620
“Kendini tanı” ve “İçinde âlemler dürülen varlığın hakkındaki tefekkür ve düşüncen, senin hak ve hakikatı bulman için yeter ve artar bile” tarzındaki güzel sözleri daha da güzellik katan şu sözlere kulak verelim: “İnsan düşünce dünyasına göre şekillenen bir varlıktır. O, nasıl düşünüyorsa, istidadı ölçüsünde, öyle olmaya namzettir. İnsan, belli bir düşünceye göre, eşya ve hâdiselere bakışı devam ettiği sürece, karakter ve ruh yapısı itibariyle, yavaş yavaş giderek o düşünce, karakter ve ruh yapısı itibariyle, yavaş yavaş giderek o düşünce çizgisinde bir hüviyet kazanır.”
“Aslında, düşünce, niyet ve fevkalâde iştiyak, insanın özünde çekirdekler hâlinde bulunan istidatların inkişaf edip gelişmesinde, toprak, hava, yağmur ve güneşin yeryüzündeki tesiri gibi bir tesir icra ederler. Sebepler dairesinde, toprağın bağrında gelişen tohumlar için toprak, hava, su ve bunları meydana getiren ‘elementlerin’ tesiri neyse, insanın güzel ahlak ve karakterinin gelişmesinde de, düşünce ve niyet aynı şeydir.
“Onlar, ağaçlar tohumlardan; kuşlar ve kuçcuklar da yumurtalardan çıktıkları gibi, yüksek ruh ve kusursuz karakterler de GÜZEL DÜŞÜNCE ve TEMİZ NİYETLERDEN meydana gelirler.
“Düşünce bir TOHUM, davranışlarımız onun TOMURCUKLARI, sevinç ve kederlerimiz de MEYVELERİDİR. ‘Güzel gören güzel düşünür;’ güzel düşünen, ruhunda iyi şeylerin tohumlarını inkişaf ettirir ve sinesinde kurduğu cennetlerde yaşar gider. Herkesten ve herşeyden şikayet eden, etrafına ruhuna geliştirdiği karanlık dünyaların, ziftli menfezlerinden bakan karanlık ruhlar ise, hiçbir zaman iyiyi göremez, güzel düşünemez ve hayatlarından lezzet alamazlar. Cennet’e girseler bile, orada da Cehennem türküleri söyler, zebanîlerle dertleşir ve aydınlık bilmeyen ruhlarında hep veyl (insanı mahvedecek bir gayya) hayatı yaşarlar. Oysa ki, insan, Cenab-ı Hakkın halifesi olarak bütün varlığa hükmetme ve herşeyin efendisi olma mevkiinde yaratılmıştır. Böyle üstün bir vazife ile dünyaya gönderilen insan, bu yüksek pâyenin gerektirdiği bütün vasıfları da, birer nüve hâlinde beraberinde getirmiştir. Onun, yüksek bir KARAKTER kazanarak İKİNCİ BİR VARLIĞA ERMESİ, sonra da kendi olarak kalabilmesi, sistemli düşünmesine, sürekli çalışmasına ve ara vermeden, kalbî ve ruhî hayatında derinleşmesine bağlıdır; tabiî, fena ve çirkin bir karakter kazanması da fenâ ve çirkin düşüncelerine…
“İnsan kendine verilen İRADE gücüyle iyi ahlâk ve karakterine vesile olabilecek mevhibeleriyle (kendisine verilen imkan ve donanımlarla) özünü alıp Cenab-ı Hakkın emirleri istikametinde kendini yeniden kurmazsa, kendi olarak kalması bir yana, bozulup gitmesi kaçınılmaz olacaktır. O, ya kendi düşünce ve niyet tezgahında yapıp ortaya koyacağı vasıtalarla, kendine huzur, saadet ve her iki hayat için gerekli olan şeyleri hazırlar; yahut, aynı düşünce tezgâhında îmâl edeceği silahlarla, hem kendini hem de içinde yaşadığı toplumu mahveder.
“İyi düşünce ve iyi niyetlerle İNSAN RUHUNDA KURULAN CENNETLER, zamanla bütün dünyayı sarar, her tarafı ve her gönlü İrem bağlarına çevirir. Fena düşünce ve fena niyetler ise Cennet’te dahi insanlara, yudum yudum kan ve irin içirirler.”
Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi bu yazısında irade ve iradenin hakkını verme konusunda şu tesbitlerde bulunuyor: “İnsan iradesinin, sınırları itibariyle her zaman münakaşası yapılsa bile, insanın Cenab-ı Hakka muhatap olması; O’nun tarafından bir kısım mükellefiyet ve mesuliyetlerin yüklenmesi; duygu ve düşüncelerini “zabturapt’ altına alarak, ruhunu kamçılayıp kalbini coşturması ve kendini yeniden şekillendirip biçime koyması, İradesiyle iradelerimizi destekleyen, Kuvvetiyle aczimize medet veren, Servetiyle bizleri zenginleştiren Cenab-ı Hakkın, bizlere en büyük armağanı olduğunun katiyen münakaşası yapılamaz!.. Evet insan iktidarsız; ama Cenab-ı Hakkın kuvvetiyle son derece güçlü, imkanları dar; fakat, O’nun hazineleriyle fevkalâde zengin… idrâki sınırlı; O’nun aydınlatıcı emirleriyle alabildiğine ihatalı… ömrü kısa; niyet ve düşüncelerindeki sonsuzlukla ebedlere namzed… her hayrın anahtarını ruhunda taşıyan –tabiî her şerrinkini de- bir hazinedardır. Bu itibarladır ki, o en yalnız ve zayıf zamanlarında dahi, kendini idare etme ve kendine sahip çıkma gücünü asla kaybetmez; içinde bulunduğu şartları düşünerek, varlığı ve bekası ile alâkalı kanunları araştırarak, iradesini bir anahtar gibi kullanır. Bu anahtarla açtığı yollarda, ilerleye ilerleye nefsin girdaplarını keşfeder ve onları aşmaya muvaffak olur. Ruhunu tahlil ede ede, benliğin sırlarını kavrar ve bu suretle de onda, iyilik, güzellik, fazilet düşüncesi inkişaf etmeye başlar. Altın ve elmas, belli bir ameliye görmekle taştan topraktan ayrıldığı gibi, elmas ve altın ruhlar da ancak, bu kabil gayret ve himmetlerle gün yüzüne çıkıp özleriyle zuhur etme imkânı bulurlar.
“Bütün bir hayat boyu insan olmayı düşünüp planlayanla ve her zaman ruh ve özlerini araştıranlar, bir gün, mutlaka insan olacak ve ruhlarıyla bütünleşeceklerdir. “Arayan bulur. Israrla kapı çalana, kapılar behemehâl açılır.’ Bu İlahi bir kanundur. Bu kanuna göre, insanın insanlık semasına çıkabilmesi için, TEMİZ NİYET, SİSTEMLİ DÜŞÜNCE, SARSILMAYAN BİR AZİM ve SÜREKLİ GAYRETE ihtiyacı vardır. Bu hususlarda insanoğluna ilk yardım, o daha dünyaya gelmeden önce yapılmış, daha sonraki desteklerin de sözü verilmiştir. Artık ona, hemen her dönemeci itibarıyla çeşitli lütuflara mazhar olacağı bu sırlı hayat yolculuğunda, sadece döne döne yükselmek kalıyor…”
Sen sadece “Bulamadım” veya “Kapılar açılmadı” deyip durma… ARAMADIN Kİ, BULASIN; KAPILARI ÇALMADIN Kİ, SANA AÇILSIN…