Bazı araştırmacılar evrim teorisinin bilimsel bir mesele olduğu gerekçesiyle ilahiyatçıların bu alanda konuşmasının doğru olmadığını, bunun faydadan çok zarar getireceğini ileri sürer. Böyle bir yaklaşım kısmen doğru olsa da bunun eksik ve yanlış yönleri vardır. Doğru olan yönü şudur: Gerçekten de evrim adı altında ele alınan meselelerin büyük çoğunluğu biyoloji, biyokimya, genetik, paleontoloji gibi disiplinleri ilgilendiren bilimsel meselelerdir. Bilimin diliyle ve bilimsel argümanlarla konuşan bilim adamlarının karşısına dinle çıkmanın, âyet ve hadislerle cevap vermeye çalışmanın usulen çok yanlış, strateji açısından da çok riskli bir hareket tarzı olduğunu ifade etmek gerekir.
İlahiyatçıların bu alanda konuşmalarının faydadan çok zarar getireceği meselesi de görecelidir. Birçok televizyon programında müşahede edildiği üzere gerçekten de konuşacakları mevzuun üzerine oturduğu bilimsel çerçeveden habersiz olan ilahiyatçılar, yorum, itiraz ve eleştirileriyle din-bilim çatışmasını körükleyebiliyor, daha da kötüsü çoklarının dinden soğumasına sebep olabiliyor. Fakat konu etrafında yapılan bilgili ve bilinçli konuşmalar için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Evrimin, dini ilgilendirip ilgilendirmemesine gelince şunu söyleyebiliriz ki evrim teorisinin iddialarının önemli bir kısmı doğrudan dini de ilgilendirir. Çünkü bunların önemli bir kısmı hayatla, yaratmayla ve insanla ilgilidir. Yeryüzünde canlılığın tesadüfen başladığı, günümüzdeki canlı organizmaların tabiat dışı hiçbir müdahale olmaksızın bazı mekanizmalarla kendi kendine çoğaldığı ve çeşitlendiği, insanın maymunsu canlılardan geldiği gibi iddialar tabii ki de doğrudan dinin alanına girer. Daha da önemlisi bu tür izahlar dinin üzerinde durduğu en temel ilkelerle ters düştüğü ve evrim teorisi pek çok bilim adamı tarafından dinin alternatifi gibi takdim edildiği için, mutlaka dinden hareketle makul ve mukni cevapların verilmesi ve zihinlerdeki şüphelerin giderilmesi gerekir.
Bu konudaki bazı araştırmacılar da İslâm’ın evrim karşısında nötr bir tavır takındığını, evrimi ne reddettiğini ne de kabul ettiğini ifade ederler. Prof. Dr. Caner Taslaman’ın şu ifadeleri bu yaklaşımın güzel bir özetini sunar: “Canlıların ve insanın, evrim süreciyle veya birbirlerinden bağımsız olarak (evrimsiz) oluştuğu iddialarının hiçbiri İslâm ile çelişmez. Çünkü Kur’ân, Allah’ın canlı türlerini ve insanı yarattığını açıkça beyan etmiş olmasına karşın bu yaratmanın nasıl olduğunu anlatmamıştır. Bu yüzden ‘bir Müslüman evrimci olabilir’ ama bu iddia ‘bir Müslüman evrimci olmak zorundadır’ anlamını taşımaz.” (Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi, s. 41)
Şu izah şeklinde de benzer bir yaklaşım dile getirilir: “Bir yandan İslâm ile diğer öğretiler arasında, bir yandan da İslâm ile biyolojik evrim arasında herhangi bir uyuşmazlık görülemez. İslâm, evrimi savunmadığı gibi, onu eleştirmez de. Kutsal kitapta, evrim veya onunla çatışacak alternatif bir süreç için açık bir değini yoktur. Aynı şekilde, evrimsel biyoloji de İslâmî inançları doğrulayan ya da onlarla çatışan bir şey ortaya koymaz veya Müslümanları çetrefilli teolojik sorunlara sevk etmez. Evrimin bilimsel olarak doğru olup olmamasının -veya evrim hakkındaki bir teorinin geçerli olup olmamasının- şu veya bu şekilde Müslümanın inancıyla ilgisi yoktur.” (Recep Alpyağ, Evrim ve Tasarım, s. 147)
Evrim ve din arasındaki gerilimi düşürme ve yaşanan çatışmaları hafifletme adına bu tür yaklaşımların nisbî bir faydası olsa da, Kur’ân ve Sünnet’in yaratılışla ilgili ortaya koyduğu izahlar açısından meseleye bakıldığında, bu tür tespitlere katılmanın hiç de kolay olmadığı görülür. Daha sonra bu konuyu âyet ve hadislerden getireceğimiz delillerle geniş olarak izah edeceğimiz için şimdilik buna girmiyoruz.
Son olarak bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Evrim hakkında konuşan din âlimlerinin kendi alanlarının dışına çıkmaları ve bilimsel konularda ahkâm kesmeleri ne kadar yanlışsa, evrimi savunan bilim adamlarının hiçbir somut ve ikna edici kanıt olmaksızın spekülasyona dayalı bilgilerle ve vahyi anlama metodolojisinden habersiz olarak ilk yaratılış ve türlerin ortaya çıkışı hakkında din namına kesin ve net hükümler vermeleri de en az bu kadar yanlıştır. Zira pozitif bilimde yöntem olduğu gibi nasları anlamada da bir yöntem vardır.
EVRİM, DİN İÇİN BİR TEHDİT MİDİR?
Hem evrim teorisinin temel iddiaları ve savunusu, hem büyük çoğunluğu itibarıyla evrimci bilim adamlarının dine karşı takındığı düşmanca tavır, hem de bir buçuk asırdır yaşanan acı tecrübeler açısından bu soruya yaklaşacak olursak, cevabı tahmin etmek hiç de güç olmayacaktır. Marx ve Engels’in evrim teorisini ideolojik amaçlarına alet etmeleri, Batılı biyologların önemli bir kesiminin ateist olması, bilimsel ahlâkla açıklanamayacak ölçüde evrimde ısrar edilmesi, evrim teorisi yüzünden çoklarının ateizme kayması, evrimci izahların ateist argümanların temelini oluşturması gibi olaylar bir tesadüf olarak görülemez.
Pek çok Darwinci de evrim teorisinin din karşıtı oluşunu, dine alternatif bir açıklama ortaya koyduğunu ve hatta dine büyük bir darbe indirdiğini hiç çekinmeden ifade etmişlerdir. Mesela en önce gelen ateist evrimcilerden biri olan Richard Dawkins’e göre, ateistlerin kendi tezlerini rasyonel ve entelektüel bir şekilde ortaya koyabilmelerinin dayanaklarını Darwin sağlamıştır. (Dawkins, The Blind Watchmaker, s. 6). Ona göre insanın varoluşu ve anlam arayışıyla ilgili derin soru ve sorgulamalara, bâtıl inançlara (yani dinlere) başvurmadan tutarlı ve inandırıcı cevaplar verebilmeyi mümkün hâle getiren kişi de Darwin’dir. (Dawkins, The Selfish Gene, s. 1)
Amerikalı felsefeci Daniel Dennet’in şu tespitleri de evrimin din üzerindeki yıkıcı tesirine işaret eder: “Darvinci teori, bilimsel bir teoridir ve gerçekten harikadır. Fakat mesele bu kadar basit değildir. Evrime şiddetle karşı çıkan yaratılışçılar bir konuda haklılar: Darwin’in tehlikeli fikri, en temel inançlarımızın dokusunu, birçok sofistike savunucunun henüz kendilerine bile itiraf edemedikleri bir şekilde çok daha derinden bozuyor.” (Dennet, Darwin’s Dangerous Idea, s. 18)
Darwinizm tarihinin öncülerinden William Provine’nin şu sözleri de aynı gerçeğin farklı bir ifadesidir: “Evrimsel biyolojinin yıkıcı sonuçları, örgütlü dinin varsayımlarının çok ötesine geçerek, insanların çoğunluğu tarafından kabul edilen ve biyolojik evrenin, insan ahlâkının ve biyolojik organizmaların görünür düzeninden sorumlu olan çok daha derin ve yaygın bir inanca etki eder.” (Robert T. Pennock, Intelligent Design Creationism and Its Critics, s. 69)
Kaliforniya Üniversitesi’nde ekoloji ve evrimsel biyoloji profesörü olan Michael R. Rose da, Darwin’in ortaya koyduğu evrim teorisinin din üzerindeki etkisini şu sözleriyle açıklamıştır: “Charles Darwin’in fikirleri, pek çok kişiyi, tüm canlıları Tanrı’ın yaratmadığına, bunun yerine canlı düzenin oluşumunun kör ve maddî nedensellik ilkesiyle açıklanacağına ikna etti. Genel halk için asıl önemli olan, (Darwin’den sonra) kendi türümüzün kökeninin de materyalist terimlerle açıklanabileceğinin kabul edilmesidir. Bu fikirler, birçok inanç krizine ve bazı dindarların Darwin’i yermesine yol açtı. Darwin’in kendisi de bir ateist olduğu için, Newton’dan farklı olarak, Batı Hıristiyan âleminin tüm yerleşik düzenine karşı çıktı. Neticede Darwin’in çalışması, Hıristiyanlığın, Batı’nın bilim düşüncesinin merkezinden kalkmasına yol açtı.” (Rose, Darwin’s Spectre, s. 203)
Bugüne kadar evrim teorisinin İslâm dünyasında karşılaştığı sert tepkinin sebebi de onun dinsizliğin savunusu gibi algılanmasıdır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşayan ulemanın onun hakkındaki kanaatini şu cümle güzel özetler: “Darvinizm muhit-i İslâmiyette dinsizliğe doğru atılmış bir hatve, ilk ve geniş bir hatvedir.” (Reşat Macit, “Subhi Edhem’in Darwinizm Kitabı”, Tasarım ve Evrim, s. 453)
Bu açıdan evrimi tamamıyla bilimsel bir mesele olarak gören veya dinle arasını uzlaştırmaya çalışan ya da İslâm’dan ve İslâm tarihinden hareketle evrime dinî temeller arayan bilim adamlarının yaklaşımları her ne kadar iyi niyetli olsa da ilmi, mantıki ve realist değildir. Onların Darwinizm hakkındaki sübjektif kanaatleri gerçeği değiştirmeye yetmez. Neticede bir buçuk asırdır ortaya konulan ciddi bir literatür ve birikim vardır. Darwinizm denildiğinde herkesin zihninde canlanan tanımlar, izahlar, mekanizmalar ve sonuçlar vardır.
Nancy Pearcey, evrim düşüncesinin dinî inanışlarla mezcedilmesinin imkânsızlığını, “Ya Tanrı inancına ya da doğal seleksiyona sahip olabilirsiniz ama ikisine birden asla” sözüyle ifade etmiştir. Evrimci biyolog Ernst Mayr da, Darwinizmin gerçek özünün doğal seleksiyona dayandığını, bunun da ‘ilâhi müdahaleyle’ değil ancak doğal araçlarla gerçekleştiğini vurgulamıştır. (Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü, s. 34-35)
Peki, evrim düşüncesini din açısından bu ölçüde tehlikeli kılan nedir? Çünkü evrim, kâinatın veya canlı varlıkların ortaya çıkışında hiçbir şekilde yaratmaya, tasarıma, hikmetli ve şuurluca yaratılışa yer vermez. Her tür teolojik ve metafizik izahı itina ile teorisinin dışına iter. İdeolojiye dönüşen Darwinizmin tüm çabası ve hedefi, ilahî bir güce gerek kalmadan tabiatın kendi kendini yarattığını göstermekten ibarettir. Dolayısıyla ateizm, evrim teorisinin mantıksal, hatta zorunlu bir sonucudur. Evrim teorisini tabulaştıran ve ne pahasına olursa olsun savunan bilim adamlarının asıl ilgisi de onun bilimsel mahiyetinden ziyade, felsefi ve mantıksal sonuçlarına yöneliktir.
Evrimin sadece din değil, ahlâk açısından da önemli bir tehdit olduğu ifade edilmiştir. Çünkü canlılar dünyasına evrim açısından bakıldığında, insanın, ahlâklı olmak için hiçbir nedeni yoktur. Evrimciler, insanda var olan bütün ahlâkî davranışların kökenini hayvanlarda ararlar. Daha da kötüsü evrimin üzerine oturduğu doğal seleksiyonun işleyişi ve mantığı; fedakârlık, iyilik, yardımseverlik gibi ahlâkî değerlerin tam tersi neticelere işaret eder. “Doğal ayıklanma körü körüne ve amansız bir yarışmayla eşanlamlıdır: ‘İnsan, insanın kurdudur.’, doğadaki yaşam bir ‘gladyatör dövüşüdür.’ Böyle savlar izlenecek olursa, gerek doğal ayıklanmadan gerekse şansın hâkim olduğu ‘yansız’ bir evrimden, bir iyilikseverlik ve dostluk, hatta bir sevgi ahlâkının nasıl türeyebileceğini anlamak doğrusu güçtür.” (J. P. Cihangeux, P. Ricoeur, Neden Nasıl Düşünürüz, s. 173)
Kaynak: Dr. Yüksel Çayıroğlu | Tr724