Dün itibariyle internet sitelerinde şöyle bir haber vardı: “15 Temmuz’dan sonra başlatılan cadı avında KHK ile mesleğinden ihraç edildikten sonra yakalandığı kansere yenik düşen öğretmen Cafer Bayram, ders verdiği okulun bahçesinde tabutu musalla taşı yerine sıraya konarak son yolculuğuna uğurlandı.”
Bu haberi okuyunca Ayna Grubu’ndan Erhan Güleryüz’ün söylediği “Beni Köyümün Yağmurlarında Yıkasınlar” şarkısını hatırladım. Şarkının giriş sözleri şöyleydi:
“Eğer ölürsem buralarda / Eğer benim için ağlayan biri varsa baş ucumda / Vasiyetimdir beni götürsünler doğduğum topraklara / Köyümün yağmurlarında yıkasınlar”
Sanki Cafer öğretmen de “Vasiyetimdir beni götürsünler öğretmenlik yaptığım okula, Tabutumu musalla taşı yerini okulumun sıralarına koysunlar” demişçesine son yolculuğuna vazife yaptığı okuldan ve kendisi gibi KHK’lı kader arkadaşları tarafından uğurlanmış. Allah taksiratını affetsin.
Sosyal medyada onunla ilgili şöyle bir kısa anekdot vardı. Babası böbrek yetmezliği nedeniyle onun doğumundan 3 ay önce vefat eder. Cafer Bayram ve kardeşini annesi tek başına sırtının teri hiç kurumadan türlü sıkıntılarla okutur. Bu yüzden Cafer, öğretmenlik sınavını kazandıktan sonra tercihini kendi memleketine yapar. Görev yaptığı okulda parmakla gösterilen Cafer öğretmen artık vakti geldi diyerek sevdiği kızla nişanlanır. Şeb-i aruza ramak kala 15 Temmuz tiyatro darbe girişimi olur. Bunun sonucunda başlatılan cadı avı ile çiçeği burnunda Cafer öğretmen mesleğinden ihraç edilir. Kızın aile tarafı bu durumu kaldıramaz ve nişanlısı onunla izdivaç yapma fikrinden cayar. Cafer öğretmen, dibine kezzap dökülmüş gül fidesi gibi yavaş yavaş sararıp solmaya başlar.
Adeta “Sen de mi Brütüs?” dercesine gölgesine sığındığı son çınar ağacı da devrilir. Hanımı vefat edince “Her yer karanlık mahşer mi Ya Rab!” güftesini yazan Abdülhamit Han gibi Cafer öğretmene bütün yer yüzü kapkaranlık hale gelir. Oralarda daha fazla kalamaz ve kendisini hayata bağlayan annesine, köyüne döner. Ancak köyünde de ‘terörist’ nazarıyla bakılınca bunu hazmedemez ve bütün bütün gam ve kedere boğulur. Hani hatırlarsanız “Ben yoruldum hayat” diye bir türkü var. İşte o türkünün sözlerinde denildiği gibi; “Ben yoruldu hayat gelme üstüme/ Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne / Gözümden gönlümden düşen düşene / Bu öksüz başıma gözdağı verme” dese de dünya onun üstüne üstüne gelmeye devam eder. Bütün bu olup bitenlerden sonra evinden çıkamaz hale gelen Cafer öğretmen, kanser hastalığına yakalanır.
Bu amansız hastalığa kendisi çok ilerlemeden vakıf olsa da yaşama ümidini yitirmiştir artık. Dolayısıyla bu hastalığını yakın akrabalarına dahi söylemez. Hastanede solunum cihazına bağlanmadan önceki son sözleri ise “Ben öğretmenim!” olur. Cafer öğretmenin hastalığını son evresinde öğrenen halası ise onun bu durumunu şöyle anlatıyor: ‘‘Biz öğrendiğimizde hastalığı son evresindeydi, doktorlar; ‘artık yapacak bir şey kalmamış’ dediler. Oğlum, niye bize söylemedin dediklerinde ise “Ben zaten yaşamak istemiyorum” der.
Evet, Giresun’da kanser tedavisi gördüğü hastanede dünya sürgününü tamamladığında henüz 36 yaşındaydı Cafer öğretmen. Kendi gölgesinden korkanlar bu süreçte yüzlerce öğretmeni öğrencilerinden kopardılar. Verilen resmi rakamlara göre 40 binin üzerinde öğretmen can suyu olan sınıflardan ve zil seslerinden mahrum edildiler. Şimdi de feryat figan hem de İmam Hatip okullarında okuyan öğrencilerin “Deizme” kaymasından şikâyet ediyorlar. Yazık ki ne yazık!
Bir zaman “Gençliğin imanını sorularla çaldılar” isimli kitap yazan Emine Şenlikoğlu’da katıldığı bir TV programında hiç utanmadan şöyle demiş:” Türkiye, insansız uçak yaptı. Şayet bu iktidar önümüzdeki seçimi kazanırsa Türkiye aya çıkacak. Çıkmazsa adımı değiştireceğim.”
Ne diyelim? Böyleleri için eskiler; “Allah, akıl fikir versin” derlerdi. Hani adamın biri Nasrettin Hoca’nın yolunu kesip elindeki mektubu uzatmış ve: “Aman Hocam, şu mektubu bana okuyuver.” demiş. Hoca mektubu, açmış bakmış. Bir süre evirip çevirdikten sonra tutup sahibine geri vererek: “Bu mektup okunacak gibi değil” demiş. Adam bu duruma çok bozulmuş ve Hocayı: “Ayıp Hoca ayıp! Benden utanmıyorsan başındaki sarıktan utan bari” demiş.
Bizde bu fıkradan mülhem şöyle diyelim. Ayıp be Emine hanım, ayıp ki ne ayıp! Hiç umursamadan bol keseden söylediğin bu yalanlarla bizden utanmıyorsan başındaki örtüden utan bari. Hiçbiriniz de mi akıl fikir kalmadı? Şayet azıcık ferasetiniz olsaydı hiç yoktan yere en kabiliyetli 40 binden fazla Cafer öğretmen gibi maarif kadrosunu bir kalemde kırıp atan bir anlayış nasıl aya gidecek?