Emin Osman Uygur
İmam Gazali bir zaman kalbini, ruhunu itminana ulaştıracak hak ve hakikati arar. Bu amaçla tasavvuf geleneğine yönelir ancak bu çok uzun sürmez. Arayış devam eder ve sonra yine tasavvuf ehli kâmil bir mürşit ona yol gösterir. Der ki; dilin ile kalbin bir olsun. Sonra dilin sussun kalbin söylesin. Nihayet kalbin de sussun sadece O tecelli etsin. Böyle olursa sen de bu yolda yürürsün.
Demiş ki yani her an Hu (Hüve) tecellisi ile dolup taşarsın. Hey can, ne ki, bu da cehde, gayrete, azme, iradeye bağlıdır. Ay’a ışık onun dönmesinden gelir, Dünya’ya mevsim onun gayretinden gelir.
İnsan, bu hayatın içinden en az zararla ve en çok kârla geçip gitmeyi düşünmeli. En selametli yolu tercih etmeli. Güneş gibi onları, yıldızlar gibi onları takip etmeli. Onlar ki sözü yerince terk edip davranışı, hâli, duruşu, temsili esas almışlar. Sözün fazlasından çok rahatsız olmuşlar. “Orada kötü söz ve yalan işitmezler” (Nebe 35) beyanını burada yaşamışlar, “Muhakkak sesin en kötüsü merkep sesidir” (Lokman 19) beyanına dikkat kesilmişler ve nezaketi tercih etmişler.
Buluttan yağmur iner, dağdan rüzgâr eser, denizde dalga olur; hepsi özünde olanı sergiler. İnsanda ne olmalı, onun özü nedir? Ne yaparsa kendini tam ifade eder, içindeki kabiliyetlerini nasıl en güzel şekilde yansıtır ve nasıl gerçekten saygınlık ve izzet kazanır?
Derim ki ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. İnsan konuşur, anlatır; ancak sözü ile işi birbirini tutmalı değil mi? Söz de ikidir ey can, biri kurumuş kökleri dışarda, diğeri dalları serpilmiş, yemyeşil ve kökleri sağlam (İbrahim 24). İş de ikidir bunu gibi. Biri batıldır biri de haktır. İşin batıl olması, haktan ayrılmaya; hak olması da batılı terk etmeye bağlıdır. Salihat der Kur’an ona. Hakikat ehli gelir onunla kıvama. Bırakma sakın kutsiler kervanını, deme artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Ne zaman kapandı sırat ne zaman değişti din? Diyor ya Kur’an Rabbine ibadet et, gelinceye kadar yakîn (Hicr 99). Hidayet bulursun çünkü yolun olsa sırat-ı müstakim (Fatiha).
Varlığın yağmur mu indiriyor, toz mu kaldırıyor dikkat gerek. Sen de değerlisin amma sana da bir mihenk gerek.
“Ben, haklı olduğu halde münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum” diyen Allah Resulü (s.a.s.) ne demek istiyor? Buna göre yaşayabiliyor muyuz? Yoksa benim dediğim kabul görmedi, bana itiraz edildi deyip çırpınıp duruyor muyuz? İşte sözün yerini davranışa terk ettiği bir yer.
Sorun şu ki bir insana değer vermek ve saygı duymak için çoğu zaman yaşa, laflara, görünüşe, konuma ve makama bakılıyor. Ama Allah kalplere bakmıyor mu? Ötede ancak kalbi selim olanları tebşir etmiyor mu? (Şuara 26). İmandan sonra hemen salih amelleri saymıyor mu?
Kişi, insanların huzuru için ne yapar, kardeşleri için ne kadar adım atar, para ile irtibatı ne ölçüdedir? Birinin namaz kılıyor, oruç tutuyor olması, onun takip edilecek, örnek alınacak biri olduğunu gösterir mi? Evet mükemmel dost arayan dostsuz kalır denilmiş ama Allah için olan dostluklarda zaten zahir görünmez, nefis dirilmez, gönle paha biçilmez.
İnsan muamelatta, hayatın içinde belli oluyor vesselam. Laf söylemek, yazı yazmak, videolar üretmek kolaydır. Onlara bazı duygular katmak da mümkündür. Duruş nasıl, irade ne istikamette, yol hangi çizgide, davranışlar ne yönde? Yani imanın salih ameller ile desteklenmesi istenmiş. Kısaca imana ibadet, ibadete niyet, niyete ihlas gerekli kılınmış.
Bu dünya dar-ı hizmet, ahiret ise dar-ı ücret değil mi?