Herkeste, bir suçluluk psikolojisi, bir mahcubiyet, bir itilmişlik, örselenmişlik, bir ne yapacağını bilememe hali! Bazılarında batmış bir gemiden(!) kendi kariyerini kurtarma aceleciliği! Ya da kendini tecrit etme, kabuğuna çekilme, suya sabuna dokunmama psikolojisi. Sonra da ‘ama biz de…’ diye başlayan ve bir türlü bitmek bilmeyen psikolojik dövünme halleri.
Sanki suçluymuşuz, hırsızların ve katillerin ithamlarını hak ediyormuşuz gibi cesaretsiz haller. Ne pahasına olursa olsun hakkı ve doğru olanı söyleyenlerin ödediği bir bedeli, mağlubiyet sayma halleri…
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Oysa bizim böyle bir duyguya kapılmamızı gerektirecek hiçbir kötü şey yapmadık. En azından biz yapmadık. En azından bir kısmını yakinen tanıdığım bu psikolojideki arkadaşlarım yapmadı.
Hatta tam tersi kötülük yapmadığı gibi felaketlerden çok önce yapılan ikazlar, kötü kalplileri hep irrite etti. Tribünlere değil de hakikate oynamak yalancılar arasında bizi sevimsiz yaptı. Baksanıza TİKA Başkanı Serdar Çam, Fethullah Gülen’in on yıl önce söylediği sözleri şimdi söylüyor. Halbuki Gülen, 10 yıl önce bunları söylediği için linç edilmişti. Zaman ve gerçekler Gülen’in ne denli uzak görüşlü olduğunu ortaya çıkardı.
TİKA Başkanı büyük zararlar ve acılarla geçmiş 10 yılın ardından diyor ki “Gazze’ye giden Mavi Marmara gemisiyle Türk Devleti büyük bir tuzağa çekildi. Türkiye’nin oyun dışına itilmesi, diplomatların Kudüs’te, Tel-Aviv’de etkin ve verimli olmaması kimseye yarar getirmedi. Aslında bilinen o meşhur kazan-kazan hedefinin aksine herkes kaybet-kaybet yaşadı. TC’nin pek çok sarmala girmesine zemin oldu. Bizi o sivil eylemlere iten ülkelerin çoğu İsrail’de etkin kaldı.”
Fethullah Gülen Arap Baharı konusunda da Suriye’de savaşın desteklenmesi konusunda da tribünlere oynamayı değil de doğruları söylemeyi tercih ettiği için amigoların hiç hoşuna gitmedi. Devlet malının ve imkanlarının kullanılması konusunda çok önceden ikazlar yaptı. Evrensel ilkelerden, AB normlarından sapmaların Türkiye’nin itibarının yok edeceğini her fırsatta söyledi. Yoldan çıkmak isteyenlere yapılan her doğru yol hatırlatması, sadece onların öfkelerini arttırdı. Hele başörtüsünün İslam’ın temel meselelerinden biri olmadığını söylediğinde, örtüyü iktidar için araç edinenler deliye dönmüştü. Bugün o mahallenin neredeyse tamamı aynı sözleri söylüyor.
Hizmetle iltisaklı olduğu öne sürülen bürokratlar, faili meçhullerin üzerine gittikçe, kan şebekeleri duvarları yumruklar hale geldi. Yeni cinayetlere, şartların olgunlaştırılması için ülkenin karıştırılmasına müsaade etmeyip bunların üzerine gittikçe hizmet sevimsiz ve kötü oldu.
Hırsızlarla zalimler anlaşmaya varıp, sürekli hukuk ve adaletten bahsedenlere karşı ittifak edince Ergenekon, JİTEM, Balyoz gibi davaların üzeri kapatıldı. Bu davalarda yargılanan sanıklar dışarı çıkınca ülke teröre esir oldu. Faili meçhul terör eylemleri ve demir yumruk herkesin can ve mal güvenliğini rehin aldı.
Hizmetle ‘iltisaklı’ diye suçlananlar ne yolsuzlukla ne hırsızlıkla ne de kanunsuzlukla anıldı. Böylesine kirli bir ortamda tertemiz kalmayı başardılar.
Hizmetin ülkede nasıl bir fonksiyon eda ettiğini gerçekten anlamak isteyenlerin, onların kökünün kazındığı bugünkü ülkeyle, hizmetin var olduğu zamanlardaki ülkeye bakmaları yeterli olacaktır.
O halde niye suçluluk duygusu içinde olalım? Niye geçmişimizden utanç duyalım? Niye göğsümüzü gere gere, kimliğimizi bir övünç madalyası olarak taşımayalım?
Siyah olmak kriminal hale getirilmişse bu durumdan kurtulmanın yolu siyahlardan uzak durmak, onları en saçma sapan gerekçelerle eleştirmek hatta yerin dibine batırmak değildir. Siyah olmayı istediğiniz kadar reddedin derinizin rengi buna asla müsaade etmeyecektir. Hatta atalarınız arasında beyaz bir tecavüzcünün olduğunu övünerek anlatsanız da bu işe yaramayacaktır. Yapmanız gereken şey siyahiliğin suçlanmaya gerekçe olamayacağını en gür sesle haykırmaktır. Hatta bununla övünç duyup, ruhunuzun dehlizlerinde bile bununla ilgili bir komplekse düşmemektir.
Böyle bir zamanda, Ahmet Kurucan’ı biraz da geç kalmış, yazısından dolayı tebrik ediyorum. Dimdik cümlelerle ‘Ben elbette ki Hak’kın yanındayım’ diye yazan Kurucan’ın bu tavrı çok önemli kuşkusuz.
Bunları söylerken ne cemaatin ne de kul yapısı başka bir şeyin tartışılmaz olmadığını söylüyorum. Hizmet içinde de hatalı gördüğümüz her şeyi söyledik. Söylüyoruz ve bundan sonra da söylemeye devam edeceğiz. Hizmet hareketi de insanlardan yani hata yapmaya açık canlılardan oluşuyor. Hataları söylemek başka kimliğinden utanmak başka…
Kaynak: Tr724 | Alper Ender Fırat