“İnayetine sığındım, kapına geldim. Hidâyetine sığındım, lütfuna geldim. Kulluk edemedim, affına geldim.”
Davet eden Sen’din ya Rab, tembellik edip kapına gelemedik. Nimetleri üzerimizden yağdıran Sen’din ya Rab, kalpten gele gele samimiyetle teşekkür edemedik. Varlıklar arasında bizleri kendine muhatap kabul ettin ama, bizler sana muhatap olmanın ne demek olduğunu bilemedik ve bunun hakkını veremedik. Bizleri kâinat sarayına sultan namzetleri olarak yarattın ama, bizler sürüngenler gibi (ki onların da bildiğimiz, bilemediğimiz kim bilir ne görevleri var) yerlerde pespaye sürünmeyi tercih ettik. Bizleri çok yüce maksatlar için yarattın, isim ve sıfatlarına ayna yaptın. Bizlerse o aynada yansıyan hikmetlerini, sanatlarını görmek yerine kendi fani varlığımıza bakmayı tercih ettik.
Biz nihayet insanız ve kuluz. Hata ederiz, unuturuz, yanılırız ama Sen’den başka gidecek kapı da bilmeyiz. Sen ki “Kapıma gelenleri boş çevirmekten haya ederim” dedin ey Rabb-i Rahimim. Ne kadar engin şefkat ve merhamet sahibisin, ne kadar da Halim’sin. Gerçekte sana karşı hayalı ve takvalı olması gereken bizler senin o yüce kapından yüz çevirmiş olmaktan korkarız. Geçici ve gerçekte değersiz olan dünyayı bir şey sanıp onun peşine düşmekten korkarız.
Nice mevsimler geldi geçti kutlu davetine gerçekten icabet edemedik. Nefsimizi bir türlü yenemedik. Regaip’le açtın rahmet kapılarını, biz girmesini bilemedik. Miraçla ötelere, yeni yeni ufuklara kanatlanmamızı istedin, ümitle dolduk, senin rahmetini hissettik. Beraatte ebedi beraati almanın ruhumuzda hasıl edeceği heyecanlarla sana yöneldik. Ramazan’la gönüllerimizin asude bir şafağa uyanmanın hazzını yaşayabilmesi için açılan rahmet kapısından içeriye girmeye niyet ettik. Sahurla uyandık, oruçla dirildik, iftarla ruhun sevincine şahit olduk. Teravihle, Ravza’da, nebilerin, sahabinin, kutsilerin arkasında saf tutuyor gibi olduk.
Bu mübarek ayda Kur’an ile içli dışlı olamasak da ona daha yakın buluyoruz kendimizi. Kur’an da o kadarcık yakınlığa bile cömertçe karşılık veriyor ve bize sırlarını, sınırlarını açıyor gibi geliyor. Kendisine kendini talebe olmayı kabul edenlere nice güzellikler bahşediyor. Nurdan sağanaklar gönderiyor kurak toprak misali yağmur gözleyenlere, şimşeklerin çakmasını, bulutların harekete geçmesini ve cömertçe yağmurunu boşaltmasını hasretle bekleyenlere. Biliyoruz biz o kutsi kelama tutunursak sen de bizi tutacaksın, bizi çöllerde perişan etmeyeceksin.
Çölleşen ruhlarımızı rahmetinle sula. Sararan hayatlarımızı ab-ı hayatla candandır. Biliyoruz kusurumuz çok, günahımız hadd-ü hesaba gelmez, isyanlarımız, nisyanlarımız denizlerdeki köpükler kadar çok ama, senin rahmetinden başka bir çıkış bilmiyoruz ve tüm çaresizlik ve aczimizle sana iltica ediyoruz. Çünkü sen “muhakkak ki rahmetim, gazabıma galebe çalmıştır” diyorsun. Senin rahmetinden başka rahmet mi var ki gidelim. Senin mağfiretinden başka mağfiret mi var ki onunla ebedi huzura erelim. Ne kadar dönüp dolaşsak ne kadar çareler arasak senden başka melce mi var ki gidelim.
“İlâhî ‘abdüke’l ‘âsî etâkâ
Mükırran bi’z-zünûbi fe kad de’âkâ
Ve in tağfir fe ente ehlün lizâkâ
Ve in tetrud fe men yerham sivâkâ” (İbrahim Ethem)
“Ey Allahım! Bu asi kulun sana geldi.
Günahını ikrar edip affı için dua ile geldi.
Mağfiret edersen ona, bu zaten şanındandır senin.
Eğer reddedersen onu, senden başka kim şefkat eder ona”
Habibin (s.a.s.) vasıtasıyla Kur’an’da bizim gibi kulluğun hakkını verememişlere, şöyle bir müjde veriyorsun ya buna ne kadar da ümitlendik.
“Ey Muhammed de ki: Bizzat kendi aleyhlerine olarak (inançta) haddi aşan ve kendilerine verdiğim duygu, meleke ve kabiliyetleri boşa sarf eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Hiç şüphesiz O Gafur (günahları çok bağışlayan)dır, Rahîm (hususi rahmeti pek bol olandır) dır” (Zümer 53).
Bundandır ümitten kanatlarla geldik kapına, affını talep ediyoruz.
Kim bilir bu gece Zat-ı ecell-i Âlâna kullarından ne çok tahiyyeler, zikirler, hamdler, istiğfarlar yükselecek ve kim bilir sen onlara hesapsız mağfiretler, lütuflar, atiyyeler, hediyyeler ikram edeceksin. Bizim cürmümüzden başka neyimiz var ki sana sunalım ya Rab. Sen ki gökler, yerler kudret elinde olan biricik İlahsın. Ne olur günahlarımız senin affına ulaşmamıza engel olmasın. Bizim kusurlu varlığımız senin nimetlerine perde olmasın.
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster. Bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazip etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mûtî raiyyetini başıboş bırakıp idam etme.”
Bizlere bir defacık bile olsa “kulum” desen bizler için ebedi mutluluk vesilesi olacak yâ Rab!
Halife Harun Reşit herkese ulûfe dağıtıyormuş. Çok sevdiği vezirine de sormuş “sen ne istersin” diye? O “hiçbir şey efendim” demiş. Halife, “Bugün ulûfe günüdür herkese bir şeyler verdim sana da vermek isterim” demiş ama o “Teşekkür ederim efendim” demekle yetinmiş. Halife de ısrar etmiş. “Malımın yarısını demiş, hepsini demiş. Ama vezir oralı bile olmamış. Halife son olarak “tahtımı bırakayım sana” demiş. Vezir yine tok gözlü bir tavırla; “Allah mübarek eylesin tahtınızı efendim, öyle şeylerde gözüm yok demiş. Ancak halife kararlı imiş ve son söz olarak; “Cafer, bugün benden mutlaka bir şey istemelisin” demiş. Vezir o zaman dile gelmiş ve “Öyleyse sizden bir şey istiyorum, bana bir defacık “Cafer’im” der misiniz? Çünkü bana Cafer’im derseniz, ben sizin olurum. Ben sizin olunca, sizin olan her şey benim de olur. İşte o bana yeter” demiş. Biz de diliyoruz ki bize bir “Kulum” desen varlığımızı aşkın bir ikram olur. Biz layık olmasak da razı olduğun kullar dairesinde girmeyi istiyoruz. Mülk senin, varlık senin; sen razı olursan bize yokluk mu olur? Sana kul olan perişan mı olur?
“Men bende şüdem bende şüdem bende şüdem
Men bende behaclet beser üfkende şüdem
Her bende şeved şâd ki âzâd şeved
Men şâd ezânem ki turâ bende şüdem”
Allah’ım; ben kul oldum, kul oldum, kul oldum,
Kulluktaki vazifemi yapamadığımdan utanarak başımı eğdim.
Her kul, kapısından azat olduğunda sevinir,
Bense ne zaman sana tam kul olursam o vakit şâd olurum. (Mevlâna)
“Seninle aram tatlı olduktan sonra bütün hayat zehir olsa da önemi yok.
Sen yeter ki benden razı ol isterse bütün insanlar bana öfkeyle dolsun.
Yeter ki seninle benim aram iyi olsun. İsterse bütün âlemle benim aram harap olsun.
Senin sevginden bana bir şey ulaşırsa, gerisi boştur artık benim için.
Toprağın üstündeki her şey bir gün elbette toprak olacaktır.” (Rabiat’ül Adviyye)
Ey yüceler yücesi Rabbimiz! Bizlerin de tek isteği budur. Kapına geldik affını intizar ediyoruz. Razı olduğunu ifade eden o güzel kelimeyi, yani bütün kusur ve isyanlarımıza rağmen “kulum” demeni bu Kadir gecesinde hasretle bekliyoruz. Biz seni anmayı, seni zikretmeyi en güzel kulluk biliyoruz. Sana el açanların mahrum kalmayacağını da biliyoruz.
“Ya Rab hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mi‘râc ettim, Kitâb’ını kendime minhâc (yol,meslek) ettim. Ben yoktum vâr ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bî-karâr ettin. İnâyetine sığındım, kapına geldim. Hidâyetine sığındım lûtfuna geldim. Kulluk edemedim, affına geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet. Neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan, ben duyamam. Sen söyletmezsen, ben söyleyemem. Sen sevdirmezsen, ben sevemem. Sevdir bize hep sevdiklerini. Yerdir bize hep yerdiklerini. Yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin Habîbini, kâinata sevdirdin. Sevdin de hıl‘at-i risâleti giydirdin. Makâm-ı İbrâhim’den Makâm-ı Mahmûd’a erdirdin. Server-i asfiyâ kıldın. Hâtem-i enbiyâ kıldın. Muhammed Mustafâ kıldın. Salât ü selâm, tahıyyet ü ikrâm, her türlü ihtirâm O’na, O’nun âline, ashâbına ve etbâına yâ Râb!” (Elmalılı Hamdi Yazır)
“Allah’ım sen affedicisin affetmeyi seversin bizleri de affet.”
Kabul buyur yâ Râb!