Ey nefis!
Sıyrıl hazan duygularından ve bir yeşillik ol, uçuşsun kuşlar, kuşçuklar çevrende.. bir su kaynağı ol, koşsun bütün bağrı yanıklar semtine.. mumlar gibi eri ve etrafına ışıklar saç; hem öyle bir saç ki, mehtabı temâşâya dalmış olanlar, onu bırakıp da senin ikliminin pervanesi olsunlar. İnsanları tıpkı bir anne gibi öyle sıcak ve içten kucakla ki, hışmından korkanlar bile, tereddüt etmeden kendilerini senin kucağına atsınlar. Allah’ın sana ihsan ettiklerini sen de saç cömertçe etrafına; saç ki, insanı insanlara, Cennet’e ve Allah’a yaklaştıran en sırlı formül civanmertliktir. Bu formülü ruhuna mal edip kullanabilirsen, mezhebi kin, nefret, düşmanlık olan en kaba ruhlar bile, bir gün mutlaka senin atmosferine girebilmek için kuyruklar oluşturup bekleyeceklerdir.
Sen her zaman bulutlar gibi olmalı ve kesmelisin güneşin yakıp kavuran sıcaklığını.. mevsimlere takılıp kalmadan, sağanak sağanak boşalan yağmurlar gibi söndürmelisin herkesin ve her şeyin hararetini; hiç olmazsa çiselerin okşayıp geçtiği gibi bağı-bahçeyi, ovayı-obayı, dağı-tepeyi; sen de okşamalısın bütün kurak gönülleri ve ruhları.. herkese açık öyle tatlı bir su kaynağı olmalısın ki, her zaman çevrende testilerin sesi duyulsun.. hasretle yanan gönüller aradıklarını senin ikliminde bulsun. Sen ağzını açıp da ruhunun ilhamlarını seslendirince, hikmetli söz avcılarının kalemlerindeki mürekkepler bitsin ve kitapların sayfalarını renklendiren o nefis duygular rûhânîlerin mezâmiri hâline gelsin.. gayzların, öfkelerin, kinlerin, nefretlerin hançerlerini bileyip hemen herkese saldırdıkları, her şeyi yakıp yıktıkları dönemlerde sen, en öfkeli ruhlar dahil, gelip bağrına sığınan bütün yurtsuzların-yuvasızların en içten hâmisi olmalı ve vesâyetine koşanları hayal kırıklığına uğratmamalısın…
Günümüzde olduğu gibi, bazı ifritten mütemerrid düşünceler milletçe bizi birbirimize ulaştırabilecek olan yolları yürünmez hâle getirip köprüleri yıktıklarında dahi sevgilerinden, müsamahalarından ve gönül heyecanlarından mânevî yollar ve köprüler kurarak ulaşılabilecek her noktaya ulaşmaya çalışıp, kat’iyen mukabele-i bilmisil (bir davranışa aynı ile karşılık verme) mülâhazalarına takılıp kalmamalısın; ölsen bile mutlaka Müslüman karakterinin gereklerini yerine getirmeli ve başına atılan taşları, atmosfere çarpıp eriyen meteorlar gibi ışığa çevirerek etrafına maytap ziyafetleri çekmelisin. Çevrende hiddetle, şiddetle yükselen bütün sesleri yumuşatarak onlardan sevgi güldesteleri meydana getirmelisin; getirmeli ve ne yolların harap olmasından, ne de köprülerin geçilmez hâle getirilmesinden kat’iyen söz açmamalısın.. söz açıp geçmişteki kin ve nefret virüslerini harekete geçirmemelisin. Bu yol, peygamberlerin yolu ve insan-ı kâmil olmanın da en sağlam köprüsüdür. Şimdiye kadar bu yolda yürüyenlerden hiç kimse takılıp yollarda kalmamış; kalmadığı gibi, herhangi bir kabalık ve hoyratlık karşısında da tavrını değiştirmemiştir. Aslında, eğer bir insan, insanlığının şuurunda ise, ne kinler, nefretler, kabalıklar, ne de değişik türden hamlıklar onun düşünce istikametine ve tavırlarına tesir edemez; etmemelidir de. Gerçi bir kısım toslamalar karşısında yol ve yön değiştiren Müslümanlar da vardır ama bunlar, duygu ve düşünceleri itibarıyla henüz dalgaları dinmemiş ve oturaklaşamamış ham ruhlardır. Ben, böyle hazımsız ruhların başkalarına bir şey verebileceğini zannetmiyorum. Böylelerinin, değişik türden hâdiseler karşısında tavırları hep karşılık verme ve tokmak yemiş davul gibi gürültü çıkarma şeklinde olagelmiştir ki; günümüzde insanlar arasında çokça yaşanan hırgürün en önemli bir sebebi de bu olsa gerek..
Mahviyet, tevâzu, hazm, olgunlaşmış, oturaklaşmış insanların dâimî hâlidir. Şartlar ne olursa olsun, böyleleri, her zaman gökler gibi derin, deryalar gibi engin, dağlar gibi mehîp ve sağlam, toprak gibi de mütevâzidirler. Ne çevrelerinde olup biten şeylerden müteessir olur, ne değişik ihtilatlarla bulanır, ne de fırtınalara boyun eğer; aksine, toprak gibi yüz yere sürer, her şeye ve herkese dâyelik yaparlar. Onlar, potalarda eriyip kaynayıp özünü bulmuş altın gibidirler; granitleri eriten fırınlara bile girseler mâhiyet değiştirmezler. Ve onlar öylesine yanıp kül olmuşlardır ki, artık hiçbir ateşten müteessir olmaz ve hiçbir kor karşısında ‘pes’ etmezler. Zaten külü yeniden yakmayı ve som altını potalara koyup eritmeyi de kimse düşünmez.
Ey nefis! Herkesin derdini vicdanında öyle derince duyup yaşamalısın ki, artık bu konuda kimsenin senden hiçbir beklentisi kalmasın.. onların acılarını öylesine içten hissedip ağlamalısın ki; ağlamaya durmuş bütün gözlerin yaşları kurusun.. onlar için öyle yanıp yakınmalısın ki, ızdıraptan ciğeri kebap olmuş böyle biri karşısında, bütün muzdaripler acılarını unutsun.
İşte kendisini bu ufka ayarlayabilmiş bir bahtiyar, kendi adına tasavvurları aşkın bütün güzelliklerin kadir gecesini idrak etmiş sayılır ve yerde gökte Allah halifesi olma pâyesi ile anılır.
İnsanın tabiatında hem safâ, hem de keder vardır; kederi iradenin mahbesinde sıkıca tutup, safâyı bir murad güvercini gibi uçurabildiği en son noktaya kadar uçurabilen, kâmil insandır ve âdeta o, bir yandan zindancı, diğer yandan da bir kuşbazdır. Bağlayacağını bağlar, salıvereceğini de salıverir. Evet, iradelerimizle hevâ ve heveslerimizin sesini kesmek bir yiğitlik, gönüllerimizi herkesi misafir edecek kadar geniş tutmak da bir babayiğitliktir.
Ey nefis! Her zaman yiğitçe davran ve hep babayiğitlik arkasında ol! Kendini kritik etmede vicdanını bir mihenk taşı gibi kullan; pota görmüş bir altın gibi o sapsarı çehrenle gül herkesin yüzüne.! Herkesin yüzüne gülerken de, sakın iyi bir sarraf olmayı kulak ardı etme.! Mâhiyetin itibarıyla sen bunların hepsine açıksın; gökteki ilk maceran da bunun en açık delilidir. Orada melekler senin beşiğini sallarken gıpta ninnileri söylemiş, şeytanlar da haset merasimlerinde zangoçluk etmişlerdi. Sen, daha o ilk gün hem korkunç bir hasetle karşılaştın, hem de takdirkâr nazarlara çarpıldın. Nazar değdi mi değmedi mi onu bilemem ama, âkıbetin uçmak ile noktalansa bile, bir sendeleme yaşadığın muhakkak: memnû’ meyveye elini uzatırken iftar vaktini belirlemedeki içtihad hatanla -bu bir mukarreb hatasıdır- kendini dünya zindanında, hayır hayır! Hazreti Ahmed’e (sallâllahü aleyhi ve sellem) dâyelik yapacak olan toprağın bağrında buldun. ‘Hakikî şecerenin hikmeti, dünyaya gele Muhammed (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazreti.’ (M. Lütfi) sözü, senin ekşi çehreli kaderinin tatlılardan tatlı ilk meyvesini işaretler.. evet, eğer Cennet’te kalsaydın, inkişafa kapalı semeresiz bir ağaç gibi kalacak ve o potansiyel zenginliğini hiçbir zaman duyamayacaktın. Oysa ki, oradan ayrılıp da çadırını dünyaya kurunca, bu toz-toprak ülkesi seninle bir gülistana döndü.. ve sürgün edildiğin bu köhne diyar, enbiyâ-evliyâ sürgünlerinin bağı-bostanı hâline geldi. Sonunda, meleklerin gıptası bütün bütün takdire dönüştü ve şeytanların kıskançlığı da, dönüp bir zıpkın gibi onların bağırlarına saplandı.
Şimdi gel, kendi değerlerini koruma altına al! Hakk’a kurbet yolu sayılan bu sürgünü en iyi şekilde değerlendirmeye bak ve Hakk’a yakınlık vesilelerini O’ndan uzaklaştıran sebepler hâline getirme! Kin, nefret, gayz, hırs, haset ağına düşerek, ebedî hasmın olan şeytanı sevindirme! Şayet bir gün yanılıp da kendi çizginin altına düşersen, Âdem Nebî gibi davran; doğrul, kendine gel, suçunu itiraf et. Hakk’ın her zaman açık olan kapısına yönel ve hatalarına bir dakika bile yaşama hakkı ve şansı tanıma! Günahla bozulup başkalaşan insanî tabiatını tövbe iksiriyle yeniden ihya et, ayağa kaldır ve bir kere daha Allah’a doğru şahlandır! Bütün bunları yaparken de, topyekün insanların tabiatının da aynı olduğunu, sen hata yaptığın gibi, onların da aynı şeyleri yapabileceğini düşün ve bütün mücrimleri mazur gör! Hatta nefislerine yenik düştüklerinden ötürü, elinden geliyorsa onlara acı, kucakla ve yardımcı ol! Zinhar kendini başkalarının günah muhasebecisi gibi görüp de, şunun bunun hatalarıyla meşgul olma! Yanlışlıklarla meşgul olmak hoşuna gidiyorsa, bu hobini kendi günahlarına karşı kullan ki, âlemin küçük lekeleri sana, senin yağlı karalarını unutturmasın!
Uğradığın herkese, gül kokularıyla esen yeller gibi uğra.! Geçtiğin yollarda burcu burcu senin kokun duyulsun. Mumlar gibi yan, eri, başkalarını aydınlat, ama kat’iyen bu büyük fedakârlığı kendi çıkarlarına bağlama! Dolaplar gibi dön ve inle, bütün yanan yüreklerin ateşini söndür, ama kendini hiç düşünme! Bir buhurdanlık gibi için için hep kavrul, çevrene güzel kokular neşret, ama hâlinden asla şikâyet etme! Her zaman yüzün yerde olsun, Hakk’ın sana olan lütuflarını, başkalarına karşı tefâhur vesilesi yapma; aksine, onu muhtaçlara verilen avanslar gibi gör, ücretini peşin almış olmanın hicabını duy! Eğer kalkıp da, hizmet ve gayretlerini, hakkınmış gibi başkalarının teveccühüne bağlarsan, döner, çevrenden iltifat beklemeye başlarsın. Bu ise tedavisi çok zor ve herkesi senden ürkütüp kaçıran öyle bir hastalıktır ki, ısrar ettiğin takdirde, her gün maksadın aksiyle tokatlar yer ve insanları kendinden uzaklaştırmış olursun.. şayet gönül huzuru istiyorsan o, istiğnâ, tevâzu, mahviyet ve kanaattedir. Kendini büyük görenler, kendinde olağanüstü yetenekler vehmedenler, herkesten teveccüh bekleyenler, hırsla çalımla oturup kalkanlar, huzur yolunda olsalar da, bir gün mutlaka huzursuzluğa kurban giderler.
Ey nefis! Eğer yüreğin varsa, içindeki düşmanlığın yüzüne tükür! Vefâsızlığı kapından kov! Zulmü ayaklarının altına al, çiğne; Hakk’ın her yerde hazır olduğu mülâhazasıyla hayâsızlığın nefesini kes; kötülük hislerini ilâhî intikam inancıyla frenle; hevâ ve hevesin istikametinde değil, her zaman Hakk’ın hoşnut olabileceği yolda bulunmaya çalış! Allah’ın seni her zaman gözettiğini düşün; ağaçlar gibi titre ve tabiatını bozup seni çirkinleştiren, ruhuna yabancı ve kalbinin sırtında da bir yük sayılan ne kadar günah, hata ve mâsiyet var ise, savur gitsin gidebileceği yere.! Unutma ki, tabiatını değiştiren ve ruhunu kirleten bu şeylerden sıyrılmak adına göstereceğin her gayret bir cihad gibi değerlendirilecek ve seni adım adım Allah’a yaklaştıracaktır. Aksine, hep O’ndan uzaklaşman, gurbetin en acılarını yaşaman ve kimsesizliğin vahşetinde boğulup gitmen kaçınılmaz olacaktır.. hem de, amel defterinin hasenât hânesi bomboş, kalbî ve rûhî hayatın itibarıyla da karanlık ve loş olarak. Öyle ise doğrul, kendine gel, insanî değerlere sahip çık, sabırsızlık edip yitirdiğin Cennet’i bir de umursamazlığa kurban etme!
Bugün önceden kaybettiğin şeyleri yeniden elde etme yolunda ortaya koyacağın her gayret, toprağa saçılan tohumların başağa dönüşmesi gibi, mevsimi gelince yirmiye, otuza katlanarak mutlaka geriye dönecektir. Öyle ise hiç durma, tohum saçar gibi her yana iyilikler, güzellikler, faziletler saç; kötülüklere kilitlenmiş duyguların paslarını çöz ve hayatını başkalarının dünyevî-uhrevî mutluluğuna bağlayarak yaşa.! Yaşa da, şahsî hesap ve çıkarların, ruhunu öldüren mahbesinden kurtul! Nefsin adına her zaman sıkıntı çek ve başkalarına rahatlık dağıt!.. Dert dinle; dert yaşa, dertlerle inle ama, herkese derman olmaya çalış! Bütün insanlara sîneni sevgiyle öyle bir aç ki; kinle, nefretle donacak hâle gelmiş, kendi kendilerinin mazlumu ve tir tir titreyen bütün nefiszedeler senin sıcaklığına koşsun!
Irmaklar gibi hep yüz yere sür ve hayat ol çağla! Ay ve güneş gibi herkesi ve her şeyi ışığınla kucakla ve başlarını okşa! Sana yönelen ve senden bir şeyler bekleme îmâsında bulunanları asla hüsnüzanlarında yalancı çıkarma! Hizmette hep önlerde koş, mükâfat tevziinde de arkaların arkasında saklanmaya çalış; Allah için yapılan şeylerin dünyevî menfaatlere bağlanmasından yılandan-çıyandan uzak durduğun gibi uzak dur! İstemeyerek de olsa, bu türlü duygu inhiraflarına düşmeyi kalbin hesabına bir kirlenme kabul et ve bir dakikalığına dahi olsa böyle bir kirlenmeyi varlık içindeki o müstesna insanî konumuna karşı en büyük hürmetsizlik sayarak, hemen bir iç arınma kurnasına koş!
Her zaman iyilik duygularıyla otur-kalk ve hep güzelliklere tercüman ol! İyilik ve güzellik yolunda yürüyen ayaklar baştan daha yüce, ihsan hisleriyle çarpan gönüller de Kâbe kadar kutsaldır. Aslında, senin mâhiyetin bir Kâbe, hedefin Hak rızası; yolun da, Hakk’a ulaşma istikametinde kudsiyânın dönüp durduğu bir metâftır. Sen bu çizgini koruduğun sürece ünün gökler ötesi muhaverelerin mevzûu olacak ve nâmın rûhânîlerle anılacaktır. Öyle ise, bu insanî çizgideki hızını daha da artır, artır ki, insanî değerlerin aşındığı bir dünyada bu kabil gayretlere su kadar, hava kadar ihtiyacımız var. Hep hayır düşün, hayır konuş ve hayırlı işler istikametinde koş!
Bayraklar, hareket hâlindeki insanların omuzlarında daha bir güzel görünürler. Arılar, bal yaptıkları müddetçe mübarek kabul edilirler. Askerin yürüyüşü, duruşundan daha mehîbdir. Kalk, askerler gibi bayrak taşı, arılar gibi kovanını balla doldur ve amelmanda olma sevimsizliğine düşme! Her zaman insanlığa hizmette emre âmâde bulun ve göçüp gitmeye de hazır ol! Ne zaman göç emri geleceği belli olmasa da o, muhakkak ve mukadderdir. Öyle ise hep tetikte ol, günahlardan arın; meçhul çağrıya kapını arala ve beklemeye dur.
Sızıntı, Ocak 2000, Cilt 21, Sayı 252
Yazar: M. Fethullah Gülen