryalar kadar enginler! Karanlığa uzanan nurdan ellerinize, nefretten uzak sevgi yüklü dillerinize, Allah’ı görmese de Allah’ın kendisini gördüğünü bilme şuurunda bir hal olan samimiyetle bezenmiş hallerinize nice kalplerin nice kapıların açık olup sizi beklediğine şahit olacaksınız!

Dünyanın güzel insanlara ihtiyacı var. Hem de çok!

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy