Kürsü Yeri ve Sorumluluklarıyla İnsan Mizan02/01/20200364 Görüntüleme EÄer insanoÄlu yeryüzünde Allah’ın halifesi, bütün yaratılanlar arasında Hakk’ın gözdesi, topyekün varlıÄın özü, usâresi ve Yüce Yaratıcı’nın en parlak aynası ise -ki bunun böyle olduÄunda Åüphe yoktur- onu bu âleme gönderen Zât, kâinatların ruhundaki esrarı keÅfetme, dünyanın baÄrındaki gizli kuvvet, kudret ve potansiyel imkânları ortaya çıkarma; her Åeyi yerli yerinde kullanarak kendisinin ilim, irade, kudret.. gibi sıfatlarına Åuurlu bir temsilcisi olma hak, salâhiyet ve kabiliyetini verecektir ki, o, varlıÄa müdahale ederken ve hilâfet vazifesini yerine getirirken aÅamayacaÄı herhangi bir engelle karÅılaÅmasın, eÅya ile münasebetlerinde çeliÅkiler yaÅamasın, hâdiselerin koridorlarında rahat dolaÅabilsin, mâhiyetine dercedilmiÅ bulunan istidatları inkiÅâf ettirmede zorlanmasın, ebedlere kadar uzayıp giden arzularını, emellerini gerçekleÅtirmede beklenmedik mânialara takılmasın. Ä°nsanoÄlunun, bugünkü baÅarılarıyla ve eserleriyle farklı bir donanım ve imkânlarla dünyaya gönderildiÄi açıktır. Evet onun, kendisinden kaynaklanan onca münasebetsizliÄe raÄmen, bugün ulaÅtıÄı nokta ve elde ettiÄi muvaffakiyetlere bakılacak olursa, herhangi bir engele takılmadıÄı, yaptıÄı bazı iÅlerde yanlıÅlıklara girse de pek çok baÅarıya imza attıÄı, iradesinin hakkını yerine getirip varlıÄı yeniden Åekillendirmeye gittiÄi, dünyayı imar ederek farklı bir konuma getirdiÄi, bilerek veya bilmeyerek, Cenâb-ı Hakk’ın, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacaÄım…” tebÅiriyle anlattıÄı ve yeni bir vazifeliler kadrosuna iÅaret buyurduÄu semavî ihbarına tam bir ayna olduÄu ortadadır. Gerçi o bazen, meleklerin keÅif ve müÅahede yoluyla ileri sürdükleri fesat endiÅesini doÄru çıkardıÄı da olmuÅtur; ama, böyle kısmî Åerlere karÅı, onunla gerçekleÅen geniÅ, kalıcı ve Cennet neticeli hayırların sayısı da az deÄildir. Evet, onun dünyasında nisbî fenalıklara karÅı her zaman izafî hayırlar da devam edegelmiÅtir. Ä°nsanlıÄın ayları, güneÅleri sayılan salih kullar, evliyâ, asfiyâ ve enbiyâ ile, bir kısım kötülüklere, fenalıklara mukabil; hayırlar, güzellikler de her tarafa yayılmıÅ, her yanda yaÅanmıŠve Allah’ın insana emanet ettiÄi hilâfet mührünün hakkı, hususiyle de yaratılıŠgayesinin Åuurunda olanlarca kat katıyla edâ edilmiÅtir. YaratılıŠesprisini kavramıŠbir mü’min, farklı yaratılıÅıyla mütenâsip farklı düÅünce, farklı inanıŠve farklı davranıŠsorumluluÄuyla -ki beklenen de odur- bu âleme gönderildiÄini anlar ve tavırlarını ona göre ayarlar. Böyle davranması gerektiÄi insanın zahirî ve batınî donanımından anlaÅıldıÄı gibi, Kur’ân’da onun gerçek kıymetiyle tavırları, davranıÅları arasındaki münasebetin sık sık vurgulanmasından da anlaÅılmaktadır. Yüce Yaratıcı Kur’ân’da: “Ben cinleri ve insanları baÅka deÄil, (Beni bilip) Bana kullukta bulunsunlar diye yarattım.” diyerek, insan olarak yaratılıÅın, hilâfete mazhariyetin, farklı donanımın en önemli gâyesini vurgulamaktadır. Böyle bir ilk hatırlatma, hem önceki nimetlere karÅı bir umumî sorumluluk ve teÅekkür çaÄrısı hem de hilâfet vazifesinin temel yörüngesini nazara verme adına önemli bir tembihtir. En Åümullü ifadesiyle kulluk da diyebileceÄimiz ubudiyet, varlık ve eÅya ile hem-âhenk olmanın, dünya ve içindekilerle uyum içinde bulunmanın, kâinatın sırlı koridorlarında yürürken Åuraya-buraya takılmadan yol almanın, sözün özü, otaÄını tekvinî esaslarla teÅriî emirlerin birleÅik noktasında kurmuÅ bulunan insanoÄlunun, iç âhengiyle varlık arasındaki dengesini korumanın semavî unvanıdır. Esasen bu âhenk ve bu denge saÄlanmadan, insanın insanî deÄerlere saygı içinde ve onları koruyarak yoluna devam etmesi de mümkün deÄildir. Ä°nsan, yaratılıŠgâyesine uygun hareket ettiÄi ölçüde varlık ve hâdiselerle olan münasebetlerini korumada da baÅarılı sayılır. Aksine, yaratılıŠgâyesine uygun davranmayan ya da kısmen dahi olsa sorumluluklarını aksatan, kendi hedefsizliÄi ve baÅıboÅluÄu yanında, kâinatın dönen dolapları, iÅleyen çarkları karÅısında sürekli müsâdemeler yaÅar ve bir mânâda kendi evi, kendi sarayı sayılan bu dünyayı içinde yaÅanılmayan bir cehenneme çevirebilir. Daha bugünden bazıları, çok yakın bir gelecekte dünyanın, böyle bir cehenneme çevrileceÄi endiÅesiyle tir tir titriyorlar.. Åurası da bir gerçek ki, âdi sebepler plânında varlıÄın tâbi olduÄu cebrî kanunlarla, insanın iradî genel davranıÅları arasındaki uyumu, ancak ve ancak kâinatları bir meÅher, bir kitap gibi hazırlayıp insanoÄlunun istifadesine sunan Zât bilir. Böyle bir bilgi kaynaÄından gelen mesajlar çerçevesinde teÅriî emirlere uyum, tekvinî esasların esrarına vâkıf olmanın ve onlarla hem-âhenk bulunmanın da biricik yoludur. Evet insan, ancak bu sayede, bütün varlıÄın baÄlı olduÄu kanunlarla müsâdemeden ve boÅluklar yaÅamadan kurtulur ve kendi evinde, kendi sarayında bulunmanın huzurunu duyar. Aksine, insanın Yaratıcı’sından kopması, O’ndan uzaklaÅması onu üst üste kopma-uzaklaÅma, varlık ve hâdiselerle müsâdemede bulunma fâsit dairesi (kısır döngü) içine çekecektir ki, böyle birinin iflâh olması mümkün deÄildir. Ä°nsanın, Yaratıcı’ya halife olma aktivitesi, O’na inanıp ibadet etmeden eÅya ve hâdiselerin esrarına vâkıf olmaya, ondan da tabiata müdahale etmeye kadar fevkalâde geniÅ bir dairede cereyan eder. Hakikî bir insan bütün bir ömür boyu evvelâ, imanıyla duygu ve düÅüncelerini plânlar, deÄiÅik ibadet çeÅitleriyle ferdî ve içtimaî hayatını düzene sokar, genel muameleleriyle aile ve toplum münasebetlerini dengeler ve arzın derinliklerinden semanın enginliklerine kadar her yerde nev’inin bayraÄını dalgalandırarak gerçek bir halife olmanın gereklerini yerine getirip iradesinin hakkını edâ etmeye çalıÅır; çalıÅır ve yeryüzünü imar eder, varlıkla insanoÄlu arasındaki âhengi korur, arz ve semanın zenginliklerini arkasına alarak, Yaradan’ın emri ve izni dairesinde hayatın rengini, Åeklini, Åivesini daha bir insanî seviyeye getirmeye gayret eder. Ä°Åte, özünde Allah’a kulluk mânâsını da ihtiva eden gerçek hilâfet budur.! Ve bu aynı zamanda en küçük bir cehdle en büyük bir ihsanın birleÅik noktasıdır. Ä°nsanı, kestirmeden böyle bir noktaya ulaÅtıracak hamlenin adı da ibadettir. Bazılarının zannettiÄi gibi ibadet sadece bir kısım belirli hareketleri yerine getirmekten ibaret deÄildir; o Åümullü bir kulluk ve kapsamlı bir sorumluluÄun unvanıdır.. ve hilâfet namıyla, insan-kâinat-Allah münasebetinin en açık, en net ifadesidir. EÄer ibadet insanoÄlunun bütün esaretlerden sıyrılarak Allah’a baÄlanma Åuurunu kalbe yerleÅtirmesi, varlıÄın her parçasında O’na ait güzellikleri, O’na ait nizamları, O’na ait âhenkleri görüp, duyup hissetmenin adı ve unvanı ise -ki öyle olduÄunda Åüphe yoktur- o herkesle ve her Åeyle beraber Hakk’a müteveccih olmanın, her Åeyi O’na baÄlamanın; baÄlayıp her an O’nunla nazarî-amelî irtibatlarını yenilemenin en sıhhatli ve en kestirme yoludur. Åuurla böyle bir yolda yürüyen hiç kimse, kendisinin bir memur, vazifesinin de hilâfet gibi bir pâye ile Åereflendirilmenin hakkını edâ etmekten ibaret olduÄunda tereddüt etmez; etmez ve Åu muvakkat dünya hayatını dolu dolu yaÅayıp yaÅatmaya; köÅe-bucak uÄradıÄı her yere, gayret ve samimiyet mürekkebiyle nâmını yazmaya; elinin ve ününün ulaÅtıÄı her noktaya duygularını soluklamaya; zamanın, mekânın her parçasını ona baÄladıÄı düÅüncelerini nakÅetmek suretiyle bütün dünyaları doldurabilecek bir derinliÄe ulaÅmaya ve sonsuzu peylemeye yetebilecek bir niyet enginliÄiyle yaÅamaya çalıÅacak ve böylece, ebediyetlere namzet olmanın huzuruyla kevn ü mekânları aÅan, cennetlere ulaÅan en derin ruhânî hazlar içinde dolaÅacaktır. Hele bir de bu insan, tekvinî esaslarda ve teÅriî emirlerde, vazife ve sorumluluÄu öne çıkararak, yaptıÄı iÅ ve hizmetlerin sonuçlarına baÄlanmaktan daha çok, onların özünü ve ruhunu takip edebiliyorsa, ne neticelerin umduÄu gibi çıkmayıÅı onu inkisara uÄratır ne de kulluk iÅtiyakından ona bir Åey kaybettirir; yaptıÄı her hizmeti derin bir ibadet neÅvesi içinde yerine getirir ve var olmanın en üst kademesi sayılan hakikî mü’minler zirvesine ulaÅmanın Åükrüyle oturur-kalkar; oturur-kalkar ve asla ye’se düÅmez, paniÄe kapılmaz ve yol mihnetiyle bıkkınlık yaÅamaz.. ye’se düÅmek, paniÄe kapılmak, bıkkınlık yaÅamak bir yana o, nefs-i amelin özündeki o derin lezzetlerle daha bir Åahlanarak, Mevlânâ edâsıyla: “Kul oldum, kul oldum, kul oldum/Kullar azat olunca sevinir/Ben ise kul olduÄum için Åâd ve mesrurum” der, iÅ ve amelin deÄerini, ona terettüp eden netice ile deÄil de, doÄrudan doÄruya yaptıÄı vazifenin sıhhati, onun hâlisâne edâ edilmesi ve Hak rızasına muvafık düÅmesiyle ölçer ve deÄerlendirir. Böyle davranarak kulluÄunun enginliÄini, onu ücretlerle, mükâfatlarla irtibatlandırarak daraltmaz, dünyaya ait sonuçlarla, ilâhî ve uhrevî amelleri dünyevîleÅtirmez; aksine onu, hep sıfırın sonsuza nispeti içinde mütalâa eder ve ruhunda duyduÄu bu ölçüdeki bir nispetin geniÅlendiriciliÄiyle yaÅar. Duyguları, düÅünceleri ve kalbiyle bu geniÅliÄi duyup hisseden biri, Hakk’a kul olmanın rahatlıÄına erer ve deÄiÅik baskılardan kurtulur; kurtulmakla kalmaz, vicdanında ezmeyen, zelil kılmayan bir kapının bendesi bulunduÄunu duymakla insanlıÄını kurtarmıŠve gerçek hürriyetini elde etmiÅ olur. Onun ilk cebrî lütufları deÄerlendirmesi istikametinde böyle davranması bir vazife, Allah’ın deÄiÅik dalga boyundaki lütuflarını devam ettirmesi ise ikinci bir ihsandır. EÄer insan, yeryüzünde Allah’ın halifesi ise -potansiyel olarak insanoÄlu bu mazhariyetin biricik namzetidir- o, Allah için iÅleyecek, Allah için baÅlayacak, Allah için küsecek, Allah için sevecek, O’nun izni dairesinde varlıÄa müdahale edecek ve ele aldıÄı her iÅi O’na niyâbet mülâhazasıyla yerine getirecektir. Dolayısıyla da, ne baÅarılarıyla gururlanacak, ne yenilgileriyle ümitsizliÄe düÅecek, ne kabiliyetleriyle övünecek ne de üzerindeki Hak mevhibelerini inkâr edecek; her Åeyi O’ndan bilecek ve gördüÄü iÅleri birer istihdam sayarak, her yeni baÅarısıyla güven yenilemesi mânâsında yeniden bir kere daha Rabb’ine yönelerek itimat ve vefasını haykıracak ve günde birkaç defa Ãkifçe ifadesiyle kendi kendine: “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, tevfike râm ol…/Yol varsa budur, bilmiyorum baÅka çıkar yol.” sözleriyle nefes alıp verecektir. Sürekli gerilimde, her zaman azimli, daima Åevk içinde, hep vazife Åuuruyla oturup kalkacak ve her zaman hareketlerini, hamlelerini kulluk gâyesine baÄladıÄı için de ne zafer ve baÅarılarıyla küstahlaÅacak, ne de hezimetleriyle inkisarlar yaÅayacaktır. Düz yolda yürürken veya yokuÅ aÅaÄı inerken nasıl bir heyecan ve rahatlık içinde ise, en sarp yokuÅlara tırmanırken de aynı azim ve aynı kararlılıÄı gösterecektir. Evet o, bir yandan hilâfet vazifesini yerine getirme uÄrunda, aklî, kalbî, ruhî, hissî bütün melekelerini harekete geçirerek her türlü tasavvuru aÅkın bir performans sergilerken, diÄer yandan da, sorumluluÄu kapsamına girmeyen neticeler konusunda olabildiÄine mütevekkil, teslimiyet içinde, yeni hamleler peÅinde, alternatif oluÅumlar adına ümitlerle dopdolu ve hep Allah’la irtibat peÅindedir. Ä°Åte gerçek mü’min ve tam bir hakikat eri örneÄi! Bu çizgide niceleri gelip gitmiÅ ve geçtikleri yerleri cennetlerin koridorları haline getirmiÅ.. ve niceleri de bu yollarda Hakk’ın vadettiÄi günlere doÄru yürüyorlar. Gelip geçenler de, yollarda onları takip edenler de kendilerine ait özelliklerin kahramanları olarak yaÅadılar ve yaÅıyorlar. Küçük bir menfezle bile bu imtiyazlıları temâÅâ etmek epey zaman alacak.. onlar ve siz müsaade ederseniz; bu konuyu baÅka bir zamana bırakalım. M.Fethullah Gülen