Ebû Hüreyre (RA)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (SAV) şöyle buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34.)
Hizmet hareketinin ortaya koyduğu faaliyetlerin özünde Efendimizin (SAV) hadis-i şeriflerinde buyrulan “mü’minin kuvvetli olması” yani “güçlenmesi” meselesi vardır. Hareketin misyonlarından biri de, Bediüzzaman’ın eserlerinde vurguladığı toplumun içine yerleştirilmiş hastalıkların tedavisi ve bütün bir milletin ferdan ferda güçlendirilmesidir.
Güçlendirme (Empowerment) bir süreçtir. Sürecin hem ferde hem de topluma bakan yönü vardır. Ferdin güçlenmesi, eğitim yolu ile yani bilgiye ulaşması, gelişmesi ve kendi tercihlerini ortaya koyarak konumlarını güçlendirmesidir. Toplumun güçlenmesi ise benzer şeklide zayıf, güçsüz ferdlerin ve grupların durumlarını geliştirerek ve değiştirerek kendi hayatları üzerinde kontrol sahibi olmayı hedef alır.
Hadis-i şerifin devamında “başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma” şeklinde vurgulanan mesele ise, güçlenen ve kuvvet dengesi haline gelen insanların ve toplulukların içinde yaşadıkları dış çevre tarafından başlarına gelecek tehdit ve tehlikelere işaret edilmektedir.
Zayıf toplulukları ve güçsüz milletleri idare edenlerin en büyük korkusu ve endişesi, onları yönetmenin ve manipüle etmenin önündeki en büyük engel, bu toplulukların ve milletlerin günün birinde uyanması, güçlenmesi, değişmesi ve dönüşmesidir.
Ezilenlerin Psikolojisi adlı eserinde Paulo Freire, “Hayatın kendisine bakın, kendi hayatlarınıza bakın.” der. Bununla insanların düşünmesini, sorgulamasını sağlar. Ona göre eğitilen insanlar “kendi” olma ve kendilik bilincini de kazanmış olurlar. Eğitimin, her zaman ve vazgeçilmez bir güç olduğunu vurgular. Ve yine “amaca” ulaşmada eğitimin en büyük “araç” olduğunu, başarıya ulaşmak için “kesintisiz mücadele”nin olması gerektiğine dikkat çeker.
Bir toplumun uzun soluklu ve kalıcı güçlenmesi en başta güçlü ve çok yönlü liderlerin rehberliğine bağlıdır. Onların ortaya koyacağı teşhis ve tedavileri stratejiye dönüştürdükten sonra hayata uygulayacak gönüllü yani adanmış takipçilerin say ve gayreti ile milletler güçlenecektir. Bu nedenle milletleri güçsüz bırakanlar yani ezenler, öyle vizyoner ve dönüşümcü liderlere hayat hakkı tanımazlar. Maddi manevi onları zulüm, işkence, tecrit ve tezyife maruz bırakırlar, toplumdan uzaklaştırmak için tehcire zorlarlar. Bu durum neredeyse bütün toplumlarda görülen sosyal olayların nedeni, belki de sosyolojinin bir kanunudur.
Güçlü insanların başlıca özellikleri şunlardır; vizyon sahibidirler, eğitimlidirler, inisiyatif alırlar, toplum için hareket halindedirler, güçlü kollektif kültür ve kollektif şuura sahiptirler, sağlam bir uhuvvetle bağlıdırlar, katılımcılık ve mesuliyet duygusunu içlerine sindirmişlerdir.
Efendimizin “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78) şeklinde buyurduğu hadis-i şerifteki kötülük karşısındaki mü’minin tavrı ancak gücü nispetindedir. Yani güçlü mü’minler kötülüğe eli ile engel olup onun tesirlerini zararsız hale getirebilirken, zayıf mü’minlerin elinden bir şey gelmediği için onlar kötülüğe karşı kalbinden buğz ederler ve çaresizce söylenip dururlar, sloganlarla teselli olurlar.
Güçlü insanlar ise en başta inisiyatif alırlar, sağlam ve büyük bir motivasyonla ve bu motivasyonu destekleyen bilgi ve uzmanlıkları sayesinde harekete geçerler. Zira artık içinde yaşadıkları hadiselere müdahale edebileceklerine ve kontrol edebileceklerine inanırlar. İnanıp gönül verdikleri hareketin amaçları doğrultusunda uygun ve anlamlı buldukları işleri yaparlar.
“Bananecilik”, “vurdum duymazlık”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ya da “ateş düştüğü yeri yakar” gibi insanların iradelerini felç eden anlayışı yıkarlar, dirilişin ve değişimin ilk şartı olan iradenin hakkını vermek suretiyle başkaları için say ve gayret içinde yaşarlar. Artık “ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar” anlayışı, diğerkamlık anlayışı, yaşatma ideali hakim olur.
Güçlendirme sürecinin diğer boyutu, güçlü ve etkileyici vizyondur. Hizmet hareketinin ortaya koyduğu vizyon ise, şimdiye kadar ileri sürülen ve hamaset ve hayalperestlikten öte gitmeyen vizyonlardan daha gerçekçi, daha ulaşılabilir ve daha ileri ve daha cezbedicidir. Bu vizyon gönüllüleri motive etmiş ve onları harekete geçirmiştir. Harekete gönül vermiş insanların geçim derdi ve dünyalık arzularını, beklenti ve menfaatlerin temin etmenin ötesinde top yekün insanlığın maddi-manevi iyiliği ve huzuru için gayret göstermeyi vizyon olarak kabul etmişler ve bu özellikleri ile toplumdaki sıradan insanlardan ayrılmışlardır.
Güçlenmiş bir topluluk artık başta milleti olmak üzere tüm insanlık için yaşamaya başlar.. Böyle bir topluluğun içinde paylaşma, yardımlaşma ve işbirliğine yönelik takım ruhu doğar. Böyle bir topluluğun performansı daha da yükselir, etkinliği artar ve gönüllü olarak ortak gaye-i hayal uğruna sarsılmaz bir azim ve iman ile hiç durmadan yürürler.
Bediüzzaman hazretlerinin üç düşman şeklinde tasvir ettiği “cehalet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâf” a karşı ortaya koyduğu mücadele şekli “san’at, marifet ve ittifak”tır. Bu, tam manasıyla müspet bir mücadele şeklidir. Hizmet hareketi hem ferd bazında hem de toplum bazında hatta daha ileri giderek bütün dünyada yaptığı çalışmaların hedefine Üstadın işaret ettiği bu hususları koymuştur.
Söz gelimi cehaletle mücadele etmek için ilim, irfan yuvalarının açılmasını ve yaygınlaşmasını teşvik ederken, fakirliği yenmek için yardım derneklerinin ve vakıfların kurulmasını, buna ek olarak iş adamlarını motive ederek birlik, beraberlik için çalışmalarını ve dünyaya açılmalarını teşvik etmiştir. Toplumun içine atılan ihtilaflara karşı ise diyalog faaliyetleri ile sevgi, saygı ve hoşgörü atmosferi oluşturmaya çalışmıştır. Böylece hareket, güçlü bir entelektüel sermaye ile geniş bir maddi sermayeyi buluşturarak bütün insanlığa el uzatmıştır.
Bu gücün temel dinamiklerinden biri, kollektif kültürdür. Kollektif kültür, hayatın her aşamasında onları sarmış, kuşatmış ve diğerlerinden farklı hale getirmiştir. Ayrıca birlik, beraberlik ve uhuvveti desteklemiştir.
Kolektif kültürün ve kollektif şuurun dışa yansımasının en başta gelen hususiyeti, formal ve informal metotlarla fertlerin eğitimi, bilgiye erişimi kolaylaştırması ve paylaşımı mümkün hale getirmesidir. Öyle ki “eğitim” ile “hizmet” kelimeleri ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir. Hizmet kendi içinde de bir tür öğrenen organizasyon şeklinde faaliyetlerini sürdürmüştür. Böylece hizmet insanları, seviyesi ve mesleği ne olursa olsun toplumun sorunlarına karşı en duyarlı, en eğitimli bireyler haline gelmiştir. Bu durum toplumda büyük çapta değişime ve dönüşüme neden olmuştur.
Diğer yandan fertler arasında meydana gelen güven ve bağlılık sayesinde ise yabancılaşma azaltılmış, ferdler özüne dönmüş ve öz değerlerinin ne kadar kıymetli ve alemşümul olduğunun farkına varmıştır. Farkına varmakla yetinmeyip bunları dünya çapında temsil etmişlerdir.
Güçlendirmenin bir başka boyutu ise katılım ve yetkilendirmedir. Hizmet hareketi kendi içinde istişare kültürünü, mesuliyet duygusunu ve yetkilendirmeyi yaygınlaştırarak “ferdin çiçek açmasına” yani farklı istidat ve kabiliyetlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Meselenin en önemli yanı ise hizmet hareketi, gücü ve güçlenmeyi hiç bir zaman amaç olarak görmemiş, onu etkili bir araç olarak görmüş ve bu şekilde konumlandırmıştır. Ayrıca gücü şahsi menfaat elde etmek ya da belli bir zümrenin refahını yükseltmek ve onlara çıkar sağlamak için kullanmamıştır. Fethullah Gülen Hocaefendi ise defalarca sohbet ve yazılarında amaçlar ve vasıtalar üzerinde hassasiyetle durmuş, hayat tarzı ile de bunları somut bir şekilde ortaya koymuştur.
Bütün bunların neticesinde güçlenen Anadolu insanları karar alma, harekete geçme, seçim yapma veya diğerleriyle çalışma gibi daha önceleri yapamadıkları şeyleri yapabilir hale gelmişlerdir.
Harekete gönül vermiş insanlar kendi hayatları ve gelecekleri üzerinde kontrol sahibi olmayı, kendi amaçlarını gerçekleştirmeyi başarmışlar ve hayat standartlarını ve kalitelerini en üst düzeye çıkarabilmeleri için çalışır olmuşlardır. Ve bunları gerçekleştirirken hiç kimsenin başkaları tarafından güçlendirilemeyeceği; ancak insanların kendilerinin güçlenebilir hale gelecekleri bilincine ulaşmışlardır.
Bu bilince sahip olan gönüllüler dünyanın her tarafındaki ezilmiş, geri bırakılmış milletlerin de uyanmasına ve güçlenmesine vesile olmuşlardır. Diğer milletler de aynı Anadolu’da olduğu gibi güçlenmişlerdir. Böylece kendilerini etkileyen ekonomik, sosyal ve politik güçleri algılama yeteneği geliştirmişler, kendini suçlamaktan vazgeçerek başarabileceklerine inanmaya başlamışlar, değişim ve dönüşüm için fertler arasında sorumluluk alma duygusu oluşmuş, değişimin önündeki engelleri aşma yönünde kendilerini cesaret, azim, inançlarla birlikte gerekli yetkinliklerle donanmışlardır.
Ancak hizmet hareketinin etki alanı yakın ve uzak coğrafyaları da içine alacak şekilde genişlemesi başta yakın çevre olmak üzere bir çok yerde haset ve düşmanlığa neden olmuştur. Bu düşmanlık ve hasedin en başta gelen nedeni hizmet hareketinin ortaya koyduğu insan modelidir. Temiz, güvenilir, emin ve eğitimli, donanımlı, yaşadığı çağı bilen ve bu bilinçle hareket eden insan tipidir. Hareketin hedefi herkesin içinde insanca yaşayabileceği temiz bir toplumun inşasıdır. Ancak, güçlü ve temiz insanlar hemen her yerde ve her devirde anti demokratik yönetimler tarafından dışlanmıştır, taşlanmıştır. Anadolu’da da bu temiz ve duru hareket aynı kadere maruz kalmıştır. Tıpkı Hz.Lut (AS)’a kavminin dediği gibi “biz aramızda temiz insanları istemiyoruz” demişlerdir.
Asr suresinde dikkatimize sunulan “İman edip salih ameller işlemek” ve hemen arkasından “Hakkın ve sabrın tavsiye edilmesi” meselesi de konumuzla ilgilidir. Zira imanı ve salih ameli (dar manada ibadet ve taat anlaşılsa da geniş manada insanlığın iyiliğine ve hayrına yönelik bütün işlerin yerli yerince, arızasız ve eksiksiz olarak ifa edilmesi) tavsiye edip yayılmasını sağlayan zümreler çoğu toplumlarda istenmezler ve baskıya maruz kalırlar. O yüzden bu topluluklara Asr suresinde sabır tavsiye edilmektedir.
Özetle hizmet hareketine ve harekete gönül vermiş insanlara yapılan tahkir, tezyif, tazyik, tehcir ve bilumum zulümlerin temelindeki asıl neden ezilen, dışlanan ve sürekli zayıflatılan bir milletin güçlenerek ezenler karşısına dikilmesi ve hayatın her alanında yaşanan kötülüklere mani olmaya çalışmalarıdır.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN