Devlet Reislerine Nâmeler

Yazar Egeli

Allah Resûlü, bir taraftan böyle değişik istidatları etrafa gönderip irşad vazifesini sürdürürken, diğer taraftan da devlet reislerine ve meliklere gönderdiği nâmelerle onları hak dine davet ediyordu. Bu da tebliğin ayrı bir buuduydu.

1. Necaşî

Necaşî, Habeş hükümdarıydı. Allah Resûlü’nü göremediği için sahabi değildi; fakat çok büyük bir insandı. Allah Resûlü, ona Amr b. Ümeyye’yi göndermişti. Necaşî’ye gönderilen mektupta İki Cihan Serveri şöyle diyordu:

مِنْ مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللّٰهِ إِلَى النَّجَاشِيِّ اْلأَصْحَمِ مَلِكِ الْحَبَشَةِ: سَلاَمٌ عَلَيْكَ فَإِنِّي أَحْمَدُ إِلَيْكَ اللّٰهَ الْمَلِكَ الْقُدُّوسَ الْمُؤْمِنَ الْمُهَيْمِنَ، وَأَشْهَدُ أَنَّ عِيسَى رُوحُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ الْبَتُولِ الطَّاهِرَةِ الطَّيِّبَةِ الْحَصِينَةِ… وَإِنِّي أَدْعُوكَ إِلَى اللّٰهِ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ

“Allah’ın Resûlü Muhammed’den Habeş Necaşîsi (hükümdarı) Asham’a;

Selâm sana! Ben, senin vesilenle, Melik, Kuddûs, Mü’min ve Müheymin olan Allah’a hamdederim. Ve şehadet ederim ki, İsa, Ruhullah ve Allah’ın iffetli, tertemiz, pâk ve bâkire Meryem’e ilkâ ettiği kelimesidir… Seni şeriki olmayan Bir Allah’a davet ediyorum.”[1]

İki Cihan Serveri, evvelâ Necaşî’ye hitaben, doğrudan doğruya “Selâm sana!” demekle, onda bir şeyler gördüğünü îma ediyordu. Evet, sanki, Allah Resûlü, onun hidayete ereceğini gayb-âşina gözüyle görmüştü ki, ona böyle hitap etmişti. İkinci olarak, kullanılan ifade ve üslûp, gayet harikadır. Zira, Allah Resûlü, meseleye yaklaşırken, Necaşî’nin gözünde çok büyük ve saygıdeğer olan Hz. Meryem’le yaklaşmıştır. Zaten bizler için de, Hz. Meryem o denli büyüktür. Çünkü Hz. Meryem, büyük bir peygamberi dünyaya getiren kadındır ve ilhama mazhardır.

Dikkat edilmesi gerekli olan önemli bir husus, Necaşî bir hıristiyandır ve Allah Resûlü, ona hitap ettiği mektubuna malzeme olarak, Kur’ân’ın o mevzu ile alâkalı âyetlerini kullanmıştır. Bu, Necaşî’nin ruhuna girmek için en müessir ve en sâlim yoldur. Nitekim de öyle olmuştur.

Necaşî, mektubu almak için tahtından inmiş, öpüp başına koymuş, mektubun okunması biter bitmez de davete icabet ederek Müslüman olduğunu ilan etmiş ve hiç vakit geçirmeden kâtiplerine şu mektubu dikte etmiştir:[2]

إِلَى مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللّٰهِ مِنَ النَّجَاشِيِّ الْأَصْحَمِ… أَشْهَدُ أَنَّكَ رَسُولُ اللّٰهِ… فَإِنِّي لاَ أَمْلِكُ إِلاَّ نَفْسِي وَإِنْ شِئْتَ أَنْ آتِيكَ فَعَلْتُ. يَا رَسُولَ اللّٰهِ، فَإِنِّي أَشْهَدُ أَنَّمَا تَقُولُ حَقٌّ

“Allah’ın Resûlü Muhammed’e, Habeş hükümdarı Necaşî Esham’dan… Ben şehadet ediyorum ki, sen Allah’ın Resûlü’sün… Eğer emredersen, hemen oraya gelirim. Ancak ben, sadece kendime sahibim. Şu anda teb’ama hâkim değilim. Yine şehadet ederim ki, Senin dediklerinin hepsi de doğrudur.”[3]

Necaşî, imanının şuurunda bir insandır. Bir gün yakınlarına şöyle demiştir: “Keşke şu saltanata bedel, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hizmetkârı olsaydım.”[4]

Ve aradan bir müddet geçer. Bir gün Allah Resûlü, mescide gelir orada bulunanlara, “Kalkın!” der, “Kardeşimiz Necaşî’ye cenaze namazı kılacağız.”[5]

Fukahâ arasında, gıyabî cenaze namazı ihtilaflıdır. Şâfiî ve Hanbelî mezhebi imamları böyle namazı tecviz ederken, Hanefî ve Malikî mezhebi imamları aksini söylerler.[6] Çünkü onlara göre, bir mucize eseri olarak, Necaşî’nin tabutu Allah Resûlü’nün önünde hazır bulundurulmuş ve kılınan namaz, bu şekilde hâzır’a kılınmıştır.[7] Bu fıkhî bir mevzudur ve tafsil edilmesinin yeri de burası değildir…

2. Hirakl

Allah Resûlü, ikinci mektubunu Dihyetü’l-Kelbî ile Hirakl’e gönderdi. Hirakl, Roma İmparatoru idi. Hirakl’e gön­de­rilen mektupta şunlar vardı:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

مِنْ مُحَمَّدٍ عَبْدِ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ إِلَى هِرَقْلَ عَظِيمِ الرُّومِ: سَلاَمٌ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى.

أَمَّا بَعْدُ فَإِنِّي أَدْعُوكَ بِدِعَايَةِ اْلإسْلاَمِ، أَسْلِمْ تَسْلَمْ يُؤْتِكَ اللّٰهُ أَجْرَكَ مَرَّتَيْنِ. فَإِنْ تَوَلَّيْتَ فَإِنَّ عَلَيْكَ إِثْمَ اْلأَرِيسِيّ۪ينَ. وَ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّٰهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئاً وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

“Allah’ın kulu ve resûlü Muhammed’den Rum meliki Hirakl’e; Allah’ın selâmı, hidayete uyanlar üzerine olsun! İmdi, Ben seni İslâm’a davet ediyorum. Müslüman ol selâmeti bul. Böylece Allah, senin ecrini iki kat verir. Eğer yüz çevirirsen, kendi yüz çevirişinin yanında, bütün yüz çevirenlerin vebali de sana yüklenir.

‘Ey Kitap Ehli, gelin aramızdaki müşterek kelimede birleşelim (Sizinle bizim aramızda mânâsı aynı bir kelimeye geliniz): Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım; ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi ilâhlaştırmayalım. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse işte o zaman: ‘Bizim Müslüman olduğumuza şahitler olun!’ deyiniz.’[8]

Bu sözler Hirakl’e tesir etmişti. O gün orada, Ebû Süfyan da bulunuyordu.. ve hükümdarla Ebû Süfyan arasında şöyle bir konuşma geçti: Hirakl:

– Bu zatın nesebi nasıldır?
– Soylu ve asil bir nesebe sahiptir.
– Daha evvel atalarından böyle bir iddiada bulunan oldu mu?
– Hayır, olmadı.
– Ataları içinde hiç hükümdar var mıydı?
– Hayır, yoktu.
– Ona tâbi olanlar, zayıflar mı, ileri gelenler mi?
– Ekseriyet itibarıyla zayıflar.
– Cemaati azalıyor mu, çoğalıyor mu?
– Gün geçtikçe çoğalıyor.
– Hiç yalan söylediği oldu mu?
– Hayır, onu hiç yalan söylerken görmedik.
– Hiç vefasızlık ettiği oldu mu?
– Bugüne kadar olmadı; ancak bundan sonrasını bilemem.

İşte, Ebû Süfyan, henüz Müslüman olmamasına ve Allah Resûlü’nün amansız bir düşmanı bulunmasına rağmen, o günkü konuşmasına ancak son cümlesi kadar bir tereddüt sokuşturabilmişti.

Ve Hirakl, Ebû Süfyan’ın verdiği cevapları tekrar ederek, bütün bunların, Allah Resûlü’nün risaletine delil olduğunu söylüyor ve durumu piskoposuna da soruyor, o da aynı kanaati izhar ediyordu. Bir rivayete göre imanını izhar ediyor ve: “Çok yakın bir zaman sonra, şu benim ayaklarımı bastığım yerler, hep O’nun olacak.” diyor[9] ve dediği de aynen zuhur ediyordu.

Ancak papazların homurdanmaları sebebiyle Hirakl, sözünün mecrasını değiştiriyor “Ben sizi imtihan ettim, ta ki dininize ne derece bağlısınız göreyim…” Piskopos ise, iman etti ve Allah Resûlü’ne gaybî olarak biatta bulundu.[10]

3. Ve Diğerleri

Efendimiz daha birçok yere ve birçok kimseye mektuplar göndermişti. Bunlardan kimisi, davete icabet edip Müslüman olmuş, kimisi de Müslüman olmamakla beraber Allah Resûlü’ne karşı saygılı davranmıştı. Meselâ, Mukavkıs ki, Kıptîlerin hükümdarı ve bunlardan biriydi. Allah Resûlü, ona Hâtıb b. Ebî Beltea’yı göndermişti. Mukavkıs, gerçi Müslüman olmadı. Ancak Hâtıb’a, orada kaldığı müddet zarfında hep ikramda bulundu ve Allah Resûlü’ne de hediyeler gönderdi. Mâriye Validemiz de bu hediyelerden biriydi. Allah Resûlü, onu zevce olarak kabul buyurmuş ve ondan İbrahim adında bir çocuğu olmuştu.[11] Ayrıca bu hediyeler arasında bir de beyaz bir katır vardı. Adı “Düldül” olan bu katır, o gün için Arab’ın gördüğü ilk katırdı.[12]

Kisra ise, Allah Resûlü’nden gelen mektubu parçalayıp yere atmış.. bu da onun kendi mülkünün parçalanması şeklinde tecellî etmiş ve kısa bir müddet sonra İran parça parça oluvermişti.[13]

Allah Resûlü, hükümdarlara, devlet reislerine ve değişik kabilelerin ileri gelenlerine bir mânâda bütün dünya ile oynamak demek olan şümullü bir tebliğde bulunuyordu.. ve O, her gün biraz daha sinelere giriyor, gönüllere taht kuruyordu. Sanki, O’nda kudsî bir cazibe vardı da, âdeta bir kısım sırlı iplerle insanları kendine cezbediyordu. O’nun cazibesine kapılan her fert ve cemiyet, aynı zamanda nur âlemiyle de bütünleşmiş oluyordu. O, gönüllere bu şekilde taht kurduktan sonra, artık O’na karşı mücadele etmek, güneşi balçıkla sıvamaktan farksızdı. Buna beyhude bir çırpınış da denebilir.

Nitekim, az sonra, öyle de oldu. O güne kadar direnenlerin hemen hepsi boşuna uğraştıklarının farkına vardı ve O’na dehalet ettiler…

[1] Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 2/131-132; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 3/83.
[2] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 1/258-259; Halebî, İnsanü’l-uyûn, 3/293.
[3] Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 2/132; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 3/84.
[4] Bkz.: Ebû Dâvûd, cenâiz 56; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/461.
[5] Buhârî, cenâiz 4, 65; Müslim, cenâiz 62-67.
[6] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/195; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbaa, 1/522.
[7] Serahsî, Mebsût, 2/67; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 2/82; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/117-118.
[8] Âl-i İmrân sûresi, 3/64.
[9] Buhârî, bed’ü’l-vahy 6.
[10] Buhârî, bed’ü’l-vahy 6.
[11] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 1/260; Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 2/128.
[12] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 1/134, 260, 491; Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 2/218.
[13] Buhârî, ilim 7; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 13/242; Nevevî, Şerh-i Müslim, 18/42.

Kaynak: Sonsuz Nur / M.Fethullah Gülen

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy