Ve Gönüller Rikkatle Çarparken

Yazar Egeli

Bu mübarek günler ve geceler, her şeye ve herkese kendi rengini, kendi tadını ve kendi şivesini katar; kucakladığı her şeyi yumuşatır, hülyâlaştırır ve tasavvurlarımızı aşan derinliklere ulaştırır. Çarşı-pazar, ev-ma’bed, okul-kışla hemen her yerde sezilen derin bir büyü, müminlerin simâlarında parıldayan uhrevilik, bakışlarından süzülen ilâhilik.. ve bilhassa gece saatlerinde gözlerimizin içine gülen rengârenk ışıklar, bize hep bir başka buudda yaşıyor olmanın nağmelerini fısıldarlar. Evlerinde, iş yerlerinde, mabetlerde gördüğümüz, karşılaştığımız her simâ, hep bir vuslat yolculuğu yaşıyor gibi, yer yer aşk u melâlle, zaman zaman da ümit ve beklentilerle dalgalanır ve bir duygu çağlayanı haline gelerek sonsuza akar.

Hele, gönüllerimizde ibadet ü taat coşkusu arttıkça, her şeyi daha farklı duyma ve yaşama kabiliyetimiz de âdeta köpürür ve bizi kendi ummanı içine çeker. Böyle anlarda, cismânî râbıtalarımız bütün bütün zayıflar, rûhlarımız gündelik alâkalardan kurtulur ve kendimizi, topyekün varlığı rasat edeceğimiz bir noktaya yükselmiş sanırız. Artık, ovaları-obaları, dağları-bayırları, içinde neş’et ettiğimiz evleri, ikliminde âhirete hazırlandığımız ibadethaneleri; hâsılı canlı-cansız her şeyi O’nun ellerinden akıp gelmiş güzellikler olarak kucaklar, sever, oksijen gibi ciğerlerimize çeker ve oh ederiz.

Her zaman bir ışık tufanı gibi doğan bu nurlu gün ve gecelerde, müminlerin oturuş-kalkış ve umûmi edâlarında büyüleyen bir iman, bir marifet, bir aşk ve bir ledünnîlik tüllenir.. iman, marifet ve aşkla beslenen rûhânî hazlar, bütün maddi zevklerin ve lezzetlerin önüne çıkar.. ve herkes kendi irfan eksenine göre bir mukaddes ufka doğru yol almaya başlar.. ve bu yolda, her gün katettiği merhalenin sonunda küçük bir vuslata ulaşır ve bu mübarek seferini âdeta taçlandırır. Ruhlarını, her gün böyle bir vuslat ve bütün bu vuslatların çağrıştırdığı büyük visâlin hülyâlarıyla besleyerek duygularına akan güzelliklerden, ibadetlerin bağrında tomurcuklaşan ümitlerden, bütün inanmış gözlerde ve gönüllerde çağlayan mânâlardan elde ettikleri hazlarla ledünnî bir sessizliğe gömülür, kendilerini ötedeki buluşmanın rüyalarına salar ve füsûnlu bir ırmak içinde yüzüyor gibi zamanüstülüğe açıldıklarını sanırlar.

Artık ruhların aradığı haz denizine ermiş bu talihliler, her an gönül gözlerinde ayrı bir büyü ile tüllenen ledünnî güzellikleri ve Sevgilinin bakışlarında açılan çiçekleri, O’nun cemâlinden akseden ışık hüzmeleri gibi duyarlar.. duyar ve âdeta kendilerini çeşit çeşit meyvelerle, güllerle, çiçeklerle üfül üfül esen bir bahçede bulur ve kopardıkları meyvelerin, güllerin, çiçeklerin üzerinde, bir ömür boyu eşiğine baş koydukları Zât’ın istikbâlinin, ikrâmının sıcaklığıyla kendilerinden geçerler. Hattâ burada ulaşamadıkları bazı nimetlerin, değişik bir buudda vaat esintileri ve mükâfat dalga boyuyla akıp geldiğini seziyor gibi ve duygu dünyalarında Rahmeti Sonsuz’un o derin ve ezelî şefkâtiyle kucaklaştıklarını hissederler. Bu ruh hâletiyle, hayatı daha değişik duyar, daha içten sever, çevrelerinde O’nunla irtibatlandırabildikleri her şeyi rikkatle kucaklar, sevgiyle okşar ve tıpkı bir gül gibi koklarlar.

Kadınlar-erkekler, gençler-ihtiyarlar, bilenler-bilmeyenler, düz insanlar-bilgeler bu aydınlık gün ve gecelerde zariflerden zarif halleri ve incelerden ince tavırlarıyla masallarda olduğundan daha parlak bir şekilde bu mübarek zamanın mânevî güzelliklerine bürünür, inanmış olma mehâbetini bir peçe gibi yüzlerine asar, gözlerini ötelerin ışıklarıyla açar-kapar, gezdikleri her yere kendi koku ve boyalarını çalar, duygularının derinliklerinde âdeta uhrevileşir ve birer melek kesilirler. İnsan onların çehrelerinde, minarelerdeki mahyaları, sokaklardaki kandilleri, sanki onların süzülmüş bakışları, saçılmış incileri, dağılmış duyguları sanır; sanır ve onları, hayalinde rûhânileri resmettiği gibi görür.

Evet, iman, aşk, arzu ve hülyâların; ümit lezzet ve vuslatların dalgalandığı bu temiz simalar, müştak, hayran, mutlu ve sessizdirler ama, ruhlarındaki mânâları duyuran tavırları, davranışları, bakışları her zaman çevrelerine, insanda lâhûtîliğin erişilmez bir buudu gibi tecelli eder ve sezip anlayanları âdeta büyüler.

Bazılarımız bu aydınlık mevsimde, her zamanki dar mantıklarımızdan sıyrılarak, bir kudsî âleme davet edilmiş gibi kendimizi sevinç, coşku, heyecan ve ağlamaya salarız.. bazılarımız yıldızlar arasında, ayla-güneşle atbaşı, bir seyahate çıktığımızı tahayyül eder ve soluklarımızın meleklerin soluklarına karıştığı zehâbına kapılırız. Öyle ki, gönüllerimiz olabildiğince yumuşar, gözlerimiz yaşarır ve içimizde çok defa mevcudiyetlerini hissettiğimiz kördüğümler gevşer ve nefsin ukdeleri çözülür, derken gözyaşlarımız rûhumuzun derinliklerine sinmiş bütün problemleri önüne katar, sürükler ve vicdanlarımız oh elhamdulillâh der.

Herkes, kendi gönlünü dolduran mânânın enginliği ölçüsünde, o ana kadar, cismâniyetinin baskılarından ötürü görmeye muvaffak olamadığı bir kısım derinlikleri hissetmeye başlar; gençler güç, kuvvet ve zindeliklerinin hakkını verme duygusuyla şahlanır.. orta yaşlılar tecrübe ve bilginin ruhlarında hasıl ettiği temkine göre daha rantabl olmaya çalışır.. ihtiyarlar, ebediyete, ebedi saadete ve ruhların uçuştuğu âlemlere hazırlanma duygusuyla coşar.. ve herkes kalbinin gözlerini açar, sanki o âna kadar tam duyup hissedemediği kendi kaderini duyar, kendi talihiyle sevinir veya kederlenir ve kendi istikbaline yönelir; gözleri, içinde bulunduğu zamanın vaadettikleriyle güler ve yüzü buğu buğu mânâlarla derinleşir. Cami ve minarelerde yükselen şeâiri ilan sesleri bu umûmi ahvâle ayrı bir tad, ayrı bir zenginlik katar.. öyle ki artık esen rüzgardan yağan yağmura kadar her şey O’nun kokusuyla yüzlerimizi yalar geçer ve gönüllerimize ölümsüzlük iksiri gibi siner. Hele seher yeli! Hele seher yeli! O, sonsuzluktan bir nefes gibi kendini hissettirir.. O’ndan bir haber ve bir lütuf gibi yüreklerimizi hoplatır; hoplatır, zira ona böylesine yöneldiğimiz bu büyülü dakikalar, iman, aşk ve ümitlerimiz sayesinde, ebediyet gerçeğinin usâreleri gibi gelir, gönüllerimize boşalır ve ruhumuzun derinliklerinde tûbâ-i cennet tomurcuklarını meyveye uyarır ve bizi hep kalbimizdeki cennetlerin yamaçlarında dolaştırır.

Allah her zaman güzel ve lütufkârdır; ama biz, belli zaman dilimlerinde bu mânâyı daha bir derince hissederiz. Evet, ruhlarımızın bahar faslı sayılan bazı mevsimlerde O, kalbimizin bütün heyecanını kendine çeker.. güzelliğini, câzibesini mukavemet edilemez bir seviyede hissettirir.. ve bizi her an ayrı bir lütufla yeniden bir kere daha ihyâ eder. Ben, bu mübarek gönüllerde, bu yolla duyulan zevk ölçüsünde başka bir zevkin bulunacağına ihtimal vermiyorum.. vermiyorum, zira bu rûhâni zevk, insandaki ilâhi aşk ve alâka ile, Rahmeti Sonsuz’un ihsan dalga boyundaki teveccühlerinden kaynaklanmaktadır. İnsanın aşk ve alâkasının yürekten ve ebedi olması ölçüsünde, O’nun teveccüh ve ihsanları da sınırsız ve nâmütenâhidir.

Sızıntı, Şubat 1996, Cilt 18, Sayı 205

Kaynak:M.Fethullah Gülen / Yeşeren Düşünceler

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy